29 Kasım 2020 Pazar

Los Cronocrímenes (2007)


Yönetmen: Nacho Vigalondo
Oyuncular: Karra Elejalde, Nacho Vigalondo, Candela Fernández, Bárbara Goenaga
Senaryo: Nacho Vigalondo
Müzik: Eugenio Mira

Héctor, karısıyla şehir dışında yeni bir eve taşınmakta olan mülayim bir adamdır. Bir gün bahçesinde dürbünüyle etrafı incelerken ormanda üstsüz bir genç kız görür. Merakına engel olamayıp oraya gittiğinde suratında pembe bandaj olan tuhaf giyimli bir adam ona arkadan saldırarak yaralar. Ardından bir kovalamaca başlar. Bu kovalamacanın sonunda yaralı haldeki Héctor, kimsenin bulunmadığı bir tesise saklanır. Orada eline geçen bir telsizden duyduğu ses, onu bir saat geçmişe götürecek bir zaman makinesinin bulunduğu küçük bir binaya yönlendirir. Zaman makinesinden sorumlu bu sesin sahibi adam Héctor'a (Héctor 2) asla kendisiyle (Héctor 1) karşılaşmaması gerektiğini onun da zaman makinesine girmesi gerektiğini söyler. Ama bu olayın bazı kuralları vardır ve her şeyin normale dönebilmesi için Héctor, makineden çıktığı andan önce yaşadıklarını tekrar etmek zorundadır. Filmde zaman makinesini kullanan isimsiz adamı da canlandıran Nacho Vigalondo'nun yazıp yönettiği İspanya yapımı Los cronocrímenes, zamanda yolculuk temalı filmler arasında kendi çapında farklılıklar yaratmaya çalışan bağımsız ruhlu bir yapım.

Zamanda yolculuk senaryolarında kural koyma yetkisine sahip senaristlerin en çok kafa yordukları meselelerden biri de, yolculuğu yapan kişinin kendisiyle karşılaşması halinde nasıl davranması gerektiği veya bu karşılaşmanın geçekleşmemesini sağlamak için koymak durumunda oldukları başka kurallar olsa gerek. Zira genelde senaryonun selameti açısından karşılaşmamaları daha uygundur. Aksi takdirde birbirlerini gelecek tehlikelere karşı uyarmaları ya da eski hataları tekrarlamamaları için daha temkinli olmaları filmin kıvrımlarını farklı etkileyeceğinden pek tercih edilmez. Nacho Vigalondo da bunun bilinciyle kendi kurallarını koyduğu ama işin içine bu yolculuğun ilk olmasının kaynaklı acemilikleri de katarak senaryosunu şekillendiriyor. Bu acemilikler sonucunda daha uzun süreli bir yolculuk hesaplanmışken sadece 1 küsür saatlik bir geri/ileri gitme durumu gerçekleşmesi, kuru kalabalık yaratmayan bir zaman/mekan tasarrufu sağladığından Vigalondo temelde iki aşamalı bir döngü koordine edip bunları birbirine ustalıkla bağlıyor. Üstelik o kadar iyi bağlıyor ki, canlı olarak görmediğimiz ama ne şekilde gelişip sonuçlanacağını bildiğimiz öteki boyutu da bir yerlerden akıtmaya devam ediyor.

Belki de Vigalondo'nun tek anlaşılmayan tercihi, bu paradoksun nasıl başladığını anlatmaması. Tabii bu ve bunun gibi kafalarda soru işareti yaratan başka tercihler de var. Ama sanki bu matematiğin özellikle kafa karıştırıcı, bu paradoks mantığında boşluklar yaratıcı olmasını istiyormuşçasına bir yol haritası belirliyor. Hatta zaman zaman yolda giderken çizdiği bir haritayı takip ediyormuş gibi bile davrandığı söylenebilir. Héctor'un başlangıçta neler olduğuna yönelik anlam veremeyişinin yerini, diğer boyutla beraber bu defa daha ustalaşmış ve planı olan bir anlatım tarzı alıyor. Vigalondo iki farklı açıdan aynı sahneleri tekrar izletmenin, bu aynı sahneler arasındaki bağları/farkları anlamlandırmaya çalışmanın önceliğini benimsiyor. O önceliğin tadını çıkarıyor. Kafa karışıklığının giderilmesi yönünde son düzlükte oyun planını biraz değiştiren Vigalondo, her şeye rağmen o karışıklıkla baş edilemeyeceğinin verdiği boşvermişliğe teslim olmamızı da istiyor bir yanıyla. Sonuç olarak ortaya düşük bütçelerle çekilen kaliteli bilim kurguların yaptığı üzere kendi çapında bir beyin fırtınası yaratan, farklı teorilere açık bir film çıkıyor. Héctor rolündeki Karra Elejalde'nin sürüklediği Los cronocrímenes, özellikle pembe bandajın harikulade bir gerilim aksesuarı olarak kullanıldığı, kelimenin tam anlamıyla ve filmle de bağlantılı olarak "zamansız" bir yapım.

20 Kasım 2020 Cuma

El otro hermano (2017)

 
Yönetmen: Israel Adrián Caetano
Oyuncular: Leonardo Sbaraglia, Daniel Hendler, Alián Devetac, Ángela Molina
Senaryo: Israel Adrián Caetano, Nora Mazzitelli, Carlos Busqued
Müzik: Iván Wyszogrod

Arjantinli yazar Carlos Busqued'in romanından Israel Adrián Caetano ve Nora Mazzitelli'nin senayosunu yazdığı, Uruguaylı dizi ve film yönetmeni Caetano'nun yönettiği El otro hermano, Arjantin'in Chaco eyaletine bağlı küçük bir kasaba olan Lapachito'da geçiyor. Buenos Aires'te memuriyetten atılmış olan Cetarti, çok yakın olmadığı annesi ve kardeşinin vahşice öldürülmesi üzerine defin işlemleri için kasabaya gelir. Annesinin eşi olan katil de cinayetlerden sonra intihar etmiştir. Cetarti'yi orada ölünün son isteklerini yerine getirmekten sorumlu tenfiz görevlisi, aynı zamanda katilin arkadaşı olan emekli asker Duarte karşılar. Duarte, bazı tanıdıkları sayesinde sigortadan para koparabileceğini, alınacak parayı da paylaşmayı önerir. Hiç ummadığı anda para kazanabileceğini öğrenen, amacı Brezilya'da yeni bir hayata başlamak olan Cetarti bu teklifi kabul eder. İşlemler tamamlanana kadar kasabada ölen ailesinin köhne evinde kalmaya karar veren Cetarti, yavaş yavaş çıkarcı Duarte'nin sigorta dolandırıcılığıyla kalmayan karanlık planlarının içine çekilmeye başlar. Bazı yönleriyle ünlü suç romanları yazarı Elmore Leonard'ın kısa hikayelerini andıran suç örgüsü, tekinsiz taşra gerilimi atmosferi, herkesin kendi adaletini sağlaması için gerekli şartlara uygun neo-western dokusuyla El otro hermano, bu paslaşmaları sevenleri pişman etmeyecek bir suç dramı.

Cetarti ve Duarte'nin kasabanın durağında buluşmasıyla başlayan film, aslında müsait olmasına rağmen geri dönüşlere başvurmadan kasabada işlenen cinayeti Duarte aracılığıyla betimleyebiliyor. Bu sayede zamandan tasarruf ederek bu ikiliyi daha rahat işleyebiliyor. Böylelikle bezgin, fazla konuşmayan, umursamaz görünen Cetarti ve neredeyse hiç susmayan, sinsi, çıkarcı Duarte zıtlığı arasında tuhaf bir kimya yaratmayı başarıyor. Cinayetleri işledikten sonra intihar eden Molina adlı adamın karısı ve oğlu da filme dahil olunca yavaş yavaş gizemli ve dramatik ağlar örülmeye başlıyor. Özellikle Molina'nın oğlu Danielito'ya arada bir uyuşturucu vererek onu ayak işlerinde ve bazen de tetikçi olarak kullanan Duarte'nin bu küçük kasabada kendine başka iş alanları yarattığı ortaya çıkmaya başladıkça filmin aslında kendini suç janrında konumlandırdığı ortaya çıkıyor. Cinayetlerin neden işlendiği gibi başlarda merak ettiğimiz ve filmin bu sırrı kendine bir koz olarak kullanacağını düşündüğümüz ayağının bir süre sonra Duarte'nin planları arasında kaynayıp gittiğini görmek az da olsa eksiklik yaratıyor. Oysa böyle bir ilişkilendirme filmin suç ağını başka yerlere de çekebilirdi. Yine de olay ve karakter kalabalığı yapmadan, bu küçük kasabanın Duarte tarafından dizayn edilen karanlık yüzüne dair sürükleyici bir suç dramı izliyoruz.

Suç işlemeyi bir yaşam biçimi ve geçim kaynağı haline getirmiş Duarte'nin, yasadışı olduğu kadar, yasalardaki ufak nüansları da çeşitli bağlantıları sayesinde lehine çevirerek yürüttüğü dolandırıcılıkları üzerine bir film gibi görünmesine rağmen, Cetarti'nin gelmesiyle birlikte kendi kurduğu bu suç düzeninin dengelerinin sarsılmaya başlamasını detaylandıran bir roman uyarlaması izliyoruz. Pek çok filmden tanıdığımız Buenos Aires doğumlu tecrübeli aktör Leonardo Sbaraglia'nın filme fazla bile gelen Duarte performansıyla müthiş bir kötü adam portresi çizdiği El otro hermano, belki de en önemli başarısını buradan sağlıyor. Arjantin Film Eleştirmenleri Birliği ve Málaga Film Festivali'nden En İyi Erkek Oyuncu ödülleri de almış bu yorum, baştan sona filmin lokomotifi konumunda. Cetarti'nin annesi ve kardeşini öldüren üvey baba Molina'nın oğlu Danielito ile Cetarti arasındaki kan bağı olmayan "öteki kardeş" olma durumunu da Daniel Hendler ve Alián Devetac'ın tamamlayıcı oyunlarına bırakan yönetmen Israel Adrián Caetano, post-Tarantino tipi basit suç çözümlemelerine, eski usül western hesaplaşmalarına da temas eden, tansiyon kontrolünü başarıyla sağlayan bir yönetmenlik sergiliyor. Olay örgüsünü karmaşık hale sokmayarak, hatta tahmin edilebilirliğini bozmamaya çalışarak banka sahnesinden finale uzanan blokta olduğu gibi seyirciyi kilitleme gücünü de ortaya koyuyor. Tabii çözüm noktasında da bize çeşitli filmleri anımsatacak versiyonlardan birini önümüze koyuyor.

11 Kasım 2020 Çarşamba

Art Of Fighting (2006)



Yönetmen: Han-sol Shin

Oyuncular: Yun-shik Baek, Hyun-kyoon Lee, Yeo-jin Choi, Eung-su Kim

Senaryo: Dong-hyun Min, Han-sol Shin

 

Güney Kore’deki bir meslek lisesinde öğrenci olan Byung-tae, okuldaki serserilerden dayak yemekten nevri dönmüş bir halde kendisine dövüşmeyi öğretecek bir usta aramaktadır. Boşa giden birkaç deneyimin ardından, nereden nasıl geldiği belli olmayan orta yaşlı, gizemli bir adam olan Oh Man-su’nun bir vukuatına şahit olunca aradığı ustayı bulduğuna inanır. “Bana dövüşmeyi öğret” şeklinde adama musallat olur. Israrlardan bunalan ve yediği dayaklardan ötürü biraz da ona acımaya başlayan Oh Man-su, Byung-tae’ye hayata uyarlanmış bazı teknikleri gram gram vermeye başlar. Kulağa Karate Kid gibi geliyor olsa da, hiç mi hiç sevmediğim Karate Kid’den haliyle daha çiğ bir şiddet ve Kore’ye özgü mizah soslu dram anlayışı ile işlenmiş, gıcır gıcır bir usta-çırak filmi Art Of Fighting.


Art Of Fighting, son zamanlarda izlediğim en şık jeneriklerden biriyle başlıyor. Babası polis olan Byung-tae’nin okulda yediği sopalara içerliyoruz. Usta rolündeki Baek Yun-shik’in filme dahil olmasıyla filmin öğreten adam ve oğlu seyrinde gitmesi beklenirken, yazıp yönettiği ilk filmiyle yönetmen Han-sol Shin bunu daha sterilize bir üslupla, usta-çırak didaktizminden farklı ele alıyor. Yun-shik ustanın verdiği tüyolar, Karate Kid’in tonton Miyagi Usta’sı Pat Morita’nın (toprağı bol olsun) talimatlarına temelde benziyor. Duvar boyama ile çamaşır sıkma benzeşmesinden farklı olarak Yun-shik, çubuklarla sinek yakalama ya da içler acısı kartal duruşu/vuruşu saçmalıklarına prim vermiyor. Onun öğütleri Miyagi’ninkiler kadar elit ama bir o kadar da sokağa ait. Her ikisi de çekirgelerine bu teknikleri savunma amaçlı kullanmalarını öğütlese de, etrafta bu kadar kaşınan olduktan sonra pratik kaçınılmaz oluyor. Her ustada olduğu gibi Miyagi’de de kavganın bir etiği vardı. Onun, kimi deneysel, kimi bu etikten gelme öğretileri Ralph Macchio zavallısını 80’lerin o taşkın Amerikan abartısıyla karate şampiyonu yapmıştı. Hatta Karate Kid II’de yine bu Macchio’dan bir aksiyon kahramanı olabileceğine inanmamızı beklediler. 80’ler biraz da böyleydi işte.. Ama bu konseptin 2000’e yansıyan ve Amerikan olmayan bir çağdaşı, 2000’ler perspektifimizin ne yönde olduğunun ipuçlarını verebilir. Bana bu perspektifi sunan, adı geçen iki film değil, daha genel bir bakış:

 


2000 gerçekliği, 80’in şimdi bize ucube gelen yapmacık taraflarının ipliğini pazara çıkarmayı çok iyi beceriyor. Ama 2000, 80’e nefret duymuyor, onu yok saymıyor. Sadece onunla biraz maytap geçiyor ve kendi gerçekliğini ispatlamak için onu koz olarak elinde tutuyor. 80’lerin sadık hayranları, çoğunlukla Amerika’nın dayattığı bazı saçmalıkları, gerçekmişçesine sindiriyorlar. Daha da ilerisi, bu sindirim bir yaşam biçimi haline geliyor. Ve 2000’lere uyum sağladığını zanneden bu sindirimciler, birlikte sinema, tiyatro, lokanta, cadde, sokak, forum ortamını bile paylaşmak istemeyeceğiniz toplum bireyleri olup çıkıyorlar. Neyi sevdiklerini biliyorlar, ama neden sevdiklerini bilmiyorlar. Bilseler de anlatamıyorlar. Çünkü 80’lerin, o yılları yaşayan herkese yüklediği virüse karşı bir anti-virüs geliştirememişler. Bu, okuyarak, dinleyerek ve izleyerek elde edilen bir anti-virüs çünkü.

 

Art Of Fighting’in ustası Yun-shik ise 80’ler parodisi Miyagi’nin, 2000’lerin katı gerçekliğinin parodi versiyonu. Muhtemelen karanlık işler tezgahından geçmiş, içkisi sigarası olan, yellenen, su tabancasıyla etrafındakileri ıslatan, kapılardan süt çalan, kavgada ahlak olmadığını savunan tam bir “freak”.. Onun öğretilerini uygulayan Byung-tae ise bu adil görünen ahlaksızlığı, sportif bir başarı amacı gütmeksizin hayatına uygulamayı kısmen de olsa başarıyor. Hiç olmazsa kavganın ahlaksızlığından, özgüvenini kazanmak adına faydalanıyor. Bu sapına kadar gerçek öğretinin bize öğrettiği de, sapına kadar hayata dair.. Rakibin ellerinden bastırıp, öne düşen başına attığımız kafa darbesinin durduğu yer ile, kartal vuruşunun durduğu yer, acı gerçek ve komik hayal gibi.

5 Kasım 2020 Perşembe

Broken (2006)


Yönetmen: Simon Boyes, Adam Mason
Oyuncular: Nadja Brand, Eric Colvin, Chesse Daves, Olivia Hill, Abbey Stirling, Megan Van Kerro
Senaryo: Simon Boyes, Adam Mason
Müzik: Emma Holand, Gavin Miller, Mortiis
 
Simon Boyes ve Adam Mason ikilisinin yaşanmış bir olaydan uyarlayıp yönettikleri İngiliz yapımı Broken, kızı Jennifer’ı gece uyuttuktan sonra gözlerini ormanda açan Hope ismindeki kadının çektiği çileleri anlatıyor. Hope, kızıyla birlikte bir psikopat tarafından kaçırılıyor ve bir takım eziyetlerden sonra adam tarafından onun kölesi gibi yaşamaya zorlanıyor. Bu uzun süre zarfında kızını hiç göremeyen Hope, kendisini kaçıran adamdan da kızıyla ilgili bir şey öğrenemiyor. Kaçma girişimleri, hapsedildiği ormanın ürkütücü rutini derken zaman su gibi akıyor. Bazı yönleriyle çok beğendiğim Wolf Creek’i anımsatan film, gerilim yüklü süresini etkileyici görüntüler ve çarpıcı şiddet sahneleriyle donatıyor. Tabi şu karından jilet çıkarma, ayak kırma, dil kesme gibi sahneler içinde deli gibi mantıksal çözümler arama eğiliminde olanlar için burun kıvırma vesilesi olabilir. Ama bu tip bağımsız etiketli gerilimleri seven biri olarak en başta “gerilim dediğin rahatsız etmeli” düşüncesindeki sinema severlere mutlaka tavsiye edeceğim bir film. Gayet akıcı ve hep ayakta tuttuğu merak duygusunu filmden sonra bile muhafaza eden bir yapıda. Hafiften B tipi bir atmosfer solumanız da olası. Bağımsızlık derseniz sapına kadar. Olmazsa olmaz sürpriz final ise gerçekten çılgın bir final. Broken kenarda kıyıda kalmış küçük bir gerilim. Fakat etkisi o kadar küçük mü tartışılır. Her zevke de hitap etmeyebilir. Mesela Wolf Creek’den nefret eden milyonlar arasındaysanız hiç ilişmeseniz de olur...