29 Ocak 2024 Pazartesi

Les chambres rouges (2023)

 
Yönetmen: Pascal Plante
Oyuncular: Juliette Gariépy, Laurie Babin, Elisabeth Locas, Maxwell McCabe-Lokos, Natalie Tannous, Pierre Chagnon
Senaryo: Pascal Plante
Müzik: Dominique Plante

Genç kızlar arasından seçtiği kurbanlarını işkence ederek vahşice öldüren ve bu cinayetleri videoya çeken seri katil Ludovic Chevalier'in yüksek profilli duruşması Québec'te başlamıştır. Chevalier, videodaki şahıs maskeli olduğundan suçlamaları kabul etmemektedir. Ama aleyhindeki deliller oldukça sağlamdır. Hali vakti yerinde olan güzel model Kelly-Anne de bu duruşmanın takipçilerindendir. Öyle ki, duruşmayı kaçırmamak için evsizler gibi mahkeme yakınındaki bir noktada geceyi dışarıda geçirmektedir. Bu mahkeme rutini sırasında Chevalier'e hayranlık duyan, onun suçsuz olduğuna inanan genç Clementine ile tanışır. O da işini gücünü bırakıp duruşmaları takip etmek için gelmiştir. Kelly-Anne ve Clementine mahkeme süresince birlikte vakit geçirmeye başlarlar. Pascal Plante'nin yazıp yönettiği Les chambres rouges (Red Rooms), bu enteresan konusuna her unsuruyla sahip çıkan iyi çekilmiş bir psikolojik gerilim. Baş karakteri Kelly-Anne'in esrarengizliğini, motivasyonunu, bu duruşmaları neden takıntı haline getirdiğini sonuna kadar iyi gizlemesi belki de en büyük başarısı. Onun da tıpkı Clementine gibi bir Chevalier hayranı mı, öldürülen kızlardan birinin yakını mı, yoksa sırf ilgisini çektiği için duruşmaları izlemek isteyen meraklı bir vatandaş mı olduğunu anlayamıyoruz. Pascal Plante bize tek başına bir dairede yaşayan Kelly-Anne'in yalnızlık rutininde de, sonradan tanıştığı Clementine ile olan diyaloglarında da ona dair bir şeyleri açık etmemeyi başarıyor.

Plante aslında filmin içine başı, sonu ve ortasıyla Clementine'in hikayesini de koymuş. Tecavüzcü ve katil Ted Bundy’nin, katliam azmettiricisi Charles Manson'ın ve daha pek çok suçlunun binlerce kadın hayranı vardı. Seri katil, soyguncu, tacizci, tecavüzcü gibi kişilere duyulan tutku, yoğun cinsel istek ve hayranlığa "hibristofili" deniyor. Hibristofili kadınların aralarında ev kadınları da var, akademisyenler de. Yalnız yaşayanlar, evli olanlar, genç veya yaşlı olanlar da. Tek ortak noktaları, katilleri çekici, seksi ve sevilebilir bulmaları. Başka psikolojik ve bastırılmış gerekçeler de mevcut. Clementine'in toyluğu, onun bu hayranlığının gerekçesini derinleştirmiyor. Bir pop veya film yıldızına olan hayranlığa benziyor. Chevalier'i savunmak için Kelly-Anne'in dairesinde izlediği bir canlı yayına telefonla bile katılmayı göze alacak kadar hem de. Onun bu çırpınışlarını karşılıksız bir aşk veya toyluğunun verdiği bir zavallılık olarak ibretle izliyoruz. Kurbanlarla arasında fazla yaş farkı olmamasına rağmen avukatıymış gibi bu katili savunmasının sebeplerini tam olarak açıklamıyor. Kelly-Anne de ondan açıklama istemiyor zaten. Böylelikle Plante bu defa yan karakteriyle filmine başka bir belirsizliği daha eklemiş oluyor. Belki başka eklentilerle ondan da ayrı bir film çıkabilirmiş. Fakat asıl büyük gizem, Kelly-Anne'in olayının ne olduğu.

Aldığı işler ve bir markanın yüzlerinden biri olmasından anladığımız kadarıyla iş hayatı yolunda giden, işinde, evinde, sporunda çekici bir model olan Kelly-Anne'in neden bu davayı bu kadar ilgiyle takip ettiği sorusu baştan sona filmin en büyük muamması. Akla yukarıda da belirttiğimiz bazı ihtimaller geliyor. Plante bu ihtimalleri herhangi bir söze, imaya, diyaloğa, repliğe dökmeden, büyük ölçüde oyuncusu Juliette Gariépy'nin soğuk ve bu sebepten muğlak çekiciliğine yaslanıyor. Aslında buna ne derece yaslanmak denebilir o da tartışılır. Yönetmen ve oyuncu uyumu olarak görebiliriz. Keza, Clementine'i canlandıran genç oyuncu Laurie Babin de çok başarılı. Normal şartlarda yollarının kesişmesi zor olan bu iki kadını ortak paydada buluşturan bu dava, Kelly-Anne'in genç Clementine'e evini açmasını, onunla kızı veya kızkardeşi gibi ilgilenmeye başlamasına da vesile oluyor. Bu arada davadan söz açılmışken, bazı dramatik anlara sahne olan mahkeme sahnelerini de uygun bölümlere serpiştiren Plante, temelde bu sahneleri Chevalier'i gerçekten suçlu mu, değil mi ikilemine göre değil, kurbanların ve orada bulunan aile fertlerinin çektiği acıları yansıtmak için kurguluyor. Yine de her şey Kelly-Anne'in bütün bunlarla nereden ve neden ilişkilendiğine hizmet eder görünüyor. Yine muammalara ve ikilemlere kapı açan finale gelene kadar Kelly-Anne'in yaptıklarına anlam yükleme işi bile tecrübe edilmesi gereken bir bulmaca adeta. Sinematografisinden müziğine, kurgusundan oyuncu performanslarına Les chambres rouges etkileyici bir psikolojik gerilim.

19 Ocak 2024 Cuma

La sociedad de la nieve (2023)

 
Yönetmen: J.A. Bayona
Oyuncular: Enzo Vogrincic, Agustín Pardella, Matías Recalt, Esteban Bigliardi, Diego Vegezzi, Fernando Contingiani, Esteban Kukuriczka, Francisco Romero, Rafael Federman, Valentino Alonso, Tomas Wolf, Agustín Della Corte, Felipe Gonzalez Otaño, Andy Pruss, Blas Polidori, Paula Baldini, Simon Hempe, Felipe Ramusio, Luciano Chatton
Senaryo: J.A. Bayona, Bernat Vilaplana, Jaime Marques, Nicolás Casariego, Pablo Vierci
Müzik: Michael Giacchino

13 Ekim 1972'de Uruguay Hava Kuvvetleri’nin 571 numaralı uçağı bir ragbi takımını Uruguay’dan Şili’ye götürmek üzere havalandı. 40 yolcu ve 5 mürettebattan oluşan uçak And Dağları'na çarpıp düşünce hayatta kalan 29 kişi hayatta kalmak için olağanüstü bir çaba içine girdi, akıl almaz kararlar uygulamak zorunda kaldılar. Pablo Vierci'nin gerçek olaylara dayalı aynı adlı kitabından J.A. Bayona, Bernat Vilaplana, Jaime Marques ve Nicolás Casariego'nun senaryosunu yazdıkları La Sociedad de la Nieve (Society Of The Snow), El orfanato, Lo imposible, A Monster Calls gibi filmlerle uluslararası üne kavuşan J.A. Bayona tarafından yönetiliyor. Bu feci, aynı zamanda inanılmaz olay 1993 yılında Alive adıyla Frank Marshall tarafından da filme alınmış, "İngilizce konuşan Uruguaylılar" biraz yadırgansa da dünyaya 1972 yılında yaşanmış böylesi bir trajediyi duyurması açısından oldukça ses getirmişti. Bu filmden 30 yıl sonra Bayona, yine bir felaket sonrası hayatta kalma filmi olan Lo imposible'dan da edindiği tecrübeleriyle belki de kariyerinin en güçlü filmine imza atarken, pek çok ödül ve adaylık da elde etti. En İyi Uluslararası Film ve En İyi Saç ve Makyaj dallarındaki Oscar adaylıkları da bunlara dahil. Alive'ı izlemiş ve bu insanların dramlarını öğrenmiş seyirciler için aynı etkiyi uyandırır mı bilinmez ama ilk kez tanıklık edecekler için kesinlikle çok iyi bir deneyim.

Filmi ara sıra anlatıcı olarak devreye giren Numa'nın cümleleriyle izliyoruz. Pablo Vierci'nin mi, yoksa senarist ekibinin mi olduğunu bilmediğimiz bu tercih filme bazen şiirsel, çoğunlukla da dramatik dokunuşlar sağlıyor. Numa, takımda olmayan, başta bu yolculuğa çıkmayı da düşünmeyen ama arkadaşlarının ısrarıyla son anda aralarına katılan 25 yaşında parlak bir genç. Kalabalık oyuncu kadrosu içinde yavaş yavaş öne çıkanlar olsa da, Numa'nın merkezi bir konumu var. Kazadan sonra onun gözlemci konumu ile seyircinin izleyici konumu örtüşüyor. Bayona, olayın trajik, dramatik, psikolojik tüm etkilerini anlatmak için çaba gösteriyor. Fakat bunun yanında bir yönetmenin yapması gereken hikaye anlatıcılığı yanında sinema sanatı üzerine yaptığı birikimlerini de kullanmak için bir alan açmaya uğraşıyor. Etkileyici kaza sahnesi yanında, hayatta kalanların karşılaştıkları diğer tehlikeleri betimleyişi de çok çarpıcı. Özellikle felaket, panik ve psikolojik çöküntü anlarında kamerasını karakterlerin yüzlerine iyice yakın girerek etkiyi güçlendiriyor. Uçak enkazının dar alanını çok iyi kullandığı gibi, çığ atakları sonrası o dar alanı daha da daraltarak bu boğuculuktan klostrofobik bir estetik bile sağladığı söylenebilir. Kısacası, hikayesinden kopmadan biçime verdiği önemi de belli ediyor.

Bazı sahneleri kazanın yaşandığı noktada çeken Bayona, gerçeklere sadık bir film ortaya çıkarmak adına her detaya çok önem verdiğini belli ediyor. En İyi Saç ve Makyaj dalındaki Oscar adaylığını hak eden özenli bir çalışma var. Kaza sonrası aradan geçen günlerin, haftaların karakterlerin yüzlerine yansımaları, yara izlerinin iyileşme süreci, sert hava şartlarının sebep olduğu yeni yıpranmalar, ciltlerdeki değişimler, yorgunluk, açlık emareleri bu çalışmanın başarısını gösteriyor. Açlık demişken, Bayona kazazedelerin açlığa karşı durabilmek için mecburen buldukları çarenin etik yanını sorgulatırken onların dehşetten alışkanlığa doğru giden kronolojisine gerçekçi biçimde bakıyor. Bu etik, beraberinde din ve tanrı bölgesine de giriş sağlıyor. Ama Bayona bu tartışmaları sakız haline getirmeden, gerekli gördüğü yerlerde kullanıp özünde hayatta kalma güdüleri içinde öğütmeye çalışıyor. "Daha kötü ne olabilir, başlarına daha ne gelebilir" diye düşündüğümüz anlarda bile başka sorunlar çıkması, klostrofobinin ve çaresizliğin derinleşmesi, buna rağmen hayatta kalma ümidinin korunması kimi zaman diyaloglarla, kimi zaman da sembolik sahnelerle ifade buluyor. Çığın altından yüzeye çıkmaya çalıştıkları sahnenin bir doğum sahnesini andırması gibi örneğin. Oyuncu kadrosu arasından öne çıkan genç aktörler Enzo Vogrincic (Numa), Agustín Pardella (Nando) ve Matías Recalt (Roberto) çok başarılılar. La Sociedad de la Nieve, bu unsurlar kadar sinematografisinden Oscar ödüllü besteci Michael Giacchino'nun müziklerine en etkileyici hayatta kalma filmleri arasında anılmayı hak eden, ayrıca bundan böyle J.A. Bayona kariyerinde de söz sahibi olabilecek sarsıcı bir yapım.

11 Ocak 2024 Perşembe

Rye Lane (2023)

 
Yönetmen: Raine Allen-Miller
Oyuncular: David Jonsson, Vivian Oparah, Poppy Allen-Quarmby, Simon Manyonda, Karene Peter, Benjamin Sarpong-Broni
Senaryo: Nathan Bryon, Tom Melia
Müzik: Kwes

Nathan Bryon ve Tom Melia'nın senaryosunu yazıp Raine Allen-Miller'ın yönettiği Rye Lane, tuhaf bir fotoğraf sergisinde tuhaf bir biçimde tanışan Yas ve Dom'un önce o günü birlikte geçirmeleri, sonra da birbirlerinin özel hayatlarına dahil olarak eski sevgilileriyle aralarındaki sorunlara karıştıkları sevimli bir romantik komedi. Adını saydığımız senarist ve yönetmeni daha önceki bilinmeyen işleri sebebiyle tanıyan çok azdır. Ama bir debut olarak Rye Lane ileride onları da takip edilecek insanlar haline getirebilir. Zaten filmin aldığı ödüllerden biri Toronto'da En İyi İlk Film ödülü. Rye Lane'i iyi bir film yapan çeşitli sebepler var. Özellikle 90'larda altın dönemlerinden birini yaşayan romantik komedilerin formüllerinden yola çıkıp bunu günümüz İngiliz 20'li yaşlar kuşağına uyarlarken hem zeki, hem de eğlenceli olmayı ihmal etmeyen bir anlatım var ortada. Bu uyarlayış zaman zaman hızını alamayan diyaloglara, karikatüre varsa da, o sevimli haline alıştırıp ilişkiler üzerine söyleyeceklerini rahat bir zeminde dile getirebiliyor. Söyleyecekleri de eski ilişkilerde yapılan yanlışlar, karşı tarafın iyi niyeti suistimali, ilk anlardaki heyecanın yitirilmesi, buna bağlı olarak ihanet, eski ilişkideki ilkelerin yeni ilişkide hiçe sayılmasının adaletsizliği, yine buna bağlı olarak yeni bir ilişkiden duyulan çekinceler gibi daha pek çok alt başlığa ayrılabilecek çeşitlilikte. Byron ve Melia'nın akıcı, dinamik, zeka kokan diyalogları, aynı sıfatları kullanabileceğimiz Allen-Miller rejisiyle çok iyi bir kimyaya sahip.

Sevgilileri tarafından terk edilen iki gencin kesişen yolları, zaman geçtikçe birbirlerine iyi geldiklerini fark etmeleri, kendilerini terk edenlerle yüzleşmeleri, bir nevi 20'li yaşlarındaki iki gencin ilişkisel manada büyüme hikayesi gibi de okunabilir. Bununla birlikte terk edilenlerin, terk edenlere karşı bu durumu hazmedemeyişleri, buna rağmen onlara "iyiyim" mesajı vermeye çalışmaları, derinlerde saklı terk edilme sebeplerini bilmek istemeleri irdeleniyor. Restoran sahnesinde Yas'ın, gizlice eve girme sahnesinde de Dom'un birbirlerini eski sevgililere karşı kollamaları komik, eğlenceli aynı zamanda derinlerinde dramatik anlar taşıyor. Yas ve Dom, kendilerini terk eden eski sevgilileriyle yaşadıkları bu anlar sayesinde birbirlerini olabilecek en etkili, en savunmasız, en çıplak halleriyle tanıyorlar. Alışıldık romantik komedilerdeki alfa/maço erkek, romantizmden başı dönmüş kadın imajlarını umursamayan senaryo, Yas ve Dom ile bu imajların dışında da ana karakter tasarlanabileceğinin, iyi yazıldığı takdirde çok başarılı sonuçlar vereceğinin kayıtlarından biri. Terk edilenlerin ittifakı açısından düşündüğümüzde akıllara Meg Ryan ve Matthew Broderick'in başrollerinde yer aldığı 1997 tarihli Addicted To Love'ı da getirebilecek Rye Lane, David Jonsson ve Vivian Oparah gibi iki parlak oyuncunun filmin ruhuna son derece uygun performanslarıyla taçlanan bir film. Panaromik çekimler, eğlenceli mizansenler, rengarenk kıyafetler, hoş müzikler, Nathan Bryon, Tom Melia ve Raine Allen-Miller isimlerini bir kenara not etmemizi sağlıyor.