25 Kasım 2022 Cuma

El buen patrón (2021)

 
Yönetmen: Fernando León de Aranoa
Oyuncular: Javier Bardem, Manolo Solo, Almudena Amor, Óscar de la Fuente, Sonia Almarcha, Mara Guil, Celso Bugallo, Tarik Rmili, Fernando Albizu, Yaël Belicha
Senaryo: Fernando León de Aranoa
Müzik: Zeltia Montes

Kısa filmden video kliplere, belgeselden dizi senaristliğine birçok alanda faaliyet gösteren Fernando Léon De Aranoa’nın yazıp yönettiği El buen patrón (The Good Boss), bir mikro işçi-işveren numunesi üzerinden hem kendi katmanlı hikayesini işleyen, hem de türlü makro çıkarımlar yapmamızı sağlayan başarılı bir kara komedi örneği. İspanya’nın taşra kentlerinden birinde sanayi tipi tartılar üreten Básculas Blanco adlı şirket, aday olduğu iş dünyasının en prestijli ödüllerinden biri olan "Mükemmeliyet Sertifikası" alıp alamayacaklarına karar verecek bir komitenin ziyaretini beklemektedir. Denetim vakti geldiğinde her şey kusursuz olmalıdır. Zamana daralırken şirketin sahibi Blanco'nun başına bir sürü problem musallat olur. İşte film, bu problemlerin Blanco tarafından ele alınış ve çözümleniş şekilleri üzerine yaşanan komik, dramatik, tesadüfi dengeleri üzerinde duruyor. Söz konusu bir tartı şirketi olunca, sembolik manada "denge" kelimesini fazla kullanabiliriz. Özel hayatında olduğu kadar, iş hayatında da dengeye özen gösteren Blanco, saplantı haline getirdiği Mükemmeliyet Sertifikası'nı kazanmak uğruna tam da denetim arifesinde ortaya çıkan sorunları çözebilmek için her yolu denemeye hazır olduğunu belli ediyor.

Denetime sayılı günler kala, işten çıkarılan Jose'nin fabrika karşısına tek kişilik bir protesto kampı kurması, Blanco'nun hem dostu, hem de idarecilerinden Miralles'in özel hayatı nedeniyle dalgınlaşması, işleri savsaklaması, üstüne bir de kızı yaşındaki güzel stajyer Liliana ile ilişkiye girmiş bulunması Blanco'nun birkaç cephede birden mücadele vermesine yol açıyor. Filmin başlarında fabrika emektarı Fortuna'nın bir kavgaya karıştığı için yakalanan oğlunun serbest bırakılmasını sağlayan, çalışanlarına babacan bir tavırla yaklaşan, eşi Adela ile çocuksuz, sakin bir hayat süren Blanco genel olarak iyi bir patron, ideal bir eş. İşler sarpa sarmaya başlayınca önce normal yollardan, iletişim kurarak çözmeye çalışmak istemesi de normal. Ne var ki bu yollarla çözemeyeceğini anlayınca, denetleme öncesi hiç bir sorun istemediği için önüne çıkacak engelleri yıkmaya da hazır. Tıkır tıkır işleyen Aranoa senaryosu, Blanco'yu merkezden bir an bile ayırmadan, yan karakterler arasındaki farklı dengelerin yarattığı dengesizlikleri çözmek için hiç acele etmiyor. Çünkü o dengesizliklerin içinde bulunan emek sömürüsü, çıkar çatışmaları, evlilik kurumu, sınıf ayrımı, cinsiyet faktörü gibi meseleleri atlamak istemiyor. Senaryosunun elverdiği ölçülerde atlamıyor da.


Jose, Liliana, Miralles (hatta Miralles'in eşi Aurora) karakterlerinin başı çektiği sorunlar yumağından çıkabilmek, o çok istediği ödülü alabilmek için bazı şeyleri göze alan, bazı şeylere göz yuman, stratejiler geliştiren, şansı bazen tutmayan, bazen de yaver giden Blanco'nun farklı kararlarla denge sağlama çabası, günümüz iş dünyasında riske atılmayacak hiçbir şeyin olmadığına bir gönderme aynı zamanda. Zamanında babasının verdiği " bazen doğru tartması için teraziye hile katmak gerek" öğüdünü böylesi zor zamanlarda uygulaması, hatta en basitinden fabrika önündeki bozuk terazi sembolü için bulunan çare bile şirketlerin, fabrikaların, patronların kendi dengelerini koruma yolunda ne gerekiyorsa yapabileceklerine bir örnek teşkil ediyor. İnsan kaynaklı sorunları çözmek için ne şekilde olursa olsun insanları gözden çıkarmayı uygun gören acımasız iş dünyası ve onun dizginlerine sahip patronlar, Blanco gibi mükemmel bir örnek sayılmayacak (ama bir şekilde mükemmeliyet ödülüne aday olabilecek) versiyonlara her zaman sahipler. Aranoa, Blanco'yu özellikle kötü göstermeye hiç çalışmıyor. Hatta sevimli, babacan, komik, işleri uygun yollarla halletmeye çalışan bir adam görüyoruz. Ama sistem ve onu kendi mikro evreninde kendi şart ve çıkarlarına göre revize eden patronların kurdukları düzen, her ne olursa olsun işlemek, gerekirse öğütmek zorunda.

Fernando León de Aranoa, haklı olarak şimdiye dek çektiği en iyi film sayılan 2002 tarihli Los lunes al sol'da ekonomik krizin yol açtığı işsizlik merkezli sorunları üç orta yaşlı erkek üzerinden çok güçlü bir kara komedi/dram tonuyla betimlemişti. O filmden yaklaşık 20 yıl sonra bu defa patron tarafına geçerek yaptığı okumalarda aynı sorunların hala yerinde durduğuna tanıklık etmemizi sağlıyor. İşsizliğin ve beraberinde getirdiği sorunların Avrupası, Asyası, Ortadoğusu, kadını, erkeği olmadığını yineliyor. Üstelik onun gibi dramatik yanı olmasa da, Los lunes al sol'un o kara mizah tonunu hala yanında taşıdığını gösteriyor. Mizahtaki bu karalık yer yer beyaza da bürünebiliyor. Ama güvenlikçi Román haricinde pek karikatürleşmiyor. Bu dengeli ve etkili kara mizahın oluşmasında, Los lunes al sol'da Santa karakterini de canlandıran Javier Bardem'in çok güçlü Blanco performansı başı çekmekte. 2017 tarihli Loving Pablo ile birlikte üçüncü kez beraber çalışan Aranoa ve Bardem uyumu, Santa'dan sonra Blanco'yu da somut, gerçek, komik, boyutlu ve üzerinde düşündürücü bir karakter haline getiriyor. Filmin son sahnesinde özellikle Coen kardeşlere çok uyan gerilim, bu düşündürücü olma halini en iyi özetleyebileceğimiz anlardan biri. Başta İspanya'nın en prestijli ödülü Goya'da 6 önemli kategori olmak üzere, dünya çapında 30'un üzerinde ödül kazanan El buen patrón, şayet bir roman olsa filmde yer almayan edebi alt metin zenginlikleriyle ve detaylı karakter analizleriyle keyifle okunacak filmlerden biri.

12 Kasım 2022 Cumartesi

The Stranger (2022)

 
Yönetmen: Thomas M. Wright
Oyuncular: Joel Edgerton, Sean Harris, Jada Alberts, Steve Mouzakis, Matthew Sunderland, Alan Dukes, Cormac Wright
Senaryo: Kate Kyriacou, Thomas M. Wright
Müzik: Oliver Coates

Paul ve Henry adında iki adam bir yolculuk esnasında tanışırlar. Paul, bir iş için adam aradıklarını söyleyerek Henry'ye teklifte bulunur. İşe ihtiyacı olan Henry de kabul eder. Paul onu Mark adında başka biriyle buluşturur. Mark, karanlık işler çeviren bir ekibin saha çalışanı olarak Henry'yi yanına almak ister ve onu üstleriyle tanıştırır. Henry güven telkin ederse ekibe alınacaktır. Mark ve Henry arasında, tuhaf ve gizemli Henry sayesinde tedirgin edici bir dostluk oluşmaya başlar. Oysa Mark da, Henry de aslında birbirlerine tanıttıkları gibi insanlar değillerdir. Kate Kyriacou'nun The Sting: The Undercover Operation That Caught Daniel Morcombe's Killer adlı kitabından Avustralyalı aktör Thomas M. Wright'ın uyarlayıp yönettiği The Stranger, Daniel James Morcombe cinayet davasından esinlenmiş bir yapım. 7 Aralık 2003'te Queensland/Avustralya'da 13 yaşındayken kaçırılan, sekiz yıl sonra Glass House dağlarında bulunan kemiklerin DNA incelemesi sonucu cinayete kurban gittiği anlaşılan Morcombe'un katilini bulmak için düzenlenen gizli operasyonun bir film senaryosu için ne kadar ilham verici olduğunu görüyoruz. Bu materyal pratiğe döküleceği zaman hangi tonda seyredeceği meselesi de yönetmenin tercihine kalıyor. İkinci uzun metrajını çeken Thomas M. Wright, ketum, karanlık, boğucu ve mesafeli bir atmosferle bu operasyonun ve onun baş kişilerinin kimyalarını birbirine uydurmayı başarıyor.

The Stranger, gerilim dolu bir suç filmi olduğu halde, dingin anlatımıyla çok etkili bir tezat yaratarak kendini bir çok gereksiz aksiyondan, hantal dramdan arındırmış bir yapım. Bu arınmayla psikolojik gerilim tabanını çok iyi kuran, bu tabanı kedi - fare hikayesinin hizmetine sunan Wright, belli bir müddet açıklayıcı bir tutumdan kaçınıp, parçaların birleşmesini zamana bırakıyor. Adeta Mark'ın zimmetine verilen Henry'nin eski sabıkalı, yeni iş arayan ilginç bir tip oluşu, Mark ile derme çatma ilerleyen ilişkisi neye hizmet ediyor diye bekledikçe, asıl konuyu bilmiyorsak bu süreç seyirciye biraz yorucu gelebiliyor. Ne zaman ki sadede gelinmeye başlanıyor, o zaman parçaların sakince yerine oturuşundaki o incelik seziliyor. Gösterişsiz bir kırılma noktasıyla yön değiştiren, aslında asıl yönüne giren film, psikolojik gerilimin yanı sıra, başından beri zeki bir polisiye gerilimin de içinde olduğumuzun farkına vardırıyor. Yine de sakin, daha doğrusu her an patlamaya hazır manada sakin anlatımından taviz vermediği, buna rağmen sahip olduğu türleri bu sakinliğin her yerine yerleştirebildiği için ana akım polisiye gerilimlere olan mesafesi fark yaratıyor. Suç tabanlı çeşitli Avustralya filmlerinde rastladığımız içe dönük, dışa donuk atmosferi koruyan Wright, bazı Hollywoodlu meslektaşlarının başvurabileceği flashbacklere de yüz vermeyip, geçmişte işlenmiş suçun gizemini kendi zamanı içinde korumanın çarelerini buluyor. Hatta final bloğunun hemen öncesinde çaktırmadan filmin başındaki sahneye geri dönüp çok iyi bir kurgu hamlesi bile yapıyor.

Çocuk istismarı ve alıkoyma şüphesiyle sorgulanmış ama delil yetersizliğinden serbest bırakılmış Henry'den itiraf koparmanın zorluğu, zamanında kaybolan o çocuğun yaşlarında bir oğlu olan Mark'ın bu empatiyle olan psikolojik mücadelesi, Henry ve Mark'ın arasındaki sırlarla ve yalanlarla dolu temelsiz, geçmişsiz ilişki, The Stranger gibi sakin, durağan bir filmin durduğu fay hattını tanımlamaya yetiyor. Filmin tüm karakteristik özelliklerini ustalıkla temsil eden Joel Edgerton ve Sean Harris kimyası da ayrıca çok önemli. Her ikisi de minimal ama yetkin bir performans ortaya koyuyorlar. Özellikle kötü adam veya psikopat rolleri için yaratılmış gibi duran İngiliz aktör Sean Harris'in ürkütücü aurası, tüm tuhaflığı, tekinsizliği hatta muğlak saflığıyla Henry'nin karanlığını zahmetsiz bir ustalıkla yansıtıyor. Görüntü yönetmeni Sam Chiplin'in koyu tonlarıyla birlikte filmin ruhuna çok uyan bir başka unsur da, Oliver Coates'un post-minimalist tema müziklerindeki koyuluk. 2022 yılı AACTA (Australian Academy of Cinema and Television Arts) ödüllerine tam 11 dalda aday gösterilen, ilk gösterimini Cannes Film Festivali'nin Un Certain Regard bölümünde yapan The Stranger, oyuncu olarak ülkesi dışında pek tanınmayan Thomas M. Wright'ı 40'ından sonra bir yönetmen olarak müjdeliyor. 2018'de Acute Misfortune adlı ilk yönetmenliğinde olumlu eleştiriler alsa da, The Stranger ile bu taze kariyerinin çıtasını Cannes kalitesinde bir noktaya taşıyor.

7 Kasım 2022 Pazartesi

Pearl (2022)

 
Yönetmen: Ti West
Oyuncular: Mia Goth, David Corenswet, Tandi Wright, Matthew Sunderland, Emma Jenkins-Purro
Senaryo: Ti West, Mia Goth
Müzik: Tyler Bates, Tim Williams

Ti West, yazıp yönettiği 2022 tarihli X'in üzerinden sadece birkaç ay geçtikten sonra bu defa senaryosunu başrol oyuncusu Mia Goth ile paylaştığı Pearl, çok bekletmedi. X'teki gizemli yaşlı kadın Pearl'ün geçmişine dönüleceğine dair daha önce duyurusu yapılan film, 1918'de geçiyor. Despot annesi ve sadece görüp duyabilen felçli babasıyla ilk filmde de gördüğümüz çiftlik evinde yaşayan Pearl, bu dar aile ortamından ve yaşadığı kasabadan kurtulup filmlerdeki dansçı kızlardan biri olmanın hayallerini kuran bir kız. Bu bağlamda ilk filmde ünlü bir yıldız olmak isteyen Maxine ile aynı amaca sahip. Ama Pearl'ün Maxine gibi bir özgürlüğü yok. Kasabaya, üstelik kasabadan uzakta bulunan çiftlik evine sıkıştığı yetmezmiş gibi, evlendiği Howard askere gitmiş, İspanyol gribine yakalanma tehlikesi de ortalığı sarmış vaziyette. Arada bir annesi onu kasabaya gönderdiğinde hayatına renk geliyor. Bu ziyaretlerinin birinde yakışıklı sinema makinisti (filmde ona isim verilmemiş) ile tanıştıktan ve onunla özlemini duyduğu özgürlüğü az da olsa tattıktan sonra iflah olmayan Pearl, bu adamı kasabadan ve bunalımlı hayatından kurtuluş bileti olarak görmeye başlıyor. Yine kasabada düzenlenecek olan dans yarışması da, bir başka kurtuluş ümidi yaratıyor Pearl için. Ne var ki, önüne engeller, hayal kırıklıkları, üstü kapalı aşağılamalar çıktıkça masum hayalleri olan, sadece daha iyi bir hayat isteyen Pearl'ün deliliğe doğru giden yoluna taşlar döşenmeye başlıyor.

Ti West ve Mia Goth'un bu hikayeyi tasarlarken fazla uğraştıkları pek söylenemez. Sinema tarihinde özellikle korku/gerilim türünde buna benzer ürkütücü büyüme hikayelerine rastladığımız olmuştur. Fakat burada bir "prequel", yani bir edebiyat eseri veya filmin öncesini anlatan, zamansal olarak tersine bir devam hikayesi söz konusu olunca X filminin de katkılarıyla soruların cevap bulması bir parça önem kazanıyor. X'in en ürkütücü korku unsuru olan yaşlı Pearl'ü yıllar öncesinde çıtı pıtı, bir yanıyla hep geleceğine dair koruduğu ümitleri sayesinde pozitif bir genç kız olarak görecek olma fikri gayet ilginç. X'te Howard-Pearl çiftinin tekinsizliğini, soğukkanlılığını, acımasızlığını izlerken filmin bir prequel malzemesi taşıdığını sezmek zor değildi. Bu malzemeden sancılı bir büyüme hikayesi çıkarabilmek, her ne kadar bazı 70'li ve 80'li yılların psikolojik gerilimden slasher'a uzanan yapımların formüllerini içerse de olumlu sonuçlanıyor. Öte yandan, çeşitli baskılar, bunalımlar, sıkıcı rutinler nedeniyle Pearl'ün adım adım bir katile dönüşmesi işleniyor görünse de, satır aralarında onun zaten öldürmek üzerine saplantılı yanını keşfetmeye başladığı da ele alınıyor. Onu baskı altına alan, küçümseyen, hayalleri önünde engel teşkil eden olay ve kişilere olan öfkesi de kendine uygun bir zemin buluyor böylelikle. Saplantısını beslemek için hayvanlar yetmeyince, insanlar da gerekli kozları ona verdikçe trajik sonuçlar kaçınılmaz hale geliyor. Tabii bu kozlar, ille de cinayetle sonuçlanmayabilecek ölçüde seyircinin mazur görebileceği ama Pearl'ün göremeyeceği türden olunca bu orijin hikayesi kendi farkını ortaya koyuyor.

West ve Goth, ana hatlarıyla iyi bir geçmiş inşa etmiş olsalar da, özellikle kendisine ait arızaları olduğunu gösteren kocası Howard'ın Pearl ile olan ilişkisinde çok boşluk bırakmış olmaları eksiklik hissettiriyor. Aslında bu prequel'in de bir sequel'e ihtiyacı olduğu, o devam filminden de iyi korku/gerilim malzemeleri çıkabileceği anlaşılıyor. Bu seriyi sürdürmek isteyen West, üçüncü film olarak ilk filmdeki Maxine'in 80'li yıllarda Los Angeles'ta geçecek MaXXXine adlı filmini duyurdu. Bu üç film nasıl bir bütünlüğe ulaşacak ya da böyle bir gayesi var mı bilmiyoruz. Ama hem Maxine, hem de Pearl performanslarıyla bu serinin bel kemiği kesinlikle Mia Goth. Bu filmleri sırf onun için izleyen bile pek çok insan var. Yüz hatlarının da etkisiyle farklı ruh hallerini çok iyi temsil etmesi bir yana, özellikle bu filmde oyunculuğunun da zirvelerinde geziniyor. Hele de arkadaşı Mitsy ile Howardmış gibi konuştuğu beş dakikanın üzerindeki tiradı güçlü bir oyunculuk taşıyor. Geçtiği dönemi elinden geldiğince yansıtmaya çalışan sanat yönetimi, özellikle 80'ler çağrışımlı grafik şiddet anlayışı, günümüzü yadsımayan, hala geçerli olması dışında yenilik içermeyen ebeveyn, kadın, sınıfçı meselelere yaklaşımı Pearl'ü iyi bir devam filmi yapmış diyebiliriz. Şayet daha fazla uzatılmazsa ve son film de istikrarı bozmazsa Ti West sinema dünyasına kaliteli bir üçleme bırakmış olacak. MaXXXine ile de tam olarak ne anlatıp, üçleme bütünlüğü sağlamak isteyip istemediği anlaşılacak.