30 Aralık 2023 Cumartesi

Das Lehrerzimmer (2023)

 
Yönetmen: İlker Çatak
Oyuncular: Leonie Benesch, Leonard Stettnisch, Eva Löbau, Michael Klammer, Anne-Kathrin Gummich, Kathrin Wehlisch
Senaryo: Johannes Duncker, İlker Çatak
Müzik: Marvin Miller

Berlin doğumlu İlker Çatak'ın senaryosunu Johannes Duncker ile yazdığı, kendisinin yönettiği dördüncü uzun metrajı Das Lehrerzimmer, yeni görevlendirildiği bir okulda sınıf öğretmenliği yapan Carla Nowak'ın göreve başlamasından sadece birkaç ay sonrasından başlıyor. Okulda baş gösteren hırsızlık olayları sonrası öğretmenler odasında da bir olaya tanık olan Carla, para dolu cüzdanını ceketine koyup laptop kamerasıyla kayda başladıktan sonra odadan çıkar. Geri döndüğünde cüzdanında para eksildiğini görür. Kurduğu bu tuzak sonrası kayıtlara baktığında, geri dönüşü zor olaylar silsilesinin fitili ateşlenmiş olur. Filmin konusu ve gelişimi hakkında fazla bilgi vermek izlemeyenlere haksızlık olacağından sadece farklı boyutlara bakan etik konumlanışına değinmek daha uygun olur. Hırsızlık söz konusu olduğunda olaya bakışımız ne kadar keskinse, bu yüz kızartıcı olayın bir okul ortamında gerçekleşiyor olması da başka dinamiklerle ele alınması gereken bir konu. İlker Çatak, Carla'nın günlük sınıf ve okul rutini arasına serpiştirdiği öğrenci, ögretmen, veli etkileşimleriyle ve onun peşinden ayrılmayan kamerasıyla Carla'yı hiç zorluk çekmeden seyirciye benimsetiyor. Carla okula sonradan gelmiş olmanın verdiği ürkeklik kırıntılarıyla, öğrenci dostu, ilkeli ve kararlı bir duruşu aynı anda sergileyebilen iyi tasarlanmış bir karakter olarak ekranı dolduruyor. Okulda yaşadıklarından dolayı başına gelen ve gelebilecek her şey hakkında onun tarafındayız, onunla birlikte endişeler duyuyoruz, onunla birlikte sürekli hareket halindeyiz. Bu da filme stilize bir psikolojik gerilim olarak yansıyor.

Hayatın her alanında olduğu gibi okullarda da kaçınılmaz olarak yer alan çok kültürlülük neticesinde eğitimcilerin ince bir çizgide yürüyor olmaları kaçınılmaz. Göçmen öğrencilere ve velilerine zaman zaman sosyal hayatta karşılaştıkları ötekileştirmeleri, demokratik olmaya çalışan okul ortamında yaşatmamak için personelin ellerinden geleni yaptıkları bir Alman okulundayız. Ama mesela cüzdanında öğretmenlerin gözüne fazla görünecek bir meblağın bulunması sonucu Türk öğrenci Ali'nin ailesinin okula çağrılması, İlker Çatak'ın bilerek kurduğu fakat içine düşmediği ustalıklı bir ikilem adeta. Ali'den Türk olduğu için değil, cüzdanında fazla para olduğu için şüphelenildiğini, kendisinden şüphelenen öğretmenler üzerinden olumlayabilmesi çok önemli. Sabıkalı geçmişine istinaden günümüz Alman okullarındaki ırkçılığa, önyargılara, ötekileştirmelere duyulan hassasiyetlere parmak basan Çatak, hiçbir şekilde yanlış anlaşılmak istemeyen, üzerinde bu olumsuzlukların lekesini taşımak istemeyen modern eğitimcilerin yaklaşımlarını da bir nevi kolluyor. Ne var ki hırsızlık lekesi ortaya çıkınca mesele bir anda ırkçılık veya ötekileştirmeden uzaklaşıp kişisel haklara varıyor. Öğrencilerin töhmet altında bırakılması, dersin bölünüp arama yapılması gibi uygulamalar filme başka bir pencere daha açarak eğitim sistemlerinin toplumsal yaşamla olan kopmaz bağlarına işaret ediyor. Reşit olmayan çocukların da kişisel mahremiyetlerine, hak ve özgürlüklerine müdahale konusunda bilinçlenmeye başlamalarını masaya yatırıyor.


Bu ötekileştirmelere karşı pusuda bekleyen okul gazetesinde görevli öğrencilerin röportaj yaptıkları Carla'ya karşı korkusuzca soruları, zekice sıkıştırmaları, metinde oynamalar yaparak yayına girmeleri, linç zemini oluşturmaları gibi pek çok ayrıntıyı da unutmayan İlker Çatak, bir okulun nasıl bir ülkenin mikro habitatı olabildiğini gerçekçi tespitlerle hikayesine yediriyor. Bunun için özel bir çaba sarf etmek de gerekmiyor. Zira bir okul, resmi ya da gayri resmi biçimlerde, içinde bulunduğu şehrin ya da ülkenin aynası gibi refleksler sergiliyor çoğu zaman. Öğrencilerin, öğretmenlerin, velilerin ve bu sorunlar yumağının ortası da kalan Carla'nın bir de şahsi hırsızlık meselesiyle uğraşmak zorunda kalmasıyla başını kalabalıklaştıran Çatak, üstüne parlak öğrencisi Oskar'ın bu hırsızlık meselesiyle olan dolaylı ilişkisini de ekleyip hepsini gayretkeş biçimde idare ediyor. Tabii Carla'nın bu sorunların bazılarını yönetemeyebileceği gerçekliğini de yadsımadan idare ediyor. Sınıfta, öğretmenler odasında, veli toplantısında, hatta okul gazetesinde görevli öğrencilerin arasında Carla'nın hedefin tam ortasında yer alıyor olması, irili ufaklı krizleri nasıl yöneteceği veya yönetemeyeceği Çatak'ın yarattığı bu karakter aracılığıyla kendi kendine bir meydan okuması adeta. Hırsızlık konusunu çözmek, velilere, öğrenci ve öğretmenlere kendini doğru ifade etmek, Oskar'ı kaybetmemek ve daha pek çok şey, bir öğretmenin sadece tahta başında ders anlatan biri olmadığını anlamamıza yardımcı olabilir. Hatta Çatak derinlemesine nüfuz etmemiş olsa bile, dolaylı da olsa veli toplantısı sahnesi bize, kendi çocuğuyla ilgilenmeyip, öğretmenden kendi çocuğuyla ilgili hesap sorma görgüsüzlüğü gibi pek çok başka şey düşündürebilir. Çığlık sahnesinin imdada yetişmesi ise zamanlamasıyla kısa da olsa bir rahatlama sağlayabilir.

Das Lehrerzimmer, 2021 tarihli Laura Wandel filmi Un monde gibi tamamı okulda geçen diken üstünde bir psikolojik gerilim. O filmde zorbalık teması ön plandayken, Das Lehrerzimmer, sorunlar açısından daha çetrefilli, daha katmanlı ve dinamik. Üstelik öğrenci gözüyle bakmak, öğretmen gözüyle bakmaktan daha farklı. Buradaki odağımız olan Carla'nın öğretmenliği yanında, güçlü ve zayıf yanlarıyla insani özellikleri de filmin gidişatında önemli yer tutuyor. Tabii ekstradan öğrenci Oskar'ın da yaşına özgü insani bir duruş sergileyişine tanık oluyoruz. Eğitimin tüm bileşenlerinin doğrudan ve dolaylı dahil edildiği bir hırsızlık olayının dallanıp budaklanışını toplumsal gerçekliklerle birlikte servis eden İlker Çatak, zaten doğal ortamında da zaman zaman gerilim barındıran okulların bir kıvılcımdan çıkarabileceği yangınlara etkileyici bir örnek sunuyor. Berlin Film Festivali’nde iki alt kategoride, adaylıklarla domine ettiği Alman Film Ödüllerinde ise beş dalda ödüle layık görülen Das Lehrerzimmer, bu dallardan biri olan En İyi Kadın Oyuncuyu da kimseye kaptırmamış. Carla rolünde izlediğimiz Leonie Benesch, yukarıda da sözünü ettiğimiz üzere Carla'nın tedirginliği ve kararlılığı arasındaki dengeyi çok iyi kuran, ikna gücü sayesinde karakteri seyirciye yansıtmakta sıkıntı çekmeyen güçlü performans ortaya koyuyor. Başta Oskar rolündeki Leonard Stettnisch olmak üzere çocuk oyuncular da çok başarılı yönetilmişler. Das Lehrerzimmer, İlker Çatak'ın kariyerinde bir dönüm noktası ve bundan böyle kendisinden beklentilerin yüksek olacağı muhakkak.

18 Aralık 2023 Pazartesi

Unfriended: Dark Web (2018)

 
Yönetmen: Stephen Susco
Oyuncular: Colin Woodell, Stephanie Nogueras, Betty Gabriel, Rebecca Rittenhouse, Andrew Lees, Connor Del Rio, Savira Windyani
Senaryo: Stephen Susco

Matias, günün birinde bir internet kafede sahipsiz bir laptop bulur. Kayıp eşya kutusundaki bu laptop uzun süredir oradadır. Sahibinin artık bilgisayarı istemediğine karar veren Matias bilgisayarı alıp evine götürür. Bilgisayarı açıp incelediğinde ise gizli dosyalara rastlar. Bu dosyalar bir bilgisayar oyunu programıyla gizlenmiş olan deep web içerikleridir. Deep web kullanıcıları, kurbanlarına yaptıkları işkenceleri, işledikleri cinayetleri ve tacizleri deep web üzerinden birbirleriyle paylaşmaktadırlar. Matias'ın aldığı bilgisayar da bu ağ içinde bulunan birine aittir. Oyun gecesi için görüntülü konuşma uygulamasında bir araya gelen Matias ve beş arkadaşının görüntülere tanık olmalarıyla birlikte kendilerini bir deep web ekibinin korkunç oyununun ortasında bulurlar. Her yere sorunsuzca erişim sağlayabilen kimliği belirsiz saldırganlar, sadece bu arkadaş grubu için değil, onların sevdikleri için de tehdit oluşturmaktadırlar. Tek istedikleri Matias'ın aldığı laptopu geri vermesi gibi görünse de, hayatta kalma oyunu çoktan başlamıştır. Bizler Matias'ın laptopu kafeden alıp eve getirdiğini görmeyiz. Çünkü Stephen Susco'nun yazıp yönettiği Unfriended: Dark Web, tıpkı yine 2018 yapımı Searching ve 2023'de devamı farklı bir konuyla Missing olarak çekilen filmler gibi tamamı dijital ekranlardan derlenmiş bu ekole ait bir film. Zaten Dark Web de 2014 yapımı Unfriended filminin farklı bir versiyonu. Bu bağlamda bir devam filmi olarak kabul edersek ilk filmin önüne bile geçmiş diyebiliriz.

Derin ağ, görünmez ağ veya gizli ağ diye çevrilebilecek Deep Web, uyuşturucu ve silah satışından aşırı cinsel içeriğe, kiralık katil ilanlarından hiçbir yerde bulunmayan işkence ve şiddet görüntülerine akla gelebilecek her türlü yasa dışı içeriğin kol gezdiği, standart web arama motorları tarafından indekslenmeyen, bu yüzden izi sürülemeyen bir siber alan anlamına geliyor. Kesinlikle korku, gerilim, suç filmlerine çok fazla malzeme üretecek potansiyele sahip. Ne yazık ki bu malzemeyi ses getirir biçimde kullanabilen filmler çıkmıyor. Çıkanlar ise hep düşük bütçeli, özensiz, amatör kalmış işler olarak çöpe gidiyor. Bu açıdan her iki Unfriended filmi şimdilik bu meseleyi en izlenebilir halde yorumlayan filmler olarak görülüyor. Tamamı bilgisayar, güvenlik kameraları, chat uygulamaları ekranlarından kurgulanan film, kimilerine göre sinemadan bile sayılmasa dahi, Stephen Susco girişi, yavaş yavaş tırmandırılan gerilimi ve etkileyici finaliyle çoğu gerilim, hatta psikolojik gerilimden daha vurucu olabiliyor. Oyun gecesi için çevirim içi görüntülü chat uygulamasında bir araya gelen altı arkadaşın adım adım kabusa dönüşen "hacklenişleri", dijital paranoyalarımıza ayna tutan birçok fikirle dolu. Mouse imlecinin, açılan pencerelerin, buluntu filmleri andıran kamera görüntülerinin, yazılan mesajların, toplu ve tek tek karakterlere geçişler yapıp anlık tepkileri ölçen resim seçiciliğin yarattığı tansiyon, bilgisayar, internet ve telefon kullanıcısı seyircinin yabancısı olmadığı bir akıcılık taşıyor.

Adı geçen örneklerle yavaş yavaş bir alt türe doğru evrimleşen bu teknolojik tarzın da kendine has işçilikleri var. Buluntu film furyasının nimetlerinden de faydalanıldığı gibi, üzerine başka yenilikler de konmak suretiyle özgün bir dil oluşturma çabası hissediliyor. Filmde yer alan tüm oyuncuların tamamen ekrana bakarak oynamaları da bu yeniliğin bir parçası. Üstelik bu performanslar da filmin iddiasızlığı düşünüldüğünde ortalamanın üstünde denebilir. Özellikle Colin Woodell, kendisine ait olmayan bir laptopu eve getirip açtıktan sonra hayatı bir anda cehenneme dönen, üstelik çevirim içi olduğu arkadaşlarını da belaya sürükleyen Matias rolünde çok başarılı. İlk başlarda hackerlar tarafından ele geçirildiği ama arkadaşlarına bu durumu çaktırmamaya çalıştığı bölümdeki anlık ruh hali değişimlerini yansıtırken sadece belden yukarısıyla takdir edilesi bir efor sarf ediyor. Son derece organize biçimde çalışan, saniyelik montajlarla ekran başında toplanan altı arkadaşa hayatlarının kabusunu yaşatan hackerlar, korku filmlerindeki "göstermediğiyle korkutmak" tekniğini dijital ortamda tecrübe etmemizi sağlıyorlar. Tabii bu organizasyonu ve kurgu becerisi yönetmen Stephen Susco ile birlikte ilk Unfriended'de de imzası bulunan Andrew Wesman'a ait. Filme dair en tanınmış isim ise, yapımcılığa ağırlık veren, ilk film Unfriended ile birlikte Searching, Missing, benzer tekniğe sahip Profile (bu filmin aynı zamanda yönetmeni) filmlerinin de yapımcılığını yapan Timur Bekmambetov. Adı geçen filmlere bakarsak kendisi bu türün en büyük destekçilerinden biri.

5 Aralık 2023 Salı

Anatomie d'une chute (2023)

 
Yönetmen: Justine Triet
Oyuncular: Sandra Hüller, Swann Arlaud, Milo Machado Graner, Antoine Reinartz, Samuel Theis, Camille Rutherford, Jehnny Beth
Senaryo: Justine Triet, Arthur Harari

Fransız Alpleri'nde bir kış evinde kocası Samuel ve görme engelli oğlu Daniel ile izole bir yaşam süren Alman yazar Sandra'nın merkezde olduğu Anatomie d'une chute (Anatomy Of A Fall), dünya prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan güçlü bir dram. Justin Triet'nin yönettiği, oyuncu, yönetmen ve senarist eşi Arthur Harari ile birlikte senaryosunu yazdığı film, özellikle katmanlı senaryo yapısı ve sürükleyici diyaloglarıyla bu gücü elde ediyor. Evin çatı katının tamir işlerini yaptığı sırada yüksekten düşüp hayatını kaybeden Samuel'in ölüm nedeni soruşturma sonucunda intihar mı kaza mı olduğu anlaşılamayınca Sandra cinayet suçlamasıyla tutuklanıyor. Ama olayın mahkemeye taşınması, basının yoğun ilgisi ve savcının Sandra - Samuel çiftinin özel hayatını eşelemesiyle olay 'intihar mı cinayet mi" sorusundan uzaklaşmaya başlayıp, her evresi incelenmeyi gerektiren boyutlara ayrılıyor. Filmin başlarında Sandra bir ziyaretçisi ile görüşme yaptığı sırada üst katta yüksek sesle bir şarkı açılması görüşmenin yarıda kesilmesine yol açıyor. Samuel'in çalışırken hep yaptığı söylenen bu anı Triet bize göstermiyor. Bir süre sonra köpeği Snoop ile yürüyüşten dönen Daniel babasını kanlar içinde evin önünde buluyor. Tabii düşme anını da Triet bize yine göstermiyor. Kısacası olay anında evde Samuel ile birlikte olan tek kişi Sandra olduğundan ve düşmenin intihar mı yoksa itilme mi olduğu anlaşılamadığından direkt şüpheli durumundaki Sandra'nın tutuklanma, en çok da yargılanma sürecini izliyoruz.

Triet, akıcı diyaloglar üzerine kurduğu senaryoyu özellikle mahkeme sahnelerinde ve önemli bir flashback sahnesinde yükseltiyor. Bunların dışında kalan anlar bazen tansiyonu düşürüyor ve filmi ağırlaştırıyor. Olayla kurduğumuz polisiye bağ neticesinde, tıpkı gizemini son dakikalara kadar koruyan polisiye romanlar gibi sonuca ulaşmadan önceki sürecin tadını çıkarmayı, dağılmış parçaları birleştirmeyi seviyorsak bu diyalog ağırlıklı anlardan keyif almamamız çok zor. Kurduğumuz bağ, bizim o mahkeme salonunda bir seyirci veya jüri olmamızı sağlıyor. Pasif biçimde interaktif bir ruh haline bürünüyoruz. Zaten bunu çok iyi yazılmış çok güçlü mahkeme filmlerinde hissederiz genelde. Triet ve Harari, suçlamalarıyla, savunmalarıyla, itirazlarıyla, yerinde müdahaleleriyle, zekice cümle/ifade saptırmalarıyla etkili diyaloglar tasarlamışlar. Bu matematiğe görme engelli Daniel'in tutarsız tanıklığı ve sonradan ortaya çıkacak birtakım motivasyonlar da eklenince olayın "intihar mı, cinayet mi" ikilemi dengeli gelgitler yaratmayı beceriyor. Sandra ve Samuel arasında geçen ve Samuel'in gizlice ses kaydı aldığı tartışma sahnesini mahkemede bulunanlar sadece dinlerken, Triet bize kıyak geçip mahkeme salonundan çıkararak bir flashback olarak izletiyor. Bu sahne yavaş yavaş yükselen tansiyonuyla, Sandra - Samuel arasındaki ilişkinin seyirci kafasında konumlanışıyla, sözlerin bittiği andan sonra tekrar mahkeme salonuna dönülüp sadece seslerin duyulmasıyla, kısacası kendi iç dinamikleriyle ayrıca incelenmeye değer nitelikte.


İntihar - cinayet arasındaki muğlaklığı aydınlatmak filmin tek amacı değil. Justin Triet, büyük ölçüde senaryoya dayalı anlatımını bu gerçeği ortaya çıkarma amaçlı mahkeme diyaloglarıyla kurguladığı kadar, Sandra ve Samuel üzerinden bir evliliğin anatomisine de bakıyor. Her ikisi de yazar olan bu çiftten Sandra'nın Samuel'den daha başarılı, haliyle maddi olarak Samuel'den daha üstün olduğu bu evlilikteki çatlakların en önemli sebebi bu konumlanış. Hangi sebebin ana sebep olduğu ve başka neleri tetiklediği göreceli olabilecek iken, önemli olanın çiftlerin birbirlerine karşı biriktirdikleri ve evlilik çatlakları arasından bunları sızdırmaya hazır oldukları gerçeği herkes tarafından kabul edilecektir. İlişki/evlilik güzel giderken kimse birbirinin kusurunu veya eksikliğini görmeyebilir. Ancak işler sarpa sardığında ve kavga kaçınılmaz olduğunda tarafların içlerinde ne kadar şey biriktirmiş oldukları şaşırtıcıdır. Sandra - Samuel çiftinde olduğu gibi, oğulları Daniel'in geçirdiği kazanın sorumluluğu, kitap fikrinin çalınma suçlaması, göz yumulan ihanet gibi çeşitli gerekçelerin sandıktan çıkarılıp kamuoyunun önüne serilmesi aslında polisiye manada yüksekten bir "düşüş" anatomisi olduğu kadar, evliliğin de düşüşüne bir atıf sayılır. Erkeğin kadından daha az kazanması, daha sorumsuz ve tembel olmakla suçlanması (belki Samuel'in işe yaradığını kanıtlamak için tadilata girişmesi gibi bir niyet okunabilir), işinde ve kariyerinde daha başarısız olması patriyarkal bir tahammülsüzlüğü de beraberinde getirir. Hatta Samuel'de olduğu gibi intihar eğilimi yaratabilir. Kısacası hem cinayet, hem de intihar gerekçelerinin bulunduğu bir davanın duruşma salonunda kendimizi seyirci, jüri, tanık, sanık konumlarında bulabiliyoruz.

Ancak bir ölüm vakası bu kadar didiklenirken ortaya çıkan evlilik, ebeveynlik, yazarlık, geçim gibi kalemlerdeki bazı ufak boşlukların belki de bilerek doldurulmaması filmin talepkarlığına işaret ediyor. Seyircinin doldurmak için çok fazla uğraşmayacağı ya da çok fazla alternatifi olmayan bu boşluklar, intihar mı, cinayet mi tartışmasının önüne başka psikolojik öğelerin geçmesini sağlamak amacıyla konmuş görünebilir. Bunda başarılı olduğu da öyle. Bu bağlamda filmin adının "Anatomie d'une mariage" olmasına çok kişi itiraz etmeyebilir. Bu ikilemin ötesinde bir film olduğu iddiası Triet ve Harari'nin senaryo katmanları altında ezilmiyor. Fakat yine de finale yapılacak ince bir dokunuşla çok başka şeyler konuşabilirdik. Linç etmeye hazır toplum, basın, hatta adalet organlarını temsilen savcılık makamı gibi unsurların Sandra üzerindeki baskısı yanında, hem bu unsurların, hem de seyircinin gözünde sürekli şüpheli durumundaki Sandra'nın muğlaklığı ile sağlanan dengeler filmin en önemli güçlerinden biri. Bir diğer güç ise Sandra rolüyle şaşırtıcı biçimde şimdilik hiçbir festivalden ödül alamamış Alman oyuncu Sandra Hüller'in performansı. İngilizce ve biraz da Fransızca konuştuğu rolünün ağırlığını etkileyici bir biçimde sırtlayan, Sandra'nın griliğini usta bir rahatlıkla resmeden Hüller, Cannes'da favori olduğu En İyi Kadın Oyuncu ödülünü Merve Dizdar'a kaptırdı. Filmin Altın Palmiye'yi hak edip etmediği tartışılabilir. Ama ödül kavramından bağımsız, dinamik, zeki ve sürükleyici bir yapım olarak "anatomi" ifadesine uygun detaycılıkta bir dram olduğu su götürmez.