28 Ağustos 2007 Salı
My Summer Of Love (2004)
25 Ağustos 2007 Cumartesi
SherryBaby (2006)
Shawshank Redemption’daki Red’in hapisten çıktıktan sonra girdiği işte, tuvalete gitmek için bile izin istemek zorunda hissetmesi, American History X’teki Derek’in çıktığında oraya düşme nedeni ile acı biçimde yüzleşmek zorunda kalması gibi hapishanenin dönüştürücü etkileri, insanın kendine yabancılaşması veya kendini bulmasına çok güzel örnekler. Çıkınca yeni bir insan olma kararlılığına rağmen yakasına yapışmış geçmiş kalıntıları ile boğuşmak zorunda kalan mahkumların alışılmışın dışında çıkış yolları bulmaya zorlanması, yeni bir hayata başlamanın güçlüğünü işaret etmekte.
Maggie Gyllenhaal, SherryBaby’deki performansıyla birçok festivalden adaylık, Stockholm ve Karlovy Vary festivallerinden en iyi kadın oyuncu ödülleriyle döndü. Secretary’deki oyunuyla da festivallerden prestijli ödüller ve övgüler kazanmıştı. Kardeşi Jake Gyllenhaal gibi o da hem gişe hem de küçük bütçeli filmlerde alışıldık tiplemelere olduğu kadar, sıradışı karakterlere de başarıyla can veriyor. Özellikle bağımsız filmlerdeki rahatlık ve onun getirdiği doğallık üzerine kurduğu oyunculuk anlayışı, fiziksel çekiciliği ile birleştiğinde aldığı rollerin altından güçlü biçimde kalkıyor. Secretary ile birlikte SherryBaby, Gyllenhaal’ı belki de bu güne kadar canlandırdıkları arasında en fazla zorlayan roller. Ama aldığı ödüller ve övgüler, onun bir başrolü rahatlıkla kaldırabilecek gücünü yansıtıyor. SherryBaby’de Gyllenhaal’ın gölgesindeki yan karakterlerden gözaltı polis memurunu oynayan Giancarlo Esposito ile, grup terapi seanslarının birinde tanıştığı Sherry’ye destek, dost ve sevgili olan kızılderili Dean’i canlandıran Danny Trejo’da dikkatlerden kaçmıyor. Yönetmen Laurie Collyer, Quentin Tarantino ve Robert Rodriguez’in hayran olduğu Trejo’nun karizmasından ve oyunculuğundan faydalanmamayı, onun yerine tamamlayıcı bir yan karakter payesi biçmeyi tercih ediyor.
20 Ağustos 2007 Pazartesi
Born Into Brothels: Calcutta's Red Light Kids (2004)
Belgesel türdeki yapım, Hindistan'ın Kalküta şehrinde yaşayan küçük çocukların hayatlarına odaklanıyor. 1998 yılında, ülkedeki kadınların yaşadığı zorlukları incelemek için bölgeye giden fotoğrafçı Zana Briski, genelevlerin ağırlıkta olduğu bölgede yaşayan küçük çocuklardan çok etkilenir. Çocuklarla 5 yıldan fazla sürecek bir birliktelik kuracak olan Briski, onlara aldığı fotoğraf makinelerini kullanmayı ve yaşadıklarının fotoğraflarını çekmeyi öğretir. Yönetmen Ross Kaufman'ın da katılımıyla bu konuda bir belgesel yapmak için harekete geçen ikili, yaşları 10-14 arasında değişen yedi çocuğun hüzünle ve acıyla dolu hayatlarını filme almaya başlarlar.
Briski bizi 8 muhteşem çocukla tanıştırıyor.10 yaşındaki duygusal ama güçlü Kochi, 12’sindeki olağanüstü yetenekli Avijit, yaşından olgun Gour, birbirleriyle geçinemeyen Shanti ve Manik kardeşler, çıtı pıtı Puja, yine onlar kadar yetenekli Tapasi ve Suchitra.. Filmde, önce hepsini teker teker tanımaya başlıyoruz, ardından çektikleri fotoğrafları izliyoruz. Artı, o fotoğrafları çektikleri ana bile tanık oluyoruz ki bu, filmi daha üst bir boyuta taşıyor. Zana Briski onlara verdiği küçük fotoğraf makineleri ile diledikleri şekilde resim çekmelerini istiyor ve daha sonra çektiklerini bir ders ortamı içinde yorumlamalarını istiyor. Mutluluğun çocuk yüzlere ne kadar yakıştığını görmek çok eğlenceli.
Kochi, Avijit ve Gour’un anlattıkları üzerine ne söylenebilir? Söylense bile ne faydası olur? Yaşadıkları salaş bölgeden, çıkmaz hayattan, erken sorumluluklardan bir nebze kurtulabildikleri nadir anlar, Zana teyzeleriyle birlikte gezip fotoğraflar çektikleri ve onlar üzerine konuştukları zamanlar..Ama ne fotoğraflar! Her biri, küçük yüreklerin taşıdığı heyecanı, umudu, başka bir hayata olan özlemi yansıtan yaşayan kareler.. İçlerindeki potansiyel o kadar güçlü ki, çektikleri kareler sınırları aşıp, bambaşka hayatlara ulaşıyor. Hatta aslında bir resim dehası olduğunu anladığımız Avijit’i Amsterdam’a bile taşıyor.
19 Ağustos 2007 Pazar
Naboer (2005)
12 Ağustos 2007 Pazar
La Haine (1995)
Paris'in varoşlarında gruplar halinde dolaşan gençlerle, çevreyi kuşatan polisler arasında zaman zaman kavgalara varan bir gerilim yaşanmaktadır. Bu kavgalardan birinde mahalle gençlerinden Abdel polisten yediği dayaklarla komaya girmiştir. Onun arkadaşlarından Vinz, Said ve Hubert çaresizlik içinde başıboş gezmektedirler. Vinz, Abdel'in ölmesi halinde bir polis vuracağına söz verir.
6 Ağustos 2007 Pazartesi
Chopper (2000)
Yönetmen: Andrew Dominik
Oyuncular: Eric Bana, Simon Lyndon, Bill Young, Vince Colosimo, Daniel Wyllie, Serge Liistro, Kate Beahan
Senaryo: Andrew Dominik, Mark Brandon Read
Müzik: Mick Harvey
Avustralyalı ünlü suçlu "Kasap" Mark Read'in hayat hikayesinden kesitlerle yazdığı 9 kitaptan birinden uyarlanan film birbirinden ilginç sahneler barındıran, ama son derece dağınık ve soğuk bir yapıda. Neredeyse hiç dramatik anı bulunmayan, zaten öyle bir beklenti içinde izlemediğim Chopper'ı film olarak hiç beğenmedim. En iyi dostunu kurtarmak için bir hakimi kaçırdıktan sonra hapse düşen, ama hapiste çete reisi bir mahkumu deştikten ve cezasını çektikten sonra dışarıda kendini bir komplo içinde bulan Chopper Read'in bir best-seller yazar oluşuna uzanan hikayesi arasında sadece işlediği kritik suçlardan derlenmiş bir film niteliğinde. Ama başroldeki, yakışıklı bir Hollywood jönü olmadan önceki haliyle Avustralyalı oyuncu Eric Bana'yı görmek için bile izlenmesi gereken bir film. Bu harika performansa ulaşmak için Bana, gerçek Kasap ile bir kaç gün bile geçirmiş. Şu sıralar ikinci filmi The Assassination Of Jesse James By The Coward Robert Ford ile modern bir western başyapıtına (evet, aynen öyle) imza atmış olan yönetmen Andrew Dominik'in bu filmden 7 yıl önceki ilk filmi Chopper.. Keşke ara sıra filmde koklatılan cahil yazar, ex-kasap Mark Read'in mizahi anlatımından daha fazla yararlanılsaymış. Gerçi bu anlatımı kitaplarında çok fazla benimsiyor mu onu da bilemiyorum. Olağanüstü bir Eric Bana dışında pek bir numarasını çeviremediğim, yine de izlemekle vakit kaybetmiş olunmayacak bir film.
2 Ağustos 2007 Perşembe
Paradise Now (2005)
Güncel bir trajediyi çok değişik bir bakış açısıyla irdeleyen film eleştirmenler ve izleyicilerden olumlu tepkiler aldı. Bir bireyi intihara götüren süreç sinema sektörünün de her zaman ilgisini çekmiştir. Ama bu filmde işlenen gerçeklik, intihar olgusunu bir adım daha ileri taşıyor ve beraberinde başkalarını, hatta masum insanları da götürmeyi hedefleyen intihar bombacılarının seçilme, eğitilme ve eyleme geçme aşamalarına da ışık tutuyor. Neredeyse hergün haberini izleyip okuduğumuz bir kavramın perde arkasına geçme fırsatını yakalama açısından Paradise Now belki de en iyi fırsatlardan biri.. Konu olarak çok hassas ve sınırda olmasının bilinciyle Abu Assad, zaten yapmaması gereken duygu sömürüsü, yoz siyaset, gereksiz komedi gibi yolların hiçbirisine sapmadan, hikayesini gayet ölçülü ve sade bir şekilde aktarmayı başarıyor.