12 Ekim 2009 Pazartesi

Almost Famous (2000)



Yönetmen: Cameron Crowe
Oyuncular: Billy Crudup, Frances McDormand, Kate Hudson, Jason Lee, Patrick Fugit, Zooey Deschanel, Philip Seymour Hoffman, Anna Paquin, Fairuza Balk, Noah Taylor, Jimmy Fallon
Senaryo: Cameron Crowe
Müzik: Nancy Wilson

İnsanın içinde yaşayan “şey”in dışarı çıkması bir parça doğuma benzer. Dansçı, yazar, tecavüzcü, futbolcu, hırsız, din adamı, güzellik uzmanı, faşist, neyse ne! İyi-kötü bu kimlikleri dışa vurmak veya saklamak, zaman-mekan ilişkilidir. Her normal insanın içinde yaşayan bir anormal alt kimliğe olan inancım her gün, her saat güç kazanmaktadır. Benim için 1988, müzikal tercih anlamında bu anormalliğe uyandığım yıl olsa gerek. Ama bundan bir yıl sonrasını, yani eli gitar tutan hemen herkesin referans gösterdiği Led Zeppelin ile tanışmamı, rock takvimindeki doğum yılım kabul ederim. Led Zeeppelin IV albümü ise, bugün bile iştahla yediğim, hiç bitmeyecek doğum günü pastamdır. Zeppelin benim için ciddi anlamda bir uyanıştı. Evrendeki her şeyin onda bir karşılığı vardı. Tuhaf gelebilir belki ama, Zeppelin felsefesi sayesinde Bon Jovi’den Slayer’a olan kısa ve hızlı evrimimi sağlıklı bir şekilde atlatmış, o kısa döneme ait rock yobazlığımın, sertlik bağnazlığımın üstesinden gelebilmiştim. Zeppelin, ezik siyahların pamuk tarlalarından yetişmiş, İngiliz işçi sınıfının tornalarından şöyle bir geçmiş, doğunun büyüsünü hiç kimsenin özümseyemediği kadar içinde yeşertip tütsülemiş, potansiyel hayallerimize açılmış mistik bir denizdi. İçimdeki “rock” ı tasdiklediği gibi, içimdeki “funk”ı da ortaya çıkardı. Bu hoşgörü demekti, müziğin hislere harita çizmeye başlaması demekti, parçalardan oluşan bütünün üzerine dikilmiş dalga dalga bir bayraktı. Ve o Zeppelin, şimdi bile Beethoven’dan Rage Against The Machine’e uzanan zevkime saygı duyuyordu. Zeppelin, rock müziği neden sevdiğimin cevabıydı. Hâlâ da öyle.

Almost Famous, biraz o ilk zamanları hatırlattı. 15 yaşındaki William Miller’ın (muhtemelen yönetmen Cameron Crowe’un kendi hayatından kesitler içeren) öyküsü. Anne Elaine Miller’ın tutuculuğu, kızkardeş Anita’yı evden kaçırmış, zeki ve uyumlu William’ı da bunaltmaya başlamıştır. Ablasının bıraktığı zevk sahibi plak arşivi ile büyüyen Will, musallat olup tanıştığı cool müzik eleştirmeni Lester Bangs’in yardımıyla ve biraz da bileğinin hakkıyla Stillwater isimli rock grubunun turnesine katılarak hem bu gerçeküstü hayatı, hem de kendini keşfeder. Turne esnasında bir de ünlü müzik dergisi Rolling Stone’dan turne yazısı teklifi alınca hayatının sorumluluğunu üstlenir bir yerde. Turnede tanıyacağı grup üyeleri yanında, başta efsanevi Penny Lane olmak üzere “groupie”leri de tanıma fırsatı bulacaktır. Müzik yazarı olması nedeniyle grup tarafından “düşman” diye çağırılan William, bu insanlara kendini çabucak sevdirir ve bir de bakar ki Almost Famous Tur otobüsündedir. Ondan sonra o şehir William’ın, bu şehir Stillwater’ın gezer dururlar. Tur esnasında yaşananlar ise makale değil, roman yazdıracak kadar renkli ve bereketlidir. Will, bir türlü dönemediği annesini ankesörlü telefon ile idare ederken, bu birbirinden ilginç tur ahalisiyle yaptığı yolculuk sayesinde birçok “ilk”i bir arada yaşayacaktır.


Billy Crudup, Kate Hudson, Jason Lee, Anna Paquin, Jimmy Fallon, Noah Taylor, Fairuza Balk, Bijou Phillips, Zooey Deschanel gibi günümüzün popüler genç oyuncuları ile birlikte, Frances McDormand, Philip Seymour Hoffman ustalığı ile dengelenmiş lezzetli bir “perde arkası” filmi olan Almost Famous, oyunculuk yeteneği açısından da bir yıldızlar geçidi. Katı ve tutucu ama, çocukları uğruna ters ölçüde demokratik anne McDormand ile, tecrübe abidesi müzik yazarı Lester Bangs rolüyle Hoffman’ın kıdem ağırlığı hissediliyor. Hele Lester Bangs’in The Doors üzerine yaptığı yorum yok mu! Kendisi ile %100 aynı fikirdeyim. Crowe’un cümlelerini duydukça, Jim Morrison hakkında yeryüzünde benim gibi düşünenler de yaşıyormuş dedim. Çiçeği burnunda müzik eleştirmeni William’ın başı sıkıştığında ve yazma kısırlığı yaşadığında aradığı Lester’ın söyledikleri, filmin ikide bir uğraştığı “gerçeklik” üzerine sağlam dokunuşlar yapıyor: “Dostum, onlarla arkadaş olmuşsun, sana dostluk şarabı içirmişler. Seni kendilerine benzetmişler. Biz gerçeğiz. Kadınlar bizim için sorundur. Onlar kızları kaparlar. Güzel insanların karakteri bozuktur, eserleri kalıcı değildir. Ama biz daha zekiyiz. Büyük eserler suçluluk, hasret, seks görünümündeki aşk ve aşk görünümündeki seks üzerinedir. İflas eden bu dünyada gerçek para, gerçek birisiyle paylaştığındır. Onlarla dost olmak istiyorsan, dürüst ve acımasız ol.”



Bu gerçeklik olgusu, özellikle grubun karizmatik gitaristi Russell Hammond üzerinden vücut buluyor. Hammond, içinde bulunduğu büyüleyici dünyayı “orada olmayan adam” rolüyle değil de, daha çok bir ayağı dünyada, bir ayağı rüyada olan rockstar profiliyle yansıtıyor. Crowe’un tur enstantaneleri çok lezzetli. Meşhur olarak yırtmayı hedefleyen bu grupla bir izleyen olarak sempati kurmak da çok kolaylaşıyor o vakit. Almost Famous, barındırdığı o güzelim anlarıyla “bir yıldız doğuyor” safsatası yapmıyor. Özellikle grubun radyo programı sahnesi ve kendilerine tahsis edilen özel uçağın düşme tehlikesi yaşamasıyla bütün herkesin “ölmeden önce” yaptığı flaş itirafların yaşandığı sahne gerçekten komik ve izlenesi anlar. Bu çeşit bir itiraf sahnesi daha önce bir yerlerde denenmiştir, pek hatırlamıyorum. Ama bunu unutmam mümkün değil. Klâsik “ön adam” olma egosu dışında, gruba musallat olan kadınların ortalığı bulandırması veya grup içi kariyer planı uyuşmazlığı gibi klişeleri yapış yapış ele almayan bir yapısı var.

Crowe’un Noah Taylor ile beraber sevdiği aktörlerden Jason Lee’nin oynadığı solist Jeff Babe’e söylettiği pasaj, gerçekliği görmeyi engelleyen en mühim unsurlardan popülariteye de selam yolluyor: “Bana popülarite istemeyen birini göster, ben de sana bir korkak göstereyim. Müzik tarihini araştırdım. En iyi eserler popüler olanlardır. “Popülarite kötüdür” demek güven verir. Başarısız olursan kendini affetmek kolaylaşır. Ben kendimi affetmem. Sen affeder misin?”. 2001 yılında En İyi Senaryo Oscar’ını Billy Elliot, Erin Brockovich, Gladiator gibi adaylara yâr etmeyen Almost Famous, hayata dair önemli bir keşfediş hikayesini, rock müziğin ve müzisyenlerinin yaşadığı büyülü atmosfer çerçevesinde işleyen, ışıltılı dünyanın perde arkasında olup bitenlere çarpıcı ve eğlenceli biçimde bakann harika bir dram.

Soundtrack



1. Simon and Garfunkel - America
2. The Who - Sparks
3. Todd Rundgren - It Wouldn't Have Made Any Difference
4. Yes - I've Seen All Good People: Your Move
5. The Beach Boys - Feel Flows
6. Stillwater - Fever Dog
7. Rod Stewart - Every Picture Tells a Story
8. The Seeds - Mr. Farmer
9. The Allman Brothers Band - One Way Out
10. Lynyrd Skynyrd - Simple Man
11. Led Zeppelin - That's the Way
12. Elton John - Tiny Dancer
13. Nancy Wilson - Lucky Trumble
14. David Bowie - I'm Waiting for the Man
15. Cat Stevens - The Wind
16. Clarence Carter - Slip Away
17. Thunderclap Newman - Something in the Air

1 yorum:

  1. konusu itibariyle beni fazlasıyla heyecanlardıysa da zamanında, film hayak kırıklığı yaratmıştı... crowe"un iyi filmlerinden biri değil bence...

    YanıtlaSil