30 Mayıs 2022 Pazartesi

Everything Everywhere All At Once (2022)

 
Yönetmen: Dan Kwan, Daniel Scheinert
Oyuncular: Michelle Yeoh, Stephanie Hsu, Ke Huy Quan, James Hong, Jamie Lee Curtis, Tallie Medel
Senaryo: Dan Kwan, Daniel Scheinert
Müzik: Son Lux

"Daniels" adı altında kariyerlerine Foster The People, Battles, The Shins, Manchester Orchestra gibi indie müzik gruplarına çektikleri videolarla başlayan Dan Kwan ve Daniel Scheinert, 2016'da seveni de, nefret edeni de bol ilk uzun metrajları olan Swiss Army Man ile sinema dünyasına adım atmışlardı. Ses getirmeyen başka videolar, dizi bölümleri, ayrı projeler derken Everything Everywhere All At Once adını verdikleri yeni filmleriyle büyük heyecan yarattılar. Film, kocası Waymond ile yıllar önce Çin’den Amerika’ya göç edip çamaşırhane işleterek yeni bir hayata başlayan Evelyn'in bir gün Waymond'un bedenine giren gizemli bir uyarıcının yardımıyla tüm çoklu evrenlerdeki benliklerinin farkına varması ve evreni kurtaracak yegane gücün kendisi olduğunu keşfetmesiyle gelişen olayları konu ediniyor. Bu evrenleri tehlike altında tutan muazzam güçlere sahip Jobu Tupaki ise Evelyn'in peşinde. Daniels, yani Kwan ve Scheinert ikilisi, evrenin kurtarıcısı olarak "seçilmiş kişi" hüviyetinde sıradan bir anne/eş olan Evelyn tasarımıyla akıllara Matrix ve Neo'yu getirdi. Tabii çokça işlenen bu seçilmiş kişi maceraları yerine ilk önce akıllara önemli referanslardan biri olan Matrix'in gelme sebebi, filmin alternatif evrenler vasıtasıyla kendini katmanlandırıp türler arası rahat giriş çıkışlar yapabildiği bir bilim kurgu atmosferi yaratmış olması. Seçilmişin günün birinde yaklaşan tehlikeye karşı uyandırılması, uyaranların bir başka evrendeki bir yeraltı oluşumu olması, Evelyn'in sahip olduğunu bilmediği güçlerini keşif yolculuğu gibi Matrix evrenine dair benzerliklerine rağmen Everything Everywhere All At Once, kendi kurallarını koymuş, rotasını çizmiş, mesajını olağanüstü bir titizlikle ve sebatla dizayn etmiş etkileyici bir film.

Evelyn aslında uçsuz bucaksız evrenler arasında kendi evreninde yaşayan bir baloncuk olsa da bir dahi ve diğer evrenlerin varlığını kanıtlama arayışı içinde olan bir ikon. Bu arayış esnasında bilincini geçici olarak başka bir versiyonuna bağlamanın, o versiyonunun anılarına, duygularına, yeteneklerine erişmenin bir yolunu keşfetmiş. Bu yolun adı da "Evren Sıçraması". Bu özelliklere sahip Evelyn'in diğer evrenlerde, gücünün sınırları bilinmeyen, bütün evrenlere hakim bir varlık olan Jobu Tupaki tarafından binlerce kez öldürülmesi yüzünden kendini Evelynleri bulmaya adamış Alfa Evreni (Alphaverse), hiçbir şeyden habersiz Waymond'ın bedenine giren Alfa Waymond sayesinde dünyada hiçbir şeyden habersiz kuru temizlemeci Evelyn'e ulaşarak onu bu misyonuna karşı uyarmak istiyor. Evelyn'in bir şeyler inşa ediyor olduğunu bilen ama ne inşa ettiğini, amacının ne olduğunu bilmeyen Alfa Evreni, henüz misyonunun farkında olmayan kahramanımız Evelyn'e bu farkındalık yolculuğunda yardımcı olma görevini üstlenmiş. Alfa Evreninde, Evren Sıçraması için eğitilen genç zihinlerden biri olan, potansiyeli çok yüksek olduğu için sınırları zorlayan, sonunda da aşırı yükleme yüzünden parçalanıp çoklu evrenin sonsuz gücüne ve bilgisine hakim olan Jobu Tupaki ise Evelyn ve Waymond'ın kızları Joy'un türlü versiyonlarından başkası değil. Tıpkı Evelyn'in olduğu gibi Jobu Tupaki'nin de amacı bilinmiyor. Ama tek istediği Evelyn'i bulmak. Yani dünyada sıradan bir anne-kız olan bu ikili, evrenler arasında kedi-fare oyunu oynayan kadim güçler olarak tasarlanmış. Bu ezeli rekabetin boyutlarına birazdan daha ayrıntılı bakacağız.


