Senaryo: Zana Briski, Ross Kauffman
Müzik: John McDowell
Belgesel türdeki yapım, Hindistan'ın Kalküta şehrinde yaşayan küçük çocukların hayatlarına odaklanıyor. 1998 yılında, ülkedeki kadınların yaşadığı zorlukları incelemek için bölgeye giden fotoğrafçı Zana Briski, genelevlerin ağırlıkta olduğu bölgede yaşayan küçük çocuklardan çok etkilenir. Çocuklarla 5 yıldan fazla sürecek bir birliktelik kuracak olan Briski, onlara aldığı fotoğraf makinelerini kullanmayı ve yaşadıklarının fotoğraflarını çekmeyi öğretir. Yönetmen Ross Kaufman'ın da katılımıyla bu konuda bir belgesel yapmak için harekete geçen ikili, yaşları 10-14 arasında değişen yedi çocuğun hüzünle ve acıyla dolu hayatlarını filme almaya başlarlar.
Briski bizi 8 muhteşem çocukla tanıştırıyor.10 yaşındaki duygusal ama güçlü Kochi, 12’sindeki olağanüstü yetenekli Avijit, yaşından olgun Gour, birbirleriyle geçinemeyen Shanti ve Manik kardeşler, çıtı pıtı Puja, yine onlar kadar yetenekli Tapasi ve Suchitra.. Filmde, önce hepsini teker teker tanımaya başlıyoruz, ardından çektikleri fotoğrafları izliyoruz. Artı, o fotoğrafları çektikleri ana bile tanık oluyoruz ki bu, filmi daha üst bir boyuta taşıyor. Zana Briski onlara verdiği küçük fotoğraf makineleri ile diledikleri şekilde resim çekmelerini istiyor ve daha sonra çektiklerini bir ders ortamı içinde yorumlamalarını istiyor. Mutluluğun çocuk yüzlere ne kadar yakıştığını görmek çok eğlenceli.
Fakat bir de madalyonun diğer yüzü var ki, gece-gündüz farkı kadar ortada. Bu çocuklar inanılmaz zor koşullarda, sefalet içinde, hatta daha ileri gidelim, hayvanların bile yaşamakta zorlanacağı şartlarda hayallerini filizlendirmek zorundalar. Cehennemdeki melekler, bataklıktaki güller, kara bulutlar arasından sızan ışık hüzmeleri, ne derseniz deyin. Hepsinin ayrı bir hikayesi, hayali var ve bunları o kadar basit ve doğalmış gibi (zaten onlar için doğal) ama sarsıcı şekilde anlatıyorlar ki, duygusal sınırlarınızın zorlandığını hissedebilir, hatta kendinizi koyverebilirsiniz. Özellikle kız çocukları “çalıştıklarını” söyledikleri annelerinin sonunun kendilerini de beklediğinin farkındalar ve hayatları adeta pamuk ipliğine bağlı. Bunları 10 yaşlarındaki kız çocuklarının kendi ağızlarından duymak, insanın insani damarlarını titretiyor.
Kochi, Avijit ve Gour’un anlattıkları üzerine ne söylenebilir? Söylense bile ne faydası olur? Yaşadıkları salaş bölgeden, çıkmaz hayattan, erken sorumluluklardan bir nebze kurtulabildikleri nadir anlar, Zana teyzeleriyle birlikte gezip fotoğraflar çektikleri ve onlar üzerine konuştukları zamanlar..Ama ne fotoğraflar! Her biri, küçük yüreklerin taşıdığı heyecanı, umudu, başka bir hayata olan özlemi yansıtan yaşayan kareler.. İçlerindeki potansiyel o kadar güçlü ki, çektikleri kareler sınırları aşıp, bambaşka hayatlara ulaşıyor. Hatta aslında bir resim dehası olduğunu anladığımız Avijit’i Amsterdam’a bile taşıyor.
Zana Briski ve Ross Kauffman duygu sömürüsü yapmadan, doğal akışıyla mesajını en etkili biçimde iletiyor. Bizzat şikayet ettikleri konu ise bürokrasi.. Başarılı çekimleriyle filmin kötü adamının, yani Kalküta’nın arka sokaklarının klostrofobik atmosferinde bizi boğarken, çocukların yaşama sevinçlerini, coşkularını en saf halleriyle yansıtarak nefes aldırıyor. Çektikleri fotoğrafların fonuna eklenen sitar ve tabla nağmeleri, dram ve sanatın iç içe geçmişliğinin ağıtı gibi sanki. Kalküta’daki bu 8 çocuğun kocaman gülümsemelerinin yanında, onların geleceklerine ait kocaman soru işaretinin altını çizmesiyle de bu belgesel, bir başyapıt sıfatını fazlasıyla hak ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder