22 Kasım 2023 Çarşamba

Crying Fist (Jumeogi Unda) (2005)

 
Yönetmen: Seung-wan Ryoo
Oyuncular: Min-sik Choi, Seung-beom Ryu, Ho-jin Jeon, Won-hie Lim
Senaryo: Seung-wan Ryoo
Müzik: Jun-Seok Bang

Pekin Olimpiyatlarında gümüş madalya kazanmış Gang Tae-shik, yaşlanıp işsiz kalması ve borçlarını ödeyememesinden dolayı karısı ve oğluyla ayrılmak zorunda kalmış eski bir boksördür. Para kazanmak için sokaklarda gösteri yapmaya başlar. Yoo Sang-hwan ise babası, büyükannesi ve erkek kardeşiyle yaşayan, hırsızlık yapan, geçimsiz, aksi bir gençtir. Son işinde yakalanınca hapse düşer. Bu iki dibe vurmuş insanın kendilerini hem kendilerine, hem de sevdiklerine ispatlaması için tek şansı, Hafif Siklet Boks Şampiyonası olur.

Gang Tae-shik: Eski olimpiyat ikincisi boksör, sorunlu aile yaşamından kovulunca, en işlek meydanlardan birinde para karşılığı kendini kızgın veya stres atmak isteyen her yaştan insana dövdürerek, adeta onların kum torbası olmuştur. Dolandırıcı arkadaşı, peşindeki alacaklıları, kendisinden babalık bekleyen oğlu ve kocasının acizliğinden bıkmış karısı, Tae-shik’i sersemletmiş, hayatta kalmak ile ölmek arasındaki ince çizgide gidip gelmeye başlamıştır.

Yoo Sang-hwan: Yaşlı büyükanne, küçük erkek kardeş ve anlayışlı bir babadan oluşan ailesiyle ilişkilerini hiç iyi tutamamış, kendi çetesiyle hırsızlığa başlamış tam bir asilik örneği olan Sang-hwan, çoğu gencin sahip olmadığı bu aile yapısına rağmen hep nankörlük etmektedir. Yakalanıp hapse atılınca sorunlar orada da yakasını bırakmaz. Kontrolsüz öfkesini dizginlemek için, baş gardiyanın boks antrenmanına katılması yönündeki teklifini kabul eder.


Birbirinden habersiz bu iki karakterin çöküşlerini ve tutunma çabalarını, birbirine paralel iki farklı öykü halinde izliyoruz. Bu paralelliğin en güzel yanı iç içe geçmiş olması. Bir ondan, bir bundan izlediğimiz iki öykünün de birbirinden şiddet, dram, oyun, oyunculuk çalması gerçekten hayranlık verici. Boksun konu olduğu nice film izledik ve bu filmlerin hatırı sayılır bir yüzdesinde tuttuğumuz bir taraf vardı her zaman.. Ama gaddar yönetmen Seung-wan Ryoo, her birinden farklı bir film çıkarabileceği yazıp yönettiği bu iki öyküde, izleyeni çaresizlik içinde bırakıyor. Önce her iki insanın karanlık yüzlerini, sonra daha aydınlık olan özlerini bize göstererek sağ gösterip sol vuruyor. Ardından onları bize sevdirip, onların hem ringde, hem hayatta aldıkları darbeleri aslında yine bize vuruyor. Bununla da yetinmeyip, köşesine çekilince yan karakterleri ile dramı iyice kuvvetlendirip sağlı sollu kroşelerini acımasızca indiriyor. En sonunda da “alın size final” deyip nakavtını gerçekleştiriyor. Başka bir boks filminde bu denli bir yaklaşım izlenmesi pek rastlanmadık bir durum. Çünkü iyi boksör, kötü boksörü veya hakkında hiçbirşey bilmediğimiz diğer boksörü döver. Yeniliyorsa bile –ki çok nadir- onuruyla ya da haksızlığa uğrayarak yenilir. Gerçek zaferin rakibe değil, kişinin kendisine karşı kazandığı zafer olanı her zaman makbuldür çoğu zaman. Peki ya hayata karşı kazanılmış olursa?
 
Yaşadıkları hayat zaten bir boks ringine dönüşmüş Gang Tae-shik ve Yoo Sang-hwan, işte o gerçek zaferin peşine düşmüş iki kaybeden.. Tartışılmaz aktör Min-sik Choi, Oldboy ile birlikte en iyi performansını sunuyor. Yönetmenin No Blood No Tears ve Die Bad filmlerinde de beraber çalıştığı genç oyuncu Seung-beom Ryu’nun da ondan aşağı kalır yanı yok. Dolayısıyla filmde aynı zamanda bir oyunculuk “müsabakası” izliyoruz. Bu oyunculuk sadece standartlara dayalı replikler dışında, bir vücut oyunculuğu. Filmdeki her türlü kavga sahnesinin gerçekliği, şiddetin dramatik yanına işaret etmekte. Çünkü ringde (adeta) gerçek boks izleniyor. Değilse bile zaten film o gerçekliğe sizi çoktan hazırlamış durumda. Kurgunun birbiriyle kesişen paralelliği, iki karakterin karşı karşıya gelişiyle tek vücut oluyor ve somutlaşıyor. İşte o zaman tek planlı dövüş sahneleri nefesleri kesiyor. Jun-Seok Bang’ın filmin geneline yayılmış hızlı ve yavaş slide gitar kompozisyonları ile, zaman zaman hissedilen western havasının da filmin ruhuyla birebir örtüşmesi çok çok başarılı.

Ağlayan yumrukların, daha iyi bir hayatı elde etmek için verdikleri onur mücadelesi, Rocky, Raging Bull, Million Dollar Baby, Champion, The Boxer, Cinderella Man gibi bu türün hatırşinas filmlerinin yanında hiç de sönük kalmıyor.

6 Kasım 2023 Pazartesi

Milli Vanilli (2023)

 
Yönetmen: Luke Korem

Alman Rob Pilatus ve Fransız Fabrice Morvan adlı iki dansçının 80'lerin sonlarında Münih'de kesişen yolları, beraber çalışmaya başlamaları ve tilki müzik yapımcısı Frank Farian'ın dikkatini çekmeleriyle başlayan trajik Milli Vanilli yolculuğu kesinlikle bir belgeseli hak ediyordu. O belgeseli de Luke Korem adlı genç bir yönetmen çekti. Korem, öncesinde Lord Montagu (2013) ve Dealt (2017) adında iki başarılı belgesel çekmiş, özellikle Dealt ile bazı festivallerden ödüllerle dönmüş. Biyografik belgeseller konusunda edindiği tecrübelerle yükselişini daha da görünür hale getiren Milli Vanilli belgeseli, 1998'de kaldığı otel odasında aşırı alkol ve uyuşturucudan ölen Rob Pilatus ve bu belgesele konuşmak istemeyen Frank Farian dışında bu skandalın en önemli isimlerini bulup konuşturan bir yapım. Farian, özellikle 70'ler ve 80'lere damga vurmuş, bir sürü hit şarkıyla dünya çapında milyonlarca kopya satmış Boney M grubunun da kurucusu. Her işine proje olarak yaklaşan Farian, genç Rob ve Fabrice'deki potansiyeli keşfedince, detayları sonradan ortaya çıkacak olan apar topar bir sözleşmeyle en baştan onları kendine bağlıyor. Ne var ki bu potansiyelin şarkı söylemekle ilgisi olmadığını bildiğinden, şeytana bile pabucunu ters giydirecek planını devreye sokuyor: Şarkıları başkalarına söyletmek, Rob ve Fabrice'e de sadece playback yaptırmak. Zira Frank Farian bu iki gencin  şarkı söyleyememelerini, dış görünüşleri ve sahne şovlarıyla kapatabileceklerini düşünüyor. Ve uzun bir süre de haklı çıkıyor.

Hollanda'da evlenip çoluk çocuğa karışan Fabrice Morvan, o dönem Farian'ın yardımcılığını yapan ve bir süre Rob Pilatus ile duygusal ilişki yaşayan Ingrid Segieth, yine Farian'ın organize ettiği kapalı kapılar ardında Milli Vanilli şarkılarını söyleyen "gerçek" şarkıcılar Brad Howell, Charles Shaw, John Davis, müzisyenler, geri vokalistler ve olmazsa olmaz arşiv görüntüleriyle güçlü bir kronoloji kuran Luke Korem, bu büyük aldatmacayla ilgili ne varsa ortaya döküyor. Müzik tarihinin belki de en büyük skandalına her yönüyle hakim olmamızı sağlıyor. O skandal ki, milyonlarca sattırmış, şan şöhret kazandırmış, 32. Grammy Ödüllerinde En İyi Yeni Sanatçı ödülü bile aldırmış bir akıl tutulması. Stüdyo kayıtlarında ve  canlı performans provalarında müzisyenlerin Rob ve Fabrice'i görememeleri, çeşitli organizasyonlarda vokallerin hep kayıtlardaki gibi olması, canlı katıldıkları bazı programlarda çıplak sesle şarkı söylememeleri gibi birtakım durumlardan şüphelenenler, MTV'nin düzenlediği bir etkinlikte playback cihazının takılıp tekrara düşmesiyle ve ikilinin koşarak sahneyi terk etmeleriyle haklılıklarından emin hale geldiler. Bu skandalın ilk patlak verdiği dönemlerde kamuoyunda sadece "aslında şarkıları onlar değil başkaları söylemiş" bilgisi hakimdi. Bu bilgi tüm skandalın özeti olsa da, Korem'in de derinlere indiği üzere ortada gençlerin iyi görünümlerini, potansiyellerini, yeteneklerini sömüren, ticari çıkarları uğruna her türlü sahtekarlığı yapabilecek bir sistem eleştirisi de atlanmamış.

Luke Korem meseleye içeriden bakarken Fabrice Morvan'ın içten açıklamalarından bolca faydalanıyor. Fabrice, yoksulluktan ve işlevsiz ailelerden geldikleri için ilk başta para, daha sonra da şöhret uğruna Frank Farian'ın kendilerine dayattığı bu sahtekarlığa sessiz kaldıklarını söylüyor. Şöhret ve para geldikçe de ondan uzaklaşmak güçleşiyor. Bu da yalanın sürdürülmesi demek. Yalan sürdükçe iki şey yaşanıyor: İlki bu yalanın her an ortaya çıkabilecek olduğu gerçeğinin Rob ve Fabrice'in omuzlarına bindirdiği yük. Bu ağırlık grubun arşiv görüntülerinden basın konuşmalarında adeta yüzlerinden okunuyor. Diğeri ise bir süre sonra bu yalanın esiri olup kendilerini gerçek birer şarkıcı ve müzisyen gibi görmeye başlayarak sınırları zorlamaları. Özellikle Grammy kazandıktan sonra Rob'un kendilerinin Paul McCartney'den, Bob Dylan'dan, Mick Jagger'dan daha iyi olduklarına dair demeçleri içler acısı. Bu şöhret zehirlenmesi ve kibir beraberinde çözülme sürecini de hızlandırıyor. Farian ile yaşanan tartışmayla ipler kopuyor ve yaşananlar bizzat Farian tarafından ifşa ediliyor. Uslanmayan Farian, bu sahtekarlıkta emeği geçen müzisyenlerin hakkını teslim etmek adına yüzsüzce The Real Milli Vanilli'yi bile kuruyor. Bu zehirlenmeyi en fazla yaşayan Rob için işler hiç iyi gitmiyor. Fabrice ise yaralarına rağmen kendini iyileştirmeye çalışıyor. Özetle büyük bir oyunun parçalarını tek tek inceleyen Korem, içinde kendi mesajını doğal olarak veren bu olağanüstü hikayenin her boyutunu bir kurmaca sürükleyiciliğiyle kamuoyuyla paylaşıyor. Ortaya da aslında güçlü bir suç filmi çıkıyor. Tek farkı, yaşananların gerçek olması.