Filmin en orijinal ve aynı zamanda absürtlüğü dahilinde kendi mantık kanunlarını yaratmış buluşlarından biri "Tahmini Rota Algoritması" sayesinde olası sıçrama noktalarını kullanabilme kriterleri. Alfa Evreni, istatistiksel olarak olası olmayan hangi eylemin, kişiyi bulunduğu kümenin sınırındaki hangi evrene ışınlayacağını hesaplayan, böylece o kişinin istediği evrene fırlamasını sağlayan bir algoritma geliştirmiş. Ayakkabıları ters giymek, dudak parlatıcısı yemek, kağıtla parmak aralarında kesikler oluşturmak gibi ne kadar mantıksız olursa o kadar başarılı sıçrama yaptırabilecek talimatlarla Alfa ekibinin belirlediği rotaların kullanılması filme çok önemli bir dinamik katıyor. Matrix'te ajanların istediği bedenlere girebilme özellikleri gibi, Jobu Tupaki'nin sıradan insanları birer askere çeviren ele geçirme gücünü de bu absürt algoritmaya ekleyerek hem mizah, hem de aksiyon yönünü garantiye alan, ancak hepsini zekice ve ekonomik biçimde kullanan senaryo, bu kez türler arası sıçramaları için kendine de sürprizlerle dolu geniş bir hareket alanı yaratmış oluyor. İnsanoğlunun en büyük fantezilerinden biri olan, aslında çeşitli bilim insanları, evrim bilimciler tarafından olasılığı ciddi boyutlarda incelenen çoklu evren mefhumu üzerine ana ekseninden fazla sapmadan bir "çoklu evrenler evreni" ayrıntıları da serpiştirilmiş. Örneğin Alfa Evreninde büyükbaş hayvanların ve buna bağlı olarak süt ve süt ürünlerinin sonu gelmiş. Evrenin birinde sadece parmakları sosis şeklinde olan insanlar yaşıyor. İçinde Jobu Tupaki/Joy'a ait her şeyin bulunduğu, zaman içinde evrimleşerek "gerçek"e dönüşen dev bir kara simit metaforuyla kara delik göndermesi yapılıyor vs... Fakat çılgın fikirlerden oluşan bu kadar kapsamlı bir çoklu evren tasarımının hizmet ettiği nihai amaç da bir o kadar şaşırtıcı: Aile dinamikleri!

Kahramanımız çamaşırhane işletmecisi Evelyn'in hem kocası Waymond, hem de kızı Joy ile sorunları var. Her şeyden evvel Evelyn'in kendisiyle sorunları var. Yıllar önce yaptığı bir seçim sonucu Waymond ile evlenip yarım bıraktığı hedefleri, peşinden gitmediği hayalleri yüzünden hep bir pişmanlık içinde. Binlerce farklı evrendeki Evelynler arasında hayatının en kötü halini yaşayan tek Evelyn kendisi. Ama öte yandan "seçilmiş" olmasının nedeni de bu sıradanlığı. Çünkü onun her başarısızlığı, diğer Evelynler için başarı demek. Başarıyı tatmış binlerce versiyonun mu, yoksa kaybedecek bir şeyi olmayanın mı seçilmişliği daha anlamlıdır sorusunun bu maceranın şekillenişindeki rolü büyük. Waymond ile boşanma evresi, Joy ile her anne-kızın yaşadığı kuşak çatışması normal şartlarda o kadar sıradan şeyler ki, bunlara artık filmlerde tahammül etmekte zorlanıyoruz. Ne var ki karşımızda normal bir film yok. Aile içi iletişimsizlikler, farklılıklar, pişmanlıklar, kızgınlıklar tüm bu çoklu evren tasarımına doğrudan ve dolaylı yollarla yediriliyor. Üstelik şaşırtıcı biçimde bu alakasızlıklardan olağanüstü kimyalar yakalanıyor. Evelyn'in binlerce farklı evrendeki hallerinden bazıları da film boyunca uçuk kaçık kurguya yerinde müdahalelerle ekleniyor. Evelyn'in Waymond ile evlenmeyip bir yıldız olmuş hali, vergi memuru Deirdre ile sosis parmaklı evrende birlikte yaşayan hali gibi aslında hepsinin ayrı birer film potansiyeli bulunan, hepsinin Evelyn'in aşk, evlilik, kariyer, annelik rollerini değişik açılardan sorgulayan, kendi mesajları olan pasajları mevcut. Hatta Evelyn ve Joy'un bambaşka bir evrende iki kaya olarak karşımıza çıktığı (!) sessiz, hareketsiz, sadece altyazılı bölüm bile meydan okurcasına filmin oyun hamuru tuhaflığında kendine önemli bir kanal açıyor.


Kwan ve Scheinert, yazdıkları bu yerinde duramayan senaryoyu pratiğe dökme aşamalarında da becerikli ve yaratıcılar. Kafalarına göre hızlanıp yavaşlamaları ama tüm bunları doğru yer ve zamanda yapıyorlarmış gibi hissettirmeleri belki de seyirciyi ne ölçüde kafalayabildikleriyle alakalı. Ağır çekimler, hızlı çekimler, estetik dövüş koreografileri, absürtlüğün hep pusuda beklediği tuhaf fikirler, titiz özel efektler, 2001: A Space Odyssey, Ratatouille, Crouching Tiger Hidden Dragon, In The Mood For Love gibi filmlere yapılan göndermeler/benzetmeler, baş döndüren kurgu oyunları, yönetmenlerin köklerinde olduğu üzere video klip hinlikleri taşıyan sahneler filmin biçimsel zenginliğini oluşturuyor. Bu zenginlik sayesinde hiçbir şey eğreti durmuyor. Basit bir bel çantası, polis kalkanı bile stilize aksiyon sahnelerinin öznesi olabiliyor. Yapımcılar arasında özellikle son Avengers filmleriyle yıldızlaşmış Anthony ve Joe Russo'nun da yer almasına rağmen, kurguda ve sinematografide yer alan indie isimlerle A24'ün yüzakı yapımlarından biri olmayı başarıyor. Hatta müziklere imza atan New Yorklu elektronik üçlüsü Son Lux'un incelikli bestelerini de bu isimler arasına koyabiliriz. Michelle Yeoh, Stephanie Hsu, Ke Huy Quan üçlüsünün uyumları şahane. Jamie Lee Curtis'in canlandırdığı vergi memuru Deirdre'yi de unutmayalım. Özellikle Malezya doğumlu 60 yaşındaki Michelle Yeoh inanılmaz. Evelyn'in şaşkınlığında, öfkesinde, neşesinde, yılgınlığında, sertliğinde, hüznünde bir an olsun teklemiyor. Artık bıktıran "seçilmiş beyaz erkek kişi" tercihine tokat gibi bir cevap veriyor. Everything Everywhere All At Once, tüm o görkemli, eğlenceli, karman çorman görüntüsüne rağmen özünde aile içi iletişimsizliğe, aile kurma uğruna vazgeçtiklerimize, kuşak/kültür/cinsel kimlik çatışmalarının aile fertleri üzerindeki baskılarına dokunan kaotik, epik, komik, dramatik, romantik bir film. Son yılların en yaratıcı, 2022'nin en iyi filmlerinden biri.

26 Mayıs 2022 Perşembe

One Cut Of The Dead (2017)

 
Yönetmen: Shin'ichirô Ueda
Oyuncular: Takayuki Hamatsu, Yuzuki Akiyama, Harumi Shuhama, Kazuaki Nagaya, Manabu Hosoi, Hiroshi Ichihara, Mao, Shuntarô Yamazaki, Shin'ichirô Ôsawa, Yoshiko Takehara, Miki Yoshida
Senaryo: Shin'ichirô Ueda, Ryoichi Wada
Müzik: Shôma Itô, Kyle Nagai, Nobuhiro Suzuki

Shin'ichirô Ueda ve Ryoichi Wada'nın yazıp Ueda'nın yönettiği One Cut Of The Dead (Kamera o tomeru na!), İkinci Dünya Savaşından kalma eski bir su arıtma tesisinde düşük bütçeli bir zombi filmi çeken yönetmen ve film ekibine gerçek zombilerin saldırmasını konu alan bir zombi komedisi. Gelmiş geçmiş en orijinal zombi yapımlardan biri olan filme, çekimlerin tam ortasında dahil oluyoruz. Tutkulu yönetmen Higurashi'yi 42. çekimde bile istediği verimi alamadığı genç oyuncularını azarlarken görüyoruz. Derken çekimlere ara veriliyor ve biz oyuncuların kendi aralarındaki konuşmaları, film hakkındaki yorumlarını izliyoruz. Setteki bazı çalışanların ısırılması ve devamında zombi saldırılarının başlamasıyla kesintisiz, tek çekim halinde 37 dakika boyunca cinayetler, çığlıklar, kan, kurtulma mücadeleleriyle film bitiyor. Sonra 1 ay öncesine dönüyoruz ve bu filmin yönetmen Higurashi'ye veriliş, oyuncu seçme ve prova aşamaları ekrana yansıyor. Çekim başlayınca da ilk 37 dakika tek çekim olarak izlediğimiz bölümün tek çekime yansımayan kamera arkasını kurgusal olarak izliyoruz ki, filmin komedi yanı da burada ortaya çıkıyor. Kesintisiz çekimde yaşanan türlü aksaklıklar, senaryoda olmayan ama tek çekim olduğu, üstelik özel bir kanalda canlı yayınlandığı için kesilemeyen, müdahale edilemeyen anlar, oyuncuların doğaçlamaya kaymaları vs. filmin basit bir zombi parodisinden fazlası olmak istediğini gösterir nitelikte. Shin'ichirô Ueda, ancak peş peşe izlendiği takdirde birbirini çok iyi tamamlayan iki bölümle tür sinemasının sınırlarının ne kadar genişleyebileceğine dair bir meydan okuma gerçekleştiriyor.

Filmin zombi hikayesi söz konusu olduğunda ortada orijinal bir senaryodan söz etmek mümkün değil. Oyuncu performansları da bir felaket. Ama Ueda'nın öncelikleri bunlar değil. İlk ve ikinci bölümün birbiriyle olan organik ilişkisini biçimsel olarak ele almak. Önce kronolojik bir yer değiştirme ile felaketi, sonra da onun öncesinde yaşananları gösteren yapıbozumu denemek. Fakat Ueda bu biçimsel denemesini, yani baştan aşağı ilk bölümün spoilerı olabilecek ikinci bölümü bir yandan filmin bütçesiz, tek çekim telaşının amatörlüğüyle anlatırken, belli bir matematiği de göz ardı etmiyor. Üstelik bu matematik, doğal akışı içinde kendi komedi ambiyansını kuruyor. Böylece tek çekim olarak izlediğimiz ilk bölümdeki bazı sahnelerin perde arkasını, bu defa kurgulanmış bir biçimde izliyoruz. Yani ortada gerçekten kafa yorulmuş, emek verilmiş bir iş var. Ueda, filmin bitiş yazıları esnasında gerçek film ekibinin hem ilk, hem de ikinci bölümde "film içinde film" çektiği bazı gerçek kamera arkası anları da göstererek ortada nasıl bir özenin olduğunu fark etmemizi sağlıyor. Çeşitli alternatif film festivallerinden 30'a yakın ödül kazanan One Cut Of The Dead, Fransız yönetmen Michel Hazanavicius tarafından Coupez! adıyla yeniden uyarlanıp Cannes 2022'nin açılışını yaptı. Romain Duris, Bérénice Bejo gibi kaliteli oyuncuların rol aldığı bu yeniden çevrimdeki performanslar orijinalinden daha iyidir mutlaka. Ama orijinalindeki hırpanilik ve yavanlık da filmin doğasına tam oturmuş denebilir. En önemlisi de macera arayan yönetmenleri cezbedecek olan bu biçimsel orijinalliği.

22 Mayıs 2022 Pazar

Bronson (2008)


Yönetmen: Nicolas Winding Refn
Oyuncular: Tom Hardy, Matt King, Kelly Adams, Katy Barker, Amanda Burton, James Lance
Senaryo: Nicolas Winding Refn, Brock Norman Brock

1974 yılında 19 yaşındayken soygun suçundan 3 yıl hapisle cezalandırılan, fakat içeride sürekli olay çıkartıp kavga ederek cezasını 30 yılı tecritte olmak üzere 34 yıla kadar uzatan Michael Peterson’ın gerçek hikâyesi, Danimarkalı yönetmen Nicolas Winding Refn tarafından Brock Norman Brock ile birlikte senaryo haline getirilerek çekilmiş. Charles Bronson’ı alter egosu ilân eden, özellikle gardiyanlarla kapışmayı seven, uyumsuzluğu yüzünden sürekli değişen hücrelerini birer otel odası gibi gören Peterson, İngiltere’nin en tehlikeli mahkumu ünvanına sahip. Zaten görünen en belirgin amacı da bir şekilde ünlü olabilmek. Refn’in biyografi ve kurmaca arasında gidip gelen anlatımı da tıpkı Peterson kadar ilginç. Nedensiz şiddetin, anarşinin ve çılgınlığın ete kemiğe bürünmüş hali olan Peterson’ın enteresan olaylarla dolu hapisane geçmişi, çiğ bir şiddet yanında, nam-ı diğer Bronson’ın monologları ve kurmaca bir tiyatro sahnesinde seyirciyle konuştuğu anlarıyla tiyatral paralellikte sunuluyor.

Bronson sayesinde göze sokulan bir sistem ve adalet eleştirisi yok. Politik bir figür yerine absürd, bilinçsiz ve anarşist ruhlu bir mapushane palyaçosu olarak resmedilmiş. Tabiî bakışa göre bunlardan doğrudan veya dolaylı politik çıkarımlar elde etmek mümkün. Uzun mahkumiyeti süresince tam bir başbelâsı oluşu üzerinden çocuksu bir şöhret beklentisinin kişiliğine olan yansımaları anlatılmaya çalışılıyor. Zaten bir evlat, âşık ve bahis dövüşçüsü olarak kısaca işlenen rolleri, bu kişiliğin önüne geçemiyor. Bronson rolüyle harika bir oyun çıkaran Tom Hardy’den ayrıca söz etmek gerek. Hardy, her dâim öfke dolu olmasına rağmen ne zaman ne şekilde parlayacağı belli olmayan dengesizlik halini kusursuzca yansıtması yanında, yer yer tek kişilik bir tiyatro oyunu izliyormuş havasına da sokabilen elit bir metoda da sahip olduğunu gösteriyor. Üstelik sempatik bulunabileceği gibi, uzlaşmasız tutumuyla araya mesafe koyan yönünü de aynı metoda eklemiş vaziyette. Görüntü özeni, kurgusu ve etkileyici müzik kullanımıyla, en önemlisi de Tom Hardy’siyle birçok artısı olmasına karşın, her zevke hitap etmeyen bir film olduğunu da söylemeden geçmeyelim.

16 Mayıs 2022 Pazartesi

Long Story Short (2021)

 
Yönetmen: Josh Lawson
Oyuncular: Rafe Spall, Zahra Newman, Ronny Chieng, Dena Kaplan, Noni Hazlehurst, Josh Lawson
Senaryo: Josh Lawson
Müzik: Chiara Costanza

Teddy, bir yılbaşı gecesi saat tam 12'de aynı elbiseyi giymiş olan Leanne'i sevgilisi Becka sanarak öper. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra Teddy ve Leanne'in nişanlı olduklarını görürüz. İkili, Teddy'nin babasının mezarı başında konuşurken Leanne onu yalnız bıraktığı sırada Teddy yaşlı bir kadınla karşılaşır. Sürekli "daha sonra" diyen Teddy'nin evlilik tarihini de ertelediğini duyan yaşlı kadın, bir gün uyansa ve aradan 1 yıl geçtiğini fark etse ne yapacağını sorar. Hayatını sürekli bir şeyleri erteleyerek geçiren Teddy onu ciddiye almaz. Nihayet çift evlendiklerinde mezarlıkta karşılaştıkları kadından, üstünde 10 yıl sonra açılması notu bulunan bir teneke kutu alır. Teddy'nin hayatı, evlendiğinin ertesi günü uyandığında bambaşka bir hal alır. Teddy, her birkaç dakikada bir bir sonraki yıla atlamaktadır. Atladığı gün ise evlilik yıldönümüdür. Zaman geçip giderken Teddy, hızla değişen hayatını kontrol edemez. Bu durum üzerine hayatının aşkını kaybetmemek ve kaçırdığı zamanları geri alabilmenin yolunu bulmak için çabalar. Avustralyalı aktör Josh Lawson'ın yazıp yönettiği ikinci uzun metraj olan Long Story Short, üzerine 90'lar romantik komedilerinin kokusu sinmiş, bilindik mesajını iyi bir hikaye ile servis etmesini bilmiş bir film.

Fantastik çıkış noktası itibariyle bazı Jim Carrey, Adam Sandler filmlerinin dokusuna sahip Long Story Short'u tasarlayan Lawson, oyuncu olarak ülkesi dışında pek tanınmasa da kariyerinde yeni bir sayfa açtıktan sonra yazar/yönetmen olarak iyi işler çıkarmakta. Lawson, 2014 tarihli ilk filmi The Little Death'te beş ilginç cinsel fanteziye sahip beş çiftin yaşadıklarını anlatırken komedi ve dram tonlarında sağladığı dengeyle dikkatleri çekmişti. Long Story Short'ta da yine yaratıcı bir fikrin geliştirilmesi sonucu her şeyi ertelemeyi alışkanlık haline getirmiş Teddy'nin kayıp giden zamanın önemini anlaması için tuhaf biçimde cezalandırılmasıyla başına gelenleri izliyoruz. Bu tip yaratıcı fikirlere Hollywood'dan aşinayız. Tanrı olmakla ödüllendirilen, doğru söylemekle lanetlenen Jim Carrey (Bruce Almighty ve Liar Liar), hayata hükmeden bir uzaktan kumanda ele geçiren Adam Sandler (Click), her gün aynı günü yaşayan Bill Murray (Groundhog Day), bir yazarın son romanındaki baş karakter olduğunu fark ederek yazarın sesini kafasında duymaya başlayan Will Ferrell (Stranger Than Fiction) gibi fantastik hikayelerin öznesi olan Teddy, evlendiği günün sabahından itibaren her birkaç dakikada bir yıl atladığını, atladığı günün de evlilik yıldönümü olduğunu anlıyor.


Mental olarak hala evlendiği ilk günde olan Teddy'nin dakikalar içinde Leanne'in hamile olduğunu, kızı Talulah'ın evin içinde koşturduğunu, evliliğinin tehlikeye girdiğini, kankası Sam'in kansere yakalandığını Leanne ile ayrıldığını, eski sevgilisi Becka ile görüştüğünü anlaması eğlenceli ve komik anlar yaşatıyor. Tabii tüm bu gelişmeler bize sindirilerek, bu anlarda yaşanacak şaşkınlıklar detaylandırılarak veriliyor. Tempo gayet yüksek ve Teddy'nin telaşı, şaşkınlığı ve bir süre sonra bu tempoya olan alışkanlığı seyirciyi de içine alıyor. Ama Lawson nerede acele edeceğini, nerede duraksayıp mesajını güçlendireceğini çok iyi biliyor. Aşk, evlilik, aile kurmak, doğru insanı bulmak, ayrılık, depresyon gibi meselelerin hepsi tek bir şeye hizmet ediyor: Zaman! Filmin ana amacı, hayatımızda bir şeyleri erteleyerek kaybettiğimiz zamanı günü gelince çok arayacağımız gerçeğini hatırlatması. Lawson tempolu ama dengeli kurgusuyla, hızlandırılmış kronolojisiyle olduğu kadar, "beklediğin her saniye, asla geri alamayacağın bir saniyedir" veya "hayat kısa ama öte yandan en uzun süre yapacağın şey" gibi parlak aforizmalarla da Hollywood ürünü muadillerine meydan okuyor. Ana karakteri belli noktalarda çok iyi tamamlayan en iyi arkadaş, sahip olunan aşkın değerinin anlaşılmasını sağlayan eski/yeni sevgililer, evliliğin ilk 10 yılını temsil eden, sırasıyla kağıt, pamuk, deri, meyve, odun, tatlı bir şey, yün, bronz, çömlek, teneke gibi nesneler, ilişkiye/evliliğe dair başka hoş ayrıntılar, kısaca iyi bir "kendini iyi hisset" filminden ne bekleniyorsa hepsini çok iyi biliyor.

Josh Lawson, önce The Little Death ve şimdi de Long Story Short ile kadın - erkek ilişkilerine dair söyleyecek çok şeyi olduğunu gösterdi. Özellikle ilginç cinsel takıntılara sahip çiftleri konu aldığı The Little Death ile bu takıntıları aşk, evlilik, iletişimsizlik sorunlarını farklı açılardan görünür kılmayı sağlayacak araçlar haline getirmesini başarmıştı. Long Story Short'ta ise hızla akan zaman fantezisinin Teddy - Leanne çiftinin ilişkileri özelinde, ihmal eden ve edilenlerin zamana karşı yıpranışlarını betimlemek için bir araç olarak kullanıldığını görüyoruz. Lawson'ın 90'lar romantik komedilerinde ivme kazanan aşka ve doğru insana olan inancını bu tip araçlar yardımıyla diri tutmaya yönelik tarzı, Becka'nın "sen bana yanlış kişiyle olmaktan daha yalnız bir şey olmadığını gösterdin" veya Leanne'in "seninle hiçbir şey yapmamayı özledim" cümlelerindeki nostaljik dokunaklılığı da beraberinde getiriyor. İngiliz aktör Rafe Spall ile Zahra Newman'ın kimyasızlığı bile bir süre sonra bu dokunaklılık içinde eriyip yok oluyor. Filmde Patrick adıyla kısa bir rolü de olan Josh Lawson, bilindik formülleri dümdüz anlatmak yerine onları farklı fikirlerle süsleyerek elini güçlendiren bir yol belirlemiş ve şimdilik ikide iki yaparak o yolda ilerliyor.