23 Eylül 2020 Çarşamba

#Saraitda (2020)


Yönetmen: Il Cho
Oyuncular: Yoo Ah-in, Park Shin-hye, Lee Hyun-Wook
Senaryo: Il Cho, Matt Naylor
Müzik: Kim Tae-seong

Kariyerindeki en önemli işi 2013 tarihli The Suspect'in yönetmen asistanlığı olan Il Cho'nun yazıp yönettiği (yazarken Matt Naylor adlı bir Amerikalı'dan yardım aldığı) ilk film #Saraitda (#Alive), son yıllarda Güney Kore sinemasının merak saldığı zombi istilası konulu filmlerden biri. Bu tür içinde klişelerden kurtulmak artık pek mümkün görünmese de, Il Cho bazı parlak fikirleriyle o klişeleri harmanlayarak az çok bu türün gidebileceği başka mecraları da görme fırsatı elde etmiş. Bir sabah uyandığında evinde tek başına olduğunu fark eden, dışarı baktığında insanların panik içinde kaçıştığını, bazılarının diğerlerine saldırıp ısırdıklarını gören Oh Joon-woo, dışarı çıkmış olan ebeveynleri ve kardeşine ulaşamayınca, haberlerde de bir salgın başladığı haberini duyunca evden çıkamayacağını anlar. Kalabalık bir sitedeki apartman dairesinde mahsur kalan genç adam, internet ve telefon erişimi sağlayamaz, günler geçtikçe besin kaynakları da tükenmeye başlar. Böylelikle genel bir istilayı bireysel hayatta kalma çabasına dönüştürünce, mekanı da insanoğlunun en güvenli alanı olan ev ortamına indirgeyince filmin farklılıkları yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Bazı 2020 gerilimlerinin bir başka özelliği de, salgın hastalık sonucu evlerine hapsolmuş insanların dış dünya ile en önemli bağlantıları olan teknolojik unsurlar üzerinden yaratılmaya çalışan dram ya da korku senaryoları oluşturmak. Il Cho her ne kadar bir zombi korkusundan hareket etse de, bu bulaşıcı hastalık sonucu tek başına evine hapsolan Oh Joon-woo'nun yaşadığı izolasyonu, dışarıdaki ölümcül tehditi de sık sık hatırlatarak betimliyor. Apartman dairesindeki güvenliği, dışarının tekinsizliğiyle uzun süre dengeleyerek, bizi de Joon-woo'nun bu tehlikeli konforuna ortak ederek güçlü bir atmosfer kuruyor. Hatta The Pianist (2002) filminde Szpilman'ın gizlice yerleştirildiği evden dışarıda yaşanan nazi kaosuna tanık oluşuna, fark edilme korkusuna benzer bir tek mekan gerilimi dahi yarattığı söylenebilir. İnternetin, elektriğin, suyun kesilmesi, yiyeceğin tükenmesi, bu vaziyette günlerce tek başına evde kalmanın yarattığı psikolojik yıpranma Joon-woo'yu bitirmek üzereyken bu yalnızlığa karşı binadan Kim Yoo-bin'in ortak edilmesiyle Il Cho filmin monotonlaşmasına izin vermiyor. Drone, sanal gerçeklik gözlüğü, selfie çubuğu, walkie-talkie gibi tekno ekipmanları bazı gerilimli ve dramatik sahnelerin odağına gayet iyi yerleştiren Il Cho, artık bir süre sonra tansiyonu daha çok arttırması ve dışarıya çıkılması gerektiğini hissettirmeye başlıyor.

Yönetmenin fikir zenginliği, yerini aksiyon sahnelerindeki zorlamalara bırakmaya başladıkça keşke önceki gerilim ve dram dengesine evlerden devam edilseydi diye düşündürmeden edemiyor. Zira Joon-woo'nun yiyecek bulmak için komşu daireye girdiği bölüm gibi diken üstü sahnelerle bir şekilde o potansiyeli sürdürebileceğini kanıtlıyor. İzlediğimiz onlarca zombi filminden farkı kalmadığı anlarda tadını yitirip sırtını bu türün aksiyon dinamiklerine dayıyor. Dışarı açılınca sonlara doğru iyice klişelere teslim olan, yine de enfekte olmadığı halde insan kalmak, hayatta kalmak, felaket anlarında sosyal medyayı doğru ve yapıcı kullanmak üzerine kendine ait mesajını verebilen #Saraitda, Güney Kore'nin hit yapımlarından Train To Busan ile tazelediği tür kapısından başarıyla geçen bir film. Hele de yine 2020 tarihli, aksiyondan başı dönmüş sözde devam filmi Peninsula'dan çok daha iyi ve yaratıcı. Burning ile yıldızı parlayan Yoo Ah-in ve ülkesindeki gençlik filmlerinin, romantik yapımların aranılan isimlerinden Park Shin-hye, genç enerjileriyle seyirciye canlandırdıkları karakterleri benimsetmekte zorlanmıyorlar. #Saraitda'nın gösterdiği şeylerden biri de, artık yeniliğe muhtaç zombi filmlerinin elden geldiğince modern ve parlak dokunuşlarla daha iyi tatlar verebileceği oldu. Klasik zombi filmlerinden kopamayanlar için yapacak bir şey yok.

16 Eylül 2020 Çarşamba

Bound To Vengeance (2015)


Yönetmen: José Manuel Cravioto
Oyuncular: Tina Ivlev, Richard Tyson, Bianca Malinowski, Kristoffer Kjornes, Dustin Quick, Vivan Dugré, Dylan C. Thomas
Senaryo: Rock Shaink Jr., Keith Kjornes
Müzik: Simon Boswell

Senaryosu Rock Shaink Jr. ve Keith Kjornes adlı tanınmamış, geçmişte de önemli başarıları olmamış iki senariste, yönetmenliği ise kısa filmler ardından ilk yönetmenlik denemesine imza atan Meksikalı José Manuel Cravioto'ya ait Bound To Vengeance, düşük bütçeli korku/gerilim/slasher endüstrisinin az da olsa fark yaratabilmiş örneklerinden biri. Artık başı sonu belli konulardan, klişe olay örgülerinden sıkılan bazı genç yönetmen ve senaristlerin farklı yöntemler denemek istemeleri sonucu ortaya bu tip yapımlar çıkabiliyor. Bound To Vengeance'ın farkı, taciz, kaçırma, işkence temalı hikayeleri en başından ters çevirip yola öyle çıkması. Uzun süredir bir bodruma zincirlenmiş şekilde alıkonan Eve adındaki 21 yaşındaki genç kızın, kendisini tutsak olarak tutan Phil'den kurtulup onu zincirlemesini daha filmin ilk beş dakikasında görüyoruz. Issız bir yerde yardım bulamayan ve tekrar bodrumunda tutulduğu eve dönerek odaları araştıran Eve, kaçırılan tek kızın kendisi olmadığını anlayacağı fotoğraflar ve kasetler bulur. Daha sonra Phil'i kontrol altında tutabileceği bir tasma yaparak diğer kızları kurtarmak üzere onunla birlikte yola koyulur. Pek de yenilikçi, fark yaratan bir senaryo gibi durmuyor. En önemli soru da, Eve neden kontrolü eline almışken diğer kızları bulmak için polise gitmiyor oluyor. Elbette kendisini esir alan adamla direkt polise gitmiş olsa böyle bir film izlemezdik. Gerçi Eve'in buna dair pek tatmin etmeyen bir açıklaması da var. Ama en azından daha en başta bu esaretten kurtulmuş bir kurbanın avcıya dönüştüğü bir film izliyor olma farkı yaşıyoruz.

Phil'in farklı izbe evlerde esir tuttuğu kızları kurtarmaya gidildiğinde yaşanan ilginç olaylar filmin gerilim ve aksiyon seviyesini yükselttikçe, özellikle de Phil'in bu işte yalnız olmadığı ortaya çıkmaya başladıkça, klişelerden pek şikayetçi olunmuyor. Eve'in kurtulduktan sonra giriştiği kurtarma gecesi, başka bir hayatta kalma mücadelesine dönüşüyor. Sürprizlerle, kanlı aksiyon sahneleriyle, Phil'in başka sırlarıyla iyice artan tansiyon, Eve'in sık sık kaybolmadan önce erkek arkadaşı ve başka bir kızla olan mutlu kamera görüntülerine dönüşler yapılmasıyla birleştirmek istediği parçalar olduğunu seyirciye unutturmuyor. Başarılı bir kurguyla filme serpiştirilen bu görüntüler, finale doğru matruşka misali iç içe geçmiş sürprizlerle anlamını buluyor. Son beş dakikaya yayılan bu başarılı kurgunun yükselttiği final, Bound To Vengeance'ı onlarca muadilinden 1-2 gömlek ileri taşıyan bir karakter katıyor. Çok bilinmeyen çeşitli TV dizilerinde birer bölümlük roller almış genç oyuncu Tina Ivlev ile, 80'lerin ikinci yarısından beri yine çok bilinmeyen B tipi filmlerde (arada önemsiz rollerle Black Hawk Down gibi önemli filmlerde) görülen Richard Tyson'ın başrolleri paylaştığı Bound To Vengeance, pek çok filmde gördüğümüz kaçırma ve istismar konulu senaryoları daha en baştan kahraman lehine çevirip tüm sorunlarını oradan tekrar inşa etmeye çalışan bir yapım. Nerelerde başarısız olduğu tartışılsa da, bu inşayı başarmış bir film.

12 Eylül 2020 Cumartesi

Europa Report (2013)


Yönetmen: Sebastián Cordero
Oyuncular: Daniel Wu, Sharlto Copley, Christian Camargo, Michael Nyqvist, Anamaria Marinca, Karolina Wydra, Embeth Davidtz
Senaryo: Philip Gelatt
Müzik: Bear McCreary

Yaratıcı bilim kurgu animasyon serisi Love, Death & Robots'un 10 bölümünü yazmış olan Philip Gelatt'ın senaryosunu yazdığı, Crónicas (2004), Rabia (2009), Pescador (2011) gibi başarılı dramlar yazıp yönetmiş Ekvator doğumlu Sebastián Cordero'nun yönettiği Europa Report, dünya dışında yaşam belirtileri keşfetmek için Jüpiter’in Europa uydusuna giden farklı uzmanlık alanlarına sahip ikisi kadın dördü erkek 6 astronotun 22 ay boyunca yaşadıklarını konu alıyor. İnsanoğlunun uzayda gidebildiği en uzak mesafeye ulaşan bu uluslararası ekip, bir süre sonra teknik aksaklıklar, psikolojik güçlükler yaşamaya başlıyor. Dünya ile bağlantıları kesilip üstüne trajik bir kayıp yaşasalar da görevi tamamlamak için azimliler. Europa'nın tuhaf coğrafyasına ulaştıklarında ise keşfe değer olduğu kadar tehlikeli şeyler onları bekliyor. Bilim kurgu senaryolarına yatkın olduğunu az çok belli eden Philip Gelatt, çoğumuzun anlamayabileceği ama belli bir mantık çerçevesinde seyrettiği olası yazımını, bilimsel ve teknik detaylarla bezeyerek kurgusuna olan ikna gücünü arttırıyor. Sebastián Cordero ise, önceki filmlerinden farklı olarak, üstelik İngilizce olarak çektiği ilk filmiyle belgesel, hatta komediden arınmış bir "mockumentary" tarzı benimseyerek gerçekliğini kuvvetlendirme yolunu seçiyor. Düşük bütçesinin olası açıklarını bu yolla kapatabildiği gibi, bu durumu avantaja çeviren hamleler de sergiliyor.

Çoğunlukla uzay aracı Europa 1'in, ekibe ait uzay kıyafetlerinin veya astronotların özel kameraları tarafından çekilmiş izlenimi vermeye çalışan Cordero, bu sayede seyirciyi de aracın ve uzayın klostrofobisine ortak etmeyi başarıyor. Bazen ana ekranı birkaç parçaya bölerek, zamanda ileri geri kurgular deneyerek, nadiren de "buluntu görüntü" mantığıyla hareket ederek serbest bir alanı değerlendirdiğini hissettiriyor. Teknik anlamdaki bu özgürlüğünü mütevaziliğiyle birleştiren Cordero, sonu olmayan uzayda süzülen aracın içindeki dar alanlarda istediği atmosferi oluşturuyor. Astronotlardan James Corrigan'ın dediği gibi, dışarıdaki uçsuz bucaksız boşluğu, Europa 1'deki küçük boşluğun ironisiyle dengeliyor. Europa Report, senaryo olarak insanoğlunun keşif tutkusunun yanı sıra, bu tutkunun getirdiği doyumsuzluğun bedellerini de hedefliyor. Yaptığı işlerin, hatta hayatlarının anlamını bu yolculukta bulmayı ümit eden astronot ekibi için Europa'ya inmek, klasik bir başarının çok ötesinde anlamlar taşıyor. Hatta Kaptan William Xu'nun dediği gibi oraya kadar gidip hiçbir şey bulamasalar dahi bu bile bir keşif sayılabilir onlar için. Gelatt, onların buldukları belirtilerin mümkün olduğunca mantık sınırları içinde olmasını, mantık sınırları dışına çıkıldığı zaman bile bunun kurgusal Europa coğrafyası içinde tutarlılık içermesini istiyor. Son hamlesi de evrende yalnız olmadığımız savunusunun çok etkileyici bir tezahürü olarak filmi yücelten nitelikte. Amerika, Polonya, Güney Afrika, Romanya, İsveç asıllı oyuncu kadrosunun temsil ettiği tek amaç uğruna girişilen kolektif görev dinamiklerinin olumlu yansımaları da Europa Report'u 2010'lu yılların mütevazi ve güçlü bilim kurgularından biri yapıyor.

5 Eylül 2020 Cumartesi

Host (2020)


Yönetmen: Rob Savage
Oyuncular: Haley Bishop, Jemma Moore, Emma Louise Webb, Radina Drandova, Caroline Ward, Edward Linard, Seylan Baxter
Senaryo: Gemma Hurley, Rob Savage, Jed Shepherd

Sinemanın hayatın gündemini yakalamaya yönelik hamleleri, bu hamleleri gerçekçi veya doğaüstü yorumlama tercihleri hep olmuştur. Seller, depremler, büyük terörist saldırılar, post-apokaliptik yorumlar ve tabii salgın hastalıklar bu yorumlardan payını fazlasıyla aldı. Covid 19 ile yaşadığımız uzun karantina dönemi sonrası normalleşme dönemine girildiğinde, bu kriz ve izolasyon halinden nasıl paylar çıkarılabileceği de senaristleri hareketlendirmiş olsa gerek. Şimdilik en azından Gemma Hurley, Rob Savage, Jed Shepherd üçlüsünü hareketlendirmiş ki, karşımıza bu karantina döneminin önemli bir parçası olan Zoom uygulamasından esinlenen bir korku gerilim fikriyle çıkagelmişler. Haley, Jemma, Emma, Radina, Caroline ve Teddy adlı altı arkadaş, Haley'nin ayarladığı Seylan adında bir medyumla anlaşarak karantina dönemine biraz heyecan katmak için Zoom üzerinden ruh çağırma seansı planlamışlardır. Ama Seylan uyardığı halde içlerinden Jemma ruh alemine karşı ciddiyetsiz tavırlar içine girince olay kontrolden çıkar ve aslında salgın zamanı en güvende oldukları evleri, bir anda kurtulmak istedikleri yerler haline gelir. Ruh çağırma seansları ve sonuçları üzerine kim bilir kaç korku filmi yapılmıştır. Tıpkı sinemanın vazgeçemediği zombi temasında olduğu gibi. Zombilik müesesesini salgın hastalıklarla bağdaştırmak hep kolay olmuştur. Bu kolaylık sayesinde her döneme entegre etme şansı da var. Şimdi de Host, bu salgının sebep olduğu karantina sürecinde ruh çağırma olgusunu dijital ortamda bir salgına dönüştürme fikriyle yepyeni bir kapı aralıyor.

Host fikir olarak olduğu kadar, bu fikrin gerektirdiği aplikasyon entegrasyonuyla da heyecan verici bir buluş. Öncesinde bir sürü kısa film çekmiş yönetmen Rob Savage, fazla görünmeyen tek erkek karakter Teddy'yi dış kulvardan dahil edersek, ağırlıklı olarak beş kız arkadaşın her biri için açtığı Zoom penceresiyle filmine beş kulvar açıyor. Bu kulvarları bazen ikiye, üçe, bazen teke düşürüyor. Yarattığı bu serbest oyun alanına istediği gibi müdahalelerde bulunarak yavaş yavaş her biri için tekinsiz anlar, güvensiz alanlar oluşturmaya başlıyor. 1-2 saniyelik tuhaf görüntülerle tansiyonu yükselteceğinin işaretlerini veren film, seyircide yarattığı paranoya ile önünde duran beş ekranı tedirgin bir şekilde kolaçan ettirmeye çalışıyor. Herhangi bir detayı kaçırmamaya çalışmanın, hangi pencereden, nasıl bir tuhaflıkla karşılaşacağını bilememenin verdiği paranoya dozunu çok iyi ayarlayan Savage, Zoom programının filtrelerinden, efektlerinden, ani bağlantı kopmalarından, selfie çubuğundan, ses ayarlarından bile faydalanarak deyim yerindeyse gerilimini her taşın altına saklıyor. Kızları ekran başına sabitlemeyip, duydukları sesler ya da başka nedenlerle evin içinde de dolaştıran, bu sayede bu dijital evreni iyice güvensiz hale getiren Savage, bu sayede çığrından çıkmasını istediği korku/gerilim anlarını filme çok iyi serpiştiriyor. Evlerinde tek başına kalan kızlar için, yaşadıkları bu tuhaf ve ürkütücü anlar yüzünden korkup Zoom'dan çıkma fikrini, yanlız kalınca daha fazla korkacakları fikriyle kolayca bertaraf eden film, onları olduğu kadar seyirciyi de o evlere ve Zoom'a hapsediyor. Göremediğimiz Covid 19'un herkesi hapsettiği gibi.

1999 senesinde The Blair Witch Project'in yarattığı "buluntu film" furyasına o kadar çok film dahil oldu ki, sadece ilk filmleri olmak üzere [Rec], V/H/S ve Paranormal Activity gibi yaratıcı fikirlerin yanında keşfedilmeyi bekleyen daha ufak filmler ya da çok kötü taklitler sayesinde bir alt tür oluştu. Host'un da canlı kamera görüntüleriyle oluşturduğu çiğlik, ekranı birkaç parçaya bölen, her parçayı istim üstünde tutan o buluntu film amatörlüğünün ruhuna hiç uzak değil. Aslında Host'tan önce de bazı chat uygulamalarından ilham alan ufak tefek gerilim filmleri de yapılmıştı. Host da buluntu film klişelerinden faydalanmayı ihmal etmiyor. Ama karantinayla beraber iş, okul, sosyal hayatımıza giren Zoom'un yarattığı aşinalık, Host'un ürkütücülüğüyle daha fazla özdeşleşme yaşamamızı sağlıyor. Yaklaşık 55 dakikalık süresine, istense standart 90 dakika uzunluğunda bile çekilecek olmasına rağmen bu kısalığı hiç hissettirmeyen, girişi, gelişmesi ve sonucuyla bir korku filminden bekleneni verebilen Host, gerçek isimleriyle rol alan oyuncuların başarılı performanslarıyla bu özdeşleşmeyi kolaylaştırıyor. Tansiyonu bilinçli biçimde arttırıp final bloğunda delilik sınırlarında gezdiren film, tercihlerine hiç bir açıklama ve mazeret getirmek istemediği için korkulan biçimde olası devam filmlerine de davetiye çıkarıyor. Klişeleri, orijinallikleri, güncelliği, germe ve korkutma becerilerini kısa süresine ekonomik biçimde dağıtan iş bitiriciliğiyle Host, içinde bulunduğumuz krizi kendi alanında fırsata çevirmiş bir film.