Yönetmen: Woody Allen
Oyuncular: Mia Farrow, Dianne Wiest, Seth Green, Josh Mostel, Michael Tucker, Julie Kavner, David, Warrilow, Renée Lippin, Fletcher Farrow Previn, Oliver Block, Maurice Toueg, Larry David, Roger HammerSenaryo: Woody Allen
Müzik: Dick Hyman
TRT televizyonu için dört başı mamur bir nostalji ansiklopedisi bile yazılabilir. Ama radyoların masumiyeti, sıcaklığı, samimiyeti çok ayrı. “Bizim zamanımızda..” şeklinde başlayan sıkıcı cümlelerden bolca duyabileceğimiz radyo nostaljisi, nostalji kategorilerimin göz bebeklerindendir. Daha ortada özel radyolar yokken, günün popüler parçalarını radyolarda duymak pek mümkün olmuyordu. İlk ve ortaokul yıllarımda ders çalışırken, kahvaltı ederken, oyun oynarken radyosuz tek bir günüm geçmezdi. Annem komşuya bir şey almaya yolladığında bile, komşunun açık kapısının önünde, az evvel başından kalktığım programın devamına kulak kesildiğimi hatırlarım. Benim için en önemli, en anlamlı ve şimdi düşündüğümde de en hüzünlüsü yağmurlu havalarda dinlediğim anlardı. O masum anlar, insanı tam hedeften vuranlardır. O yıllara ait, başkasına sıradan gelebilecek, ama benim için özel olan anıların içinde radyo hep fondaydı. Radyo, o olayların bilinçaltı zeminini çok iyi hazırlıyordu. Çünkü insanı hayal etmeye, kurguya zorluyordu.
Çocuk programları mesela. Okula gitmeden önce ve okuldan dönünce açtığımız radyoda sanki bizi bekliyor gibiydiler. Öyle ki, sabahçı-öğlenci olduğumuzda bile her iki gruba da aynı programı, en uygun saatlerde yayınlarlardı. Böylece her iki grup da birbirinden ayrılmamış, gönülleri alınmış olurdu. Sabahçılığı daha çok severdim. Öğlenci olduğum zamanlar imrendiğim sabahçı öğrenciler ile aynı programı dinlediğimizi düşününce sıkıntım hafiflerdi. Reklam kuşakları hep kahvaltıya denk gelirdi. O reklamları dinlemek, TV reklamı izlemek gibi değildi. “Reksan Reklam sunar!..” Kuşağın tam ortasında, bir firmanın hazırladığı yaklaşık 30 saniyelik bir müzik arası olurdu. O reklamları sunan karizmatik sesli ağabeylerimizi ablalarımızı hep prens ve prensesler gibi hayal etmişimdir. Hele o hafta içi her gün sabah saatleri yayınlanan Arkası Yarın’lar..
Radyo sanatçılarını benim gözümde birer mitoloji kahramanına dönüştüren, gözümle göremediğimi kafamda görmemi sağlayan bu minik programın devamını dinlemek için bir türlü yarın olmazdı. Programı kaçıran kadınlar, balkonda diğer kadınlardan ne olduğunu öğrenirlerdi. Bir sesin karakteri olduğunu o yaşlarda anlamıştım. O sese bıyık takmak, kıyafet giydirmek, uzun boy, güzel bir vücut veya asabi bir surat eklemek benim elimdeydi. Efektör Korkmaz Çakar’ın ayak, dalga, rüzgar, kapı, yağmur ve korna seslerinden oluşan efektleri insana boyut değiştirten türdendi. Hatta gerilim türündeki bazı piyeslerin etkisinden uzun süre kurtulamadığımı hatırlarım. O piyeslerden tanıdığım Mehmet Atay, Meral Niron, Nusret Çetinel, Ergun Uçucu, Beyhan Saran, Pervin Önalp, Şebnem Talay gibi isimlere ara sıra TV'de rastladığımda da büyük keyif alıyorum. TV'nin yüzü suyu hürmetine değil, o sesleri dinlemek için.
Saat başı duyulan "dıııt" sesi, bağlama veya cura ile çalınan o minicik şirin nağme, “taç çizgisiyle orta saha çizgisinin kesiştiği yerin 1,5 metre gerisine sol ayakla verilen pas”, “Vee Atilla Maydaa!..” Üniversite yıllarımda tesadüfen Bir Roman, Bir Hikaye adlı TRT’nin eski geleneği olan programa rastlamıştım. Oytun Şanal, Sefiller’i okuyordu. Kim bilir kaç bölüm sürmüştür o program. Benim için önemli olan Sefiller’i düzenli olarak takip etmek değil, uzanarak, huzur içinde o sesi dumanaltı ve sınavaltı olmuş loş odamda duyabilmekti.
Tiyatrodan gelen radyo sanatçıları, bedenleri kadar sesleriyle de mükemmel birer oyuncuydular. Onları bazı TV dizilerinin ve filmlerin karakterleriyle özdeşleştirmiştik:
Patrick Duffy (Bobby Ewing-Dallas) - Alev Sezer
Al Pacino - Rüştü Asyalı, Sezai Aydın
Anthony Quinn - Sadrettin Kılıç, Agah Hün
Bill Cosby - Sezai Aydın
Jodie Foster - Funda Oskay
Julia Roberts - Funda Oskay, Burcu Başaran
Marilyn Monroe - Mübeccel Vardar, Oya Presçiler
Bruce Willis - Alev Sezer
Dustin Hoffman - Sezai Aydın
Jean Paul Belmondo - Mümtaz Sevinç
Kevin Costner - Sungun Babacan, Tamer Karadağlı
Meryl Streep - Işık Yenersu
Michelle Pfeiffer - Özlem Akınözü
Kirk Douglas - İstemi Betil, Nüvit Candaner
Mel Gibson - Alev Sezer, Bora Sivri
Robert de Niro - Sezai Aydın
Robin Williams - Sezai Aydın
Sylvester Stallone - Sezai Aydın
Tom Cruise - Sungun Babacan, Arda Aydın, Umut Tabak
Tom Hanks - Sungun Babacan
Larry Hagman (JR-Dallas) - Oytun Şanal
Veronica Castro (Marianna) - Tijen Par
Alf - Müşfik Kenter
Red Kit - Köksal Engür
Bunların dışında ayata veda etmiş, tiyatro kökenli bazı sanatçılarımızı da analım:
Abdurrahman Palay, Sadettin Erbil, Kamran Usluer, Haluk Kurdoğlu, Birsen Kaplangı, Agah Hün, Dilaver Uyanık, Ferdi Tayfur, Soner Ağın, Yıldırım Önal, Pekcan Koşar, Savaş Başar, Osman Görgen, Kerem Yılmazer, Mümtaz Sevinç, Ayton Sert, Dilaver Uyanık, Kerim Afşar, Nisa Serezli, Fatoş Balkır ve Mübeccel Vardar…
Daha adını sayamadığımız yaşayan yaşamayan bu insanların isimleri kimine göre yabancı gelse de, onların sesini duyduğumuz vakit mutlaka tanıdık bir şeyler bulabiliriz. Çünkü onlar bir sesin yapabileceklerinin fazlasını yapmış, “duyma” kavramına sesin yanında his de katmışlardır. Ailem, akrabalarım, eşim dostumdan sonra bu belki yüzlerini bile görmediğim insanları kendime çok yakın hissettim. Demek ki benzer nostaljiyi Woody Allen da yaşamış ki Radio Days gibi, kendine özgü benzersiz mizah anlayışıyla, nostaljisini ve fantezilerini harmanladığı gırgır şamata bir dram yaratmış. Allen’ın hikayelerini küçük piyesler halinde sunduğu filmden zevk almak için radyo kültürüne ve nostaljisine sahip olmak çok faydalı olacaktır. Eğer öyleyse deja-vu’lar yaşamaya hazır olmak gerekir. Woody Allen denen gudubet dahiden bahsetmek ayrı bir inceleme konusu. Onun için filmin güzel anlarına geçelim.
Radyodaki “Bu melodiyi bulun” programına katılan iki hırsızın başına gelenler, Irene ve Roger’ın magazin haberleri, ufaklığın radyodaki Maskeli Kahraman’ın yüzüğüne sahip olmak için, hahamın görevlendirmesiyle Filistin’de kurulacak bir Yahudi devletine sokakta arkadaşlarıyla beraber para toplaması, sonra da onu yüzük ve dondurma için kullanmaları, Marslıların dünyayı istilasının canlı yayını, radyonun sesini kısmalarını söylemek için yan komşuya gönderilen Abe Amca’nın geri döndüğünde komünist olması, beyzbol oyuncusu Kirby Kyle’ın başına gelenler, kuzen Ruthie’nin Carmen Miranda şarkısı eşliğindeki dansı, radyo tiyatrosunun tam ortasında gelen Pearl Harbour saldırısı (Sally’nin "Pearl Harbour kim" diye sorması), radyo vantrilogu, bir kuyuya düşen 8 yaşındaki Polly Phelps’in radyodan canlı yayınlanan trajik kurtarma operasyonu, 1944 yılbaşı ve daha sürüyle radyo ayrıntısı ve sürekli çalan dönemin nefis şarkıları.
Okyanuslar hakkında bile kavga edebilen bir anne baba, balık delisi ve esprilerini çok tuttuğum Abe Amca, bir türlü evlenemeyen kısmetsiz Bea Teyze ve onun ilginç erkek arkadaşları, bunun yanında Mia Farrow’un canlandırdığı Sally’nin filme paralel giden radyo kariyerinde yaşadığı komik olayların hepsi bizi Woody Allen’in mizah bombardımanına tutuyor. Kendi sesinden dinlediğimiz bu deli dolu öyküleri üşenmeyip topladığını söylüyor. Hayal mi yoksa gerçek mi bilinmez ama o kadar güzel bir koleksiyon ki, her izleyişte yeni bir şeyler keşfetmeyi mümkün kılan sıcacık bir nostalji yağmuru. O ruh, eskisi kadar olmasa da, hala radyo düğmelerinin arkasında bir yerlerde saklanıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder