22 Şubat 2022 Salı

A Hero (2021)

 
Yönetmen: Asghar Farhadi
Oyuncular: Amir Jadidi, Mohsen Tanabandeh, Sahar Goldust, Fereshteh Sadre Orafaiy, Ehsan Goodarzi, Sarina Farhadi, Saleh Karimaei
Senaryo: Asghar Farhadi

Ödeyemediği bir borç yüzünden hapis cezası çeken Rahim, borcu tahsil etmeyi planladığı 2 günlük izin sırasında eniştesiyle beraber alacaklısı Bahram'ı şikayetini geri çekmesi için ikna etmek üzere harekete geçer. Ancak bu şekilde serbest kalabilecektir. Bu esnada kız arkadaşı yüklü miktarda altın dolu bir çanta bulur. Rahim önce özgürlüğünü güvence altına almak için altınları almayı düşünür ama sonra daha karmaşık bir plan yapar: Çantayı kendisi bulmuş ve gerçek sahibine iade etmiş süsü vererek, cezasını hafifletmek ister. Sosyal medyanın da yardımıyla bu davranışı ile şehirde “kahraman” olarak anılmaya başlasa, amaçladıkları gerçekleşecek gibi görünse de işler iyice içinden çıkılmaz bir hale girer. İranlı auteur Asghar Farhadi'nin Cannes'dan Grand Prix ve François Chalais ödülleriyle dönen filmi A Hero (Ghahreman), Farhadi'ye ait tüm karakteristikleri taşıyan bir dram. Ahlak, dürüstlük, vicdan ve kişisel tercihler nedeniyle değişen ilişki dinamiklerinden oluşan rotası yine şaşmıyor. Çok iyi bir hikaye anlatıcısı olan Farhadi, günlük hayattan seçtiği sıradan karakterlerini bu değerlerle test ederek bir nevi Tanrı rolüne bürünse de, bile isteye çıkmaza sürüklediği hikayenin ve onun dallarının yarattığı özdeşlik ve empati neticesinde karakterlerini kendi başlarına, kendi tercihleriyle bırakarak, hem onlara, hem de seyircilere türlü ikilemler sunarak bu rolünü daha insani boyutlara çekiyor.

Farhadi, artık kanıksandığı üzere belli ahlaki değerler üzerinden kurguladığı senaryolarını A Hero'da da yine sıradan karakterlere uyarlıyor. Fakat ilk defa daha geniş kitlelere dokunan bir kahramanlık hikayesiyle anlatım çapını genişletmeyi deniyor. Tabii bu kahramanlığın basit bir yalan planı üzerine inşa edilmesi, aynı zamanda Farhadi'nin onu sallayıp devirmeye çalışacağı anlamına da geliyor. Çünkü yalancının mumunun nereye kadar yanacağını tam bilemesek de, sürenin çok uzun olmayacağını kestirebiliyoruz. İşte A Hero, o mumun yanma süresinde yaşananları anlatıyor. Özünde kötü bir insan olmayan ama iyi niyetine rağmen yaptığı yanlışlar yüzünden hapse düşen Rