29 Nisan 2024 Pazartesi

Vincent doit mourir (2023)

 
Yönetmen: Stéphan Castang
Oyuncular: Karim Leklou, Vimala Pons, François Chattot, Jean-Rémi Chaize, Ulysse Genevrey
Senaryo: Mathieu Naert, Dominique Baumard, Stéphan Castang
Müzik: John Kaced

Mathieu Naert, Dominique Baumard, Stéphan Castang şeklindeki yazar ekibinin senaryolaştırdığı, ilk yönetmenliği olarak Stéphan Castang'in çektiği Vincent doit mourir (Vincent Must Die), çıkış fikri, giriş ve gelişmesi güçlü bir film. Lyon'da yaşayan grafik tasarımcısı Vincent çalıştığı ajansa gittiği bir sabah orada bulunan stajyerlerden birine kötü bir şaka yaptıktan bir süre sonra stajyerin beklenmedik saldırısına uğruyor. Başta bu saldırının genç stajyerin şakaya öfkesinin sonucu olduğunu düşünsek de başka bir gün, başka bir çalışan tarafından yine ofiste sebepsiz yere ikinci kez saldırıya uğruyor. Ama bir şekilde iş stresine, yorgunluğa bağlanan ve aman kimse işinden olmasın düşüncesiyle üstü örtülen bu saldırılar sonrası Vincent aldığı yaralarla kalıyor. Ne zaman ki kaldığı binadaki iki komşu çocuğunun saldırısına uğruyor, kendini savunmak için gözü dönmüş çocuklara vurduğu için suçlu durumuna düşüp bir anda kaçak hayatı yaşamak zorunda kalıyor. Tüm bu tuhaflıkların ardından Vincent göz teması kurduğu bazı insanların kendisine aniden nedensizce saldırdığını keşfediyor. Lyon’dan apar topar kaçan ve babası Jean-Pierre’in kırsaldaki müstakil evine sığınan Vincent, şiddetten uzak durmak, hatta hayatta kalmak için insanlardan uzak durması gerektiğini fark ediyor. Tabii bu pek de mümkün olmuyor. Orijinal konusu itibariyle komediye, aksiyona, korku/gerilime uygun bileşenlere sahip film, hepsinden biraz mantığıyla eşine ender rastlanan bir felaket senaryosunun fitilini ateşliyor.

Konu itibariyle toplumdaki nedensiz şiddeti eleştirmek için kendine mükemmel bir alan yaratan film, bu nedensizliğe göz teması kurmak şeklinde bir neden üretmiş olsa da, herkesin bu tuhaf duruma yakalanmadığını da söylemekte. Bu tuhaflıkları mağdurlardan biri olan Vincent'ın üzerinde görünce aklımıza Kristoffer Borgli filmi Dream Scenario'da aynı anda pek çok insanın rüyasına giren Paul Matthews gelebilir. Her iki durumda da kendi halinde iki sıradan adamın bir anda hedef tahtası haline gelişindeki toplumsal hezeyanların ve linç kültürünün eleştirisi mümkün hale geliyor. Filmin sürü psikolojisine, pandemiye, zombileşmiş modern toplum bireylerinin şiddet eğilimlerine dair okumalara müsait anlatımı, yüksek bütçeli yapımlardan beklenen klasik anlatıma fazla yüz vermeyen bir yapıda. Bu yüzden ele aldığı parlak fikri yeterince iyi işleyemediği yönünde eleştirilere de maruz kaldığı oldu. Halbuki her senarist veya yönetmen kendi filmini kendi çapında ele alıp onu istediği tür ve biçimde anlatmakta özgürdür. Her filmden bir Hollywood blockbusterı beklenmeyeceği, seyircinin beklenti ve eleştiri çıtasını o çapa göre ayarlaması gerektiği hala pek çok seyirci tarafından anlaşılamamakta. Kaldı ki film, kendinden beklenen çoğu hamleyi iyi kötü yapıyor. İnsanlarla göz teması kurmaması gerektiğini anlayan Vincent'ın hayatı için cinayet işlemesi, polis çevirmesine takılması, siparişini arabasına getiren garson Margaux'dan hoşlanıp onunla tuhaf bir ilişkiye yelken açması gibi pek çok cesur senaryo denemeleri mevcut.

Filmin belki tek tatmin etmeyen yönü, bu tuhaf şiddet salgınının nedenini açıklamaya çalışmaması, buna bağlı olarak Vincent gibi bu durumdan mağdur olmuş ve yeraltına inip online iletişime geçmiş topluluğa dair detaylara pek girmemesi olsa gerek. O yan fikirden de kendisine bir çok malzeme çıkarabilirdi oysa. Ama dediğimiz gibi bu senaristlerin tercihi. Filmi fazla büyütmek istememekte veya bir sonuca ulaştırmadan sürecin kendisinden pasajlar ve mesajlar üretmeyi tercih etmekte özgürler. Yine de bu haliyle Dream Scenario'nun çığırından çıkış şekline nazaran ayakları biraz daha yere sağlam basmış denebilir. Başka bir açıdan bakarsak, insanları vahşileştiren veya onları direkt yok eden salgınların çıkış sebeplerini bilmektense, onların bireyler, toplumlar üzerinde yarattığı etkilerin çekiciliği ve bir film senaryosuna yatkınlığı da yadsınamaz. Neticede bir aşı, ilaç veya panzehir bulur ve tehditi yok edersiniz. Fakat oradaki rahatsızlığın, hastalığın, tecrit oluşun, yok oluşun toplumsal ya da bireysel etkileri çok daha çekicidir ve bu tip felaket senaryoları için farklı ilhamlar verebilir. Örneğin yine Vincent doit mourir gibi hem 2023, hem de Fransa/Belçika ortak yapımı olan Le règne animal'da işlenen senaryo da benzer bir yerden tuhaf bir salgının yol açtığı etkiler üzerine dikkate değer şeyler söylüyordu. Mathieu Naert'in başı çektiği fikir, Stéphan Castang'in hiç de ilk film gibi durmayan başarısı, Vincent rolünü çok iyi üstlenen Karim Leklou'nun ışıltılı performansı bir araya gelince ortaya çıkan kimya, belki de bize bu fikirlerin hep bir yerlerde keşfedilmeyi beklediğini söylemeye çalışıyor.

14 Nisan 2024 Pazar

Duelles (2018)

 
Yönetmen: Olivier Masset-Depasse
Oyuncular: Veerle Baetens, Anne Coesens, Mehdi Nebbou, Arieh Worthalter, Jules Lefebvre, Luan Adam
Senaryo: Barbara Abel, Giordano Gederlini, Olivier Masset-Depasse
Müzik: Renaud Mayeur, Frédéric Vercheval

Barbara Abel, Giordano Gederlini ve Olivier Masset-Depasse'in senaryosunu yazdıkları, Masset-Depasse'in yönettiği Fransa/Belçika ortak yapımı Duelles ya da İngilizce alternatif ismiyle Mother's Instinct, 60'ların başında Brüksel'de geçen etkileyici bir dram. Hali vakti yerinde, her ikisi de birer erkek çocuk sahibi birbirine komşu iki ailenin başından geçenlerin anlatıldığı Duelles, hızlı ama sindirilebilir biçimde bu iki ailenin günlük rutini eşliğinde Alice - Simon Brunelle ve oğulları Theo ile, Céline - Damoen Geniot ve oğulları Maxime'i seyirciye kabaca tanıtıyor. Fakat komşu olmanın yanında iyi birer arkadaş olan Alice ve Céline hikayenin merkezinde yer alıyor. Oğullarına çok düşkün bu iki annenin ilişkisi, Maxime'in geçirdiği trajik bir kaza sonrasında alt üst oluyor. Kazanın yaşanış biçimine istinaden Alice'e karşı tepki duyan Céline zamanla ilişkisini düzeltse de, bu defa Alice onun kendisini hala içten içe suçladığı düşüncesini aklından çıkaramayıp yavaş yavaş paranoyak bir ruh haline bürünüyor. Hikayenin bu şekilde konuşlanışıyla kendi çapında psikolojik gerilim şartlarını sağlayan senaryo, paranoyası itibariyle Alice'i seyirciye daha yakın tutan bir yol izliyor. Öte yandan yaşadığı acı gereği seyirciyi başka bir açıdan tutan Céline'in konumunu ise, Alice'in içgüdülerinin yönlendirmesiyle tekinsiz bir yere koyuyor. Yaşattığı bu gelgitlerle kendisine istediği gibi özgür hareket alanları yaratan film, iki kadının güçlü annelik duyguları üzerinden saplantılı bir sahiplik çatışması kuruyor.

Alice'in paranoyalarının haklılığı veya yanlışlığı arasında kalan seyirciyi ele geçirdikten sonra, acele etmeden, temposunu da düşürmeden ağlarını örmeye devam eden film, birdenbire değil kademeli biçimde sürprizini ortaya koyunca, geride bıraktığımız bazı sahnelerin belirsizliğini de ortadan kaldırıp haklılığımızı veya düştüğümüz ters köşeleri de yüzümüze vuruyor. Zaten sürpriz olmasının yarattığı etki de budur genelde. Ancak Duelles, annelik içgudüsünün muhasebesini yaparken her iki baş karakterine de belli ölçülerden mesafesini koruyarak, her ikisine de haklı ve haksız denebilecek davranış biçimleri atayarak etki alanını genişletiyor. Bu bağlamda ikinci planda kalan kocalarının etkilerinden ziyade özellikle küçük Theo'nun varlığı çoğu zaman Alice ve Céline arasındaki tansiyonun belirleyicisi oluyor. Dönem şartlarında olduğu kadar günümüzde de kadının annelik kavramı ile edindiği öncelikli statünün fonunda, bu statüsünü yitiren bir kadının ve kendi statüsünü korumak isteyen başka bir kadının gerilen ilişkisi zamansız bir anlam taşıyor. Tabii burada daha kişisel bir yerden hikayeyi okumak durumundayız. Evlat sahibi olmanın evliliği, arkadaşlığı, toplumsal konumu, ruh sağlığını hangi ölçeklerde etkilediğini de değerlendirme fırsatı buluyoruz. Veerle Baetens ve Anne Coesens'in, karakterlerinin her türlü duygularına hakim performansları, yönetmen Olivier Masset-Depasse'in dramı yer yer gerilimle servis eden dengeli anlatımı Duelles'i türünün başarılı örnekleri arasına yerleştiriyor. Filmin Mothers' Instinct adıyla Anne Hathaway ve Jessica Chastain başrollerinde Hollywood tarafından gereksiz biçimde yeniden çekildiğini de ekleyelim.

10 Nisan 2024 Çarşamba

Sentimental (2020)

 
Yönetmen: Cesc Gay
Oyuncular: Javier Cámara, Griselda Siciliani, Belén Cuesta, Alberto San Juan
Senaryo: Cesc Gay

Barselonalı senarist/yönetmen Cesc Gay'in yazıp yönettiği Sentimental, birbirine komşu iki çiftin bir akşam oturmasında yaşadıklarını anlatan komik, eğlenceli, şok edici, bunun yanında gerçekçi, dramatik ve özellikle evli ya da uzun süre birlikte yaşayan çiftler açısından oldukça tanıdık diyaloglarla dolu bir film. Filmin iki çiftinden ilki, 15 yıllık beraberlikleri tatsız ve heyecansız bir mecburiyete dönüşen Julio ile Ana. Ana eşi Julio'dan habersiz bir akşam, onlardan biraz daha genç, daha tutkulu, daha sıcakkanlı komşuları itfaiyeci Salva ile psikolog Laura çiftini evlerine davet eder. İşten günün yorgunluğuyla eve gelen Julio, bu durumdan hiç hoşlanmadığını kendine has alaycı üslubuyla sürekli dile getirse de artık çok geçtir. Başta her şey normal seyrinde ilerler. Ancak sıradan görünen bu ev oturması, misafir Laura ve Salva çiftinin şok itirafıyla bambaşka bir yöne döner. O gece dördü için de duygusal patlamalar, sürprizler, şaşırtıcı diyaloglar, bilinçaltı uyanışları ve beklenmedik itiraflarla dolu bir geceye dönüşecektir. Baştan sona bu dört karakterle tek mekanda geçen Sentimental, zekice diyaloglarıyla ilgiyi hep ayakta tutarak tiyatro aromasını baştan sona koruyan, bu diyalogların yarattığı anlık garipliklerle tatlı tatlı geren bir film. Karakterlerin söyledikleriyle sık sık taraf değiştirdiğimizi, birini haklı bulurken diğerinin aslında çok da haksız olmadığını fark etmek gibi duygu değişimlerini seyirciye sıkça yaşatan Cesc Gay, tıpkı tiyatro atmosferinin yaptığı gibi interaktif bir denge kuruyor.

Şehir dramedilerinin İspanya'daki en önemli isimlerinden biri olan Cesc Gay, özenle kurguladığı karakterleri, özenle kurguladığı olayların öznesi yapmayı çok iyi bilen bir senarist ve yönetmen. Una pistola en cada mano (2012) ve Truman (2015) gibi filmlerinde özellikle erkek bakış açısıyla senaryolar yazmakla eleştirilse de, bunun kadınlara hiçbir zararı yok. Üstelik filmlerindeki kadınları da elinden geldiğince aynı incelik ve dürüstlükle ele almasını iyi biliyor. Temelde tarafsız bir gözlemci veya kendi yaşadıklarından edinilmiş tecrübeleri derleyen bir sinemacı olarak insan ilişkilerine olan hakimiyeti kendini belli etmekte. Söylediği yepyeni şeyler, olağanüstü tespitler yok belki. Ancak farklı kişisel özellikleri, kurguladığı karakterlere uyarlayışındaki özen, başka bir deyişle karakterini boyutlandırışı ustalık taşıyor. Vücut dili, bakışlar, sözler aracılığıyla her bir Cesc Gay karakteri kendisi olmayı becerebiliyor. Aşk, tutku, ihanet, pişmanlık ve ilişkilere dair ne varsa hepsinin üstünden irili ufaklı dokunuşlarla geçen, en önemlisi de sağlam çatışmalar kurarak hem drama, hem de mizaha uygun oyun alanları kuran Cesc Gay senaryoları, zaman zaman sinemadan çok tiyatro formuna uygun "konuşan kafalar" geçidi olmakla eleştirilse de diyalog matematiğinin, giriş, gelişme, sonuç düzeninin tıkır tıkır işlemesi seyirciye belli bir konfor alanı yaratıyor. Ama yine aynı senaryo bu alanları silkelemek, karakterlerinin huzurunu bir parça kaçırmak için yanında taşıdığı hamlelerini kullanmaktan da çekinmiyor.


Sentimental özelinde ise dört karakterimiz var. Ana ve Julio'nun uzun süreli evliliği, gece yatak odalarından gelen şehvet dolu seslerle meşhur komşuları Laura ve Salva'nın ziyaretleriyle test ediliyor. İşin sürprizini bozmamak için filmin kırılma noktasını ifşa etmeyelim. Temelde sadece sıkıcı bir sorumluluğa dönüşmüş evlilik kurumu ile tutku dolu bir birlikteliğin karşı karşıya gelmesinden doğan komik, dramatik, zeki diyaloglarla bezeli bir senaryo var önümüzde. Eşlerin yıllar içinde birbirlerine alışmış olmalarından ötürü unuttukları nezaket, dürüstlük, anlayış, cinsellik hangi durumlarda bu çiftlere tekrar hatırlatılabilir sorusuna çok parlak bir durum kurgulayan Cesc Gay, bu durumun aşırılığını, rahatsız ediciliğini dengeli ve olgun bir mizahla sağaltıyor. Ama bir yandan da dört duvar arasındaki bir komşu oturmasının sıra dışı bir sohbete dönüşmesiyle yaşanan tuhaflıkların bu denge ve olgunluk içine sızmasına izin veriyor. Bu düzenek, oyunculuklar için de son derece kullanışlı. Mesela sohbet normal seyrinde ilerlerken bir tarafın beklenmedik cümlesi üzerine ortamın saniyeler içinde buz kesmesi ve o cümleyi duyan karşı tarafın şoktan normale dönüşümü onlarca sahnede performansları şahlandırıyor. Ana ve Julio'nun cinsiyet rollerinden start alan çatışmalar, Laura ve Salva'nın gelmesiyle cinsellik tabanlı çatışmalara evriliyor. Bu evrim tüm çatışmaları bir çatı altında toplayıp, filmin süresini bile aşıp saatler sürecek tartışmaların, ikilemlerin, çıkmazların önünü açıyor.

Özellikle filmin ana hedefi olan Ana - Julio çiftinin yıpranmış evliliklerinin masaya yatırılması oya gibi işlendikçe o kadar işlevsel hale geliyor ki, dolu bir barajın kapaklarının açılması misali ikilinin içlerinde uzun süredir biriktirdiklerini birbirlerine açtıkları müthiş bir bölüm izliyoruz. Burada Laura - Salva çifti de o işlevselliğin bir parçası, tamamlayıcısı oluyorlar. Psikolog Laura'nın sevgi kelebeği müdahaleleri, aklı uçkurunda Salva'nın şapşallıklarıyla dengelenirken anlık duygu değişimleri keyfi çıkarılacak bir tecrübeye dönüşüyor. Süreç ilerledikçe mizah tonu zekice örülmüş bir yumuşak geçişle dram tonuna kayıyor. Performans şahlanışlarından bahsetmiştik. Özellikle Cesc Gay'in favori aktörlerinden Javier Cámara ve Griselda Siciliani, Ana ve Julio rollerinde devleşiyorlar. Normalde komedi oyuncusu olarak bir kariyere sahip olmamalarına rağmen, senaryonun da marifetiyle bu alana da hakim bir görüntü veriyorlar. Fakat asıl marifetleri, birbirlerini sevdiklerini anlamaları için çeşitli itici güçlere ihtiyaç duyan, onu da hiç ummadikları biçimde bulan evli çift olarak gösterdikleri dram performanslarında daha da belirginleşiyor. Belén Cuesta ve Alberto San Juan ise Laura ve Salva rollerinde renkli ve son derece ihtiyaç duyulan yan karakterler olarak dörtlüyü tamamlıyorlar. Sentimental, Cesc Gay'in kariyerindeki en iyi filmlerden biri olduğu gibi, romantik komedi kontenjanından en iyi filmler seçkilerine de girmeyi hak eden bir yapım. Ana ve Julio için olduğu kadar, filmin radarına girmiş seyirciler için de unutulmaz bir gece.