22 Mart 2016 Salı

Ich seh, ich seh (2014)


Yönetmen: Severin Fiala, Veronika Franz
Oyuncular: Lukas Schwarz, Elias Schwarz, Susanne Wuest
Senaryo: Severin Fiala, Veronika Franz
Müzik: Olga Neuwirth

Avusturya kırsalındaki yazlıklarında tatillerini geçiren 9 yaşındaki ikizler Lukas ve Elias, annelerinin bir kaza sonrası olmak zorunda kaldığı estetik ameliyattan dönüşünü beklemektedirler. Yüzü tamamen sargılar içinde eve gelen anneleri, daha önce olmadığı kadar tuhaf ve sinirli davranmaktadır. Yaşanan birkaç olaydan sonra ikizler, gelenin kendi anneleri olup olmadığından şüphe duymaya başlarlar. Severin Fiala, Veronika Franz ikilisinin yazıp yönettiği Ich Seh Ich Seh (Goodnight Mommy), birçok bağımsız festivalden ödül ve adaylık kazanmış bir yapım. Çoğunlukla bu festivallerin gerilim kuşaklarında yer bulmasına rağmen, dram yönünü bu gerilimle iç içe geçirme başarısı da dikkat çekiyor.

Muadili olan bazı filmler var. Ancak bunları söylemek bile sürpriz finali bozabileceği için hiçbirinden bahsetmemek en iyisi. Gerek senaryo, gerekse yönetim olarak Haneke tarzına yakın bir ton yakalamak isteyen yönetmen ikilisi, bazı anlar bunu başarıyor görünse de, bu durum çok fazla göze batmıyor. Yapımcılar arasında Ulrich Seidl'ın da bulunması bir başka ayrıntı. Sözü edilen festivallerde kazanılan ödüllerin çoğunun sinematografi dalında olması, Lukas ve Elias Schwarz kardeşlerin bu görselliğe çiğlik katan amatör performansları, bazı anlaşılmaz sahnelerin seyircinin yorumlarına paslanması gibi birtakım özellikleri bünyesinde barındıran film, sürprizi ortaya çıktığı veya seyirci fark ettiği andan itibaren başka bir gözle izlenen nitelikte.

Psikolojik gerilim muhteviyatını hem anne, hem de çocuklar tarafına geçerek aktaran, sert sahnelerdeki dengesiz tutumuna istinaden, karakterlerin içinde bulunduğu durumla ilgili çözüm önerilerini kafaya takmayan, sadece oluşabilecek bazı ruhsal hasarlara farklı açılardan bakmaya çalışan Fiala ve Franz ikilisi, muhtemelen amaçlandığı üzere ruhsal yönden soğuk, karanlık ve uzlaşması sıkıntılar içeren bir hikayeyi sinemaya uyarlıyor. Bu uyarlamayı seyirciyle oyun oynayarak yapmaları, yarattıkları izole atmosfer sayesinde gerilimli olduğu kadar gizemli bir kandırmacanın lezzetini taşıyor.

17 Mart 2016 Perşembe

Cartel Land (2015)


Yönetmen: Matthew Heineman
Müzik: Jackson Greenberg, H. Scott Salinas

Dr. José Mireles, Meksika'nın Michoacán kasabasında El Doctor olarak tanınan, halk tarafından da sevilen bir hekimdir. Ama onun çok farklı bir yönü daha vardır. Yıllardır bölgede terör estiren uyuşturucu karteli Tapınak Şövalyeleri'ne karşı  ayaklanan vatandaşlar, zamanla Mireles'in liderlik ettiği Öz Savunma Birliği'ne (Autodefensas) sempati duymaya, hatta silahlanıp bu birliğin saflarında mücadele etmeye başlarlar. Öte yandan Arizona Altar Vadisi'ndeki bir paralimiter grubun eski başkanı Tim "Nailer" Foley ise, Meksika sınırından  sızan uyuşturucu savaşlarını durdurmak, kaçak göçleri önlemek amacındadır. Devlet desteği olmayan bu iki farklı hareket, halkın desteğini alarak kendi çabalarıyla uyuşturucu kartellerini bölgedeki hakimiyetini zayıflatmak, hatta ortadan kaldırmak isterler.

Film yapımcısı ve yönetmeni Matthew Heineman, Cartel Land belgeseli sayesinde Mireles ve Foley gibi iki figürle uyuşturucu kartellerinin yöre halkına yönelik baskılarının karşısında duran yerel isyan dalgasını inceliyor. Bu kitle hareketinin başarılı olup olamayacağı ile ilgili yorum yapmak yerine, sürecin doğal akışını cesur müdahaleler ve macera filmi kıvamında bir kurguyla aktarıyor. Bu süreç, zaten düzgün biçimde hizaya sokulursa kendi yorumunu kendi yapabilecek kapasitede güçlü bir sosyal yaranın izini sürebilir. Heineman ölçülü, gösterişsiz ve belki de bu yüzden fazla ses getirmemiş bir belgesel ile bu izi sürebiliyor. Ama izi sürülen meselelerin dönüşmeye başladığı şey de bir süre sonra kendi yorumunu ortaya koyarak kirlenmenin boyutlarını gösteriyor.


Kolaylıkla kahraman ilan edilebilecek, hatta vigilante olarak görülen Mireles ve Foley'nin bu amaçlarını gerçekleştirme yönünde yaptıkları başlarda idealist algılar yaratsa da, derinleştikçe ve hareket genişledikçe olayın içyüzü değişiyor. Eski meth müptelası Foley, etrafında topladığı birkaç asker eskisiyle vatansever askercilik oynamaya çalıştığı için belgeselde çok fazla hacim kaplamıyor. Kendi içinde potansiyel bir tehlike de arz ediyor. Gönüllü olarak kendisine katılanların ırkçı ve silah magandası olduklarını anlamak zor değil. Ağırlıklı olarak José Mireles ve onun sağ kolu "Şirin Baba" lakaplı Estanislao Beltran'ın başı çektiği Autodefensas hareketinin gelişimi ve sona doğru gidişi işleniyor. En önemli ders de oradan çıkıyor. Bu hareket, devletin kolluk güçlerinin yap(a)madıklarını yapmaya kalkıp otorite boşluğunu doldurma rolü üstlenince havaya giriyor. Arkasına aldığı desteğin yüksek potansiyeli devletin dikkatini çekince de, muhalif yapılanmaya yumuşak bir geçişle kendi içinde eritme politikası devreye giriyor.

Tapınak Şövalyeleri'ne gösterilen sert tepki, işkence, yağmalama ve halk nazarında kazanılmış cesaret statüsünün kötüye kullanılması "savaştığımız suçlulara dönüşmemeliyiz" sağduyusuna yol açsa da, gerek Mireles'in sorunlu özel hayatı, gerekse ikinci adam Şirin Baba'nın üniforma ile kolayca satın alınabilen karaktersizliği, bu vigilante hareketinin çıkış noktasındaki farkındalık yaratma amacından tamamen uzaklaşmasına yol açıyor. En önemlisi de kartel ile işbirliği sır olmayan güvenlik güçlerinin bu hareketi asimile etmesinin bu sayede hiç zor olmamasına çarpıcı biçimde değiniliyor. Kalabalık yapımcı kadrosunun arasında Kathryn Bigelow'un da yer almasını belgeselin biçimsel ve dramatik gerçekliğine bağlamak ne derece doğrudur bilemeyiz. Ancak Cartel Land, bu çürümüşlüğü ve onun yerine konan sistemle mücadele etmenin güçlüğünü gerçekçi ve macera filmi akıcılığında anlatıyor. Çözüm üretmediğine dair eleştirilere maruz kalması bir nebze anlaşılabilir. Fakat sorun öyle köklü, dallı budaklı ki, onu sadece bu şekilde işaret etmek bile en azından elinden geleni yapmış olma duygusu verebiliyor. İzleyenlere de (artık ne işlerine yarayacaksa) biraz daha farkındalık.

14 Mart 2016 Pazartesi

Carol (2015)


Yönetmen: Todd Haynes
Oyuncular: Cate Blanchett, Rooney Mara, Kyle Chandler, Jake Lacy, Abby Gerhard, John Magaro
Senaryo: Phyllis Nagy, Patricia Highsmith
Müzik: Carter Burwell

1950'li yılların New York'unda varlıklı bir yaşam süren, evli ve bir kız çocuk sahibi güzel Carol ile, bir mağazada tezgahtar olarak çalışan ve fotoğrafçılık kariyeri yapmak isteyen genç Therese arasındaki ilişkiyi konu alan Carol, Patricia Highsmith romanından Phyllis Nagy'nin senaryosunu yazdığı, Velvet Goldmine, Far From Heaven, I'm Not There filmlerinden tanıdığımız Todd Haynes'ın yönettiği bir dönem dramı. Haynes'ın 2002'de yazıp yönettiği, yine 50'li yılların muhafazakâr Amerika'sında eşcinselliğin bireysel ve toplumsal yansımalarını işleyen bir film olan Far From Heaven'dan farklı olarak Carol, hikayesini fazla boyutlandırmayıp, daha romantik bir ton ile ilişkiye odaklanmış. Far From Heaven gibi dönemin sosyal olduğu kadar politik zeminine de başarıyla oturtulmuş bir hikayenin açmazlarını ele almayıp, daha ziyade çocuklu evlilik kurumunun açmazından bir bağlantı kurmuş.

Carol, ağır anlatım tarzı, Carol ile Therese arasındaki ilişkiyi kurup düzenleme aşamasında oyuncu duruş ve performanslarına bel bağlayan hazırcı tutumu ve fazla kıvrımlar içermeyen olay örgüsüne rağmen belli başlı nedenlerden dolayı zamanla seyirciyi kendi yörüngesine çekme yetisine sahip bir film. Ama çektiği seyirci profili, daha çok sanatsal kaygıları biraz daha ön planda tutan ve olay örgüsündeki hüznü bu kaygılarla bütünleştirerek rafine edebilen türden olacaktır. Özellikle roman uyarlamalarından belli bir alışkanlık edinmiş seyircide bu beklenti oluşur. Film, melankolik yapısıyla ağdalı bir roman tadı taşıyor. Ancak daha kıvrımlı, daha cesur (evet cesur), hatta daha eleştirel olmaya ihtiyacı var sanki. Bu haliyle kaliteli sanat yönetimine, kostüm, makyaj ve sinematografisine rağmen düz bir çizgide yürüyormuş görüntüsü verebiliyor. Bana göre bunun en temel sebeplerinden biri, her güzel romandan aynı güzellikte bir film çıkmayabileceği.

Carol'ın en büyük kozu, Cate Blanchett ve Rooney Mara'nın performansları. Todd Haynes kadar, filmin görüntü yönetmeni Edward Lachman'ın (Far From Heaven, I'm Not There, aynı zamanda Ulrich Seidl'ın Import Export'u ve Paradise üçlemesi) sanatsal vizyonlarını temsil edecek kalibrede bir kimya ortaya çıkaran iki oyuncu, Carol ve Therese'i boyutlandırmada başarılılar. İki kadın arasındaki çekimden aşka uzanan sürecin ele alınışındaki naiflik ve görsel itina, filme daha hüzünlü bir zemin hazırlıyor. Ama senaryo, özellikle ilişki yoğunlaşıp hassaslaşınca bu zemini iyice sağlam hale getirse de, finalin umulanın dışında bir seyir belirlemesi beklenen etkiyi yaratmıyor. Tabii bu finalin beğenilip beğenilmemesi öznel bir durum. Ancak filmin kar toplayan bulutlarını yağışa çevirmemesi veya tatminkar miktarda yağdıramaması buruk bir tat bırakıyor. 6 dalda Oscar adaylığıyla birlikte pekçok ödüle talip olan ve Oscar dışındaki bazılarını alan Carol, dönemi yansıtan tüm unsurlarıyla, müzikleri ve oyunculuklarıyla paket halinde kaliteli bir film olduğu kadar, roman atmosferi kırılganlığını tam biçimlendiremeyen, finalini de o kırılganlığa uyduramayan bir film aynı zamanda.

3 Mart 2016 Perşembe

Chronicles Of Evil (2015)


Yönetmen: Baek Woon-hak
Oyuncular: Son Hyeon-joo, Ma Dong-seok, Choi Daniel, Park Seo-joon, Jeong Won-joong
Senaryo: Baek Woon-hak

Polis şefi Choi başarısından dolayı bir terfi almıştır. Arkadaşları ile kutlama sonrası eve dönerken, bir taksi şoförü onu kaçırır ve öldürmek ister. Ancak Choi kendini savunurken taksiciyi öldürür. Terfisinin tehlikeye girebileceğini düşünen Choi, cinayeti örtbas etmeye karar verir. Gerekli tedbirleri alıp olay yerini terk eder. Fakat ertesi gün, ceset emniyet binasının karşısında bir vinçte asılı olarak bulunur ve bu olay medyanın bir numaralı gündemi haline gelir. Yukarıdan gelen yoğun baskılar sonucu Choi kendi cinayet davasını üzerine almak zorunda kalır. Bir yandan tüm delilleri yok etmek, bir yandan da cesedi kimin şov haline getirdiğini, en önemlisi de neden bunu yaptığını bulmak için zamana karşı bir yarış içine girer.

Uzun zamandır konu sıkıntısı çektiği bir sır olmayan Güney Kore sineması, çok sevdiği polisiye tabanlı intikam filmlerine kaldığı (ya da bizim bıraktığımız) yerden devam ediyor. Baek Woon-hak isimli 50 küsür reklam filmi çekmiş bir yönetmenin hem yazıp hem de yönettiği ikinci uzun metraj olan Chronicles Of Evil, aynı tasarımın farklı versiyonlarından biri olarak çok büyük beklentilerle izlenmemesi gereken bir film. Ama buna karşın heyecanını ve sırlarını hep canlı tutan, tahmin etmesi güç bir twist ile final yapan film, pişmanlık hissi yaratmıyor. Senaryonun, finalde sürpriz yapmak için hedef şaşırtma hamleleri çoğu zaman zorlama gibi gelse de, bir şekilde kendine bağlayan ve nereye gidip nasıl sonuçlanacağını merak ettiren yanları yok değil. Oyuncu performansları da standartların altında kalmıyor. Özellikle ilk kez izlediğim tecrübeli dizi ve film oyuncusu Son Hyeon-joo'nun başrolü iyi taşıdığı söylenebilir. O da hikaye elverdiği ölçülerde.

Ancak tüm bu pozitif düşünceler, karşımızda büyük laflar edebileceğimiz bir film bulunmadığı fikrini eleyemiyor. Bunun sebebi olarak, Choi dışında başka bir karaktere yeterince özen gösterilmemesi, basmakalıp bırakılması, hatta Choi'nin bile bazı anlar karton kalması gösterilebilir. Bu tip senaryolarda baş karakterin etrafındaki çemberin daraltılması amacıyla belirlenen güzergah, kurtulduğuna değecek kadar sıkıntılı olmalıdır. Burada yaratılan sıkıntılar ise oldukça suni ve hoyrat bir mantığın "yaptım, oldu" kolaycılığına teslim olmuş. Hele senaryoyu biraz daha karmaşık hale getirmek için planlanan "celebrity" olayı başından sonuna bir gereksizlikler silsilesi. Choi ile uğraşan kişinin intikam motivasyonu belli olsa da, finalde ifşa olan durum ile neden Choi ile bu kadar uğraşıldığı mantıklı biçimde örtüşmüyor. 2014 tarihli A Hard Day filmine çok benzeyen senaryo, o filmdeki kara mizah ve çember daraltma oturmuşluğuna sahip olmadığı için bir alt lige ait gibi duruyor. Zayıf yönlerini, klişeleri ağzına sakız ederek kapatmaya çalışması belki günü kurtarıyor. Ama hatırlanacak iyi bir film olmasını engelliyor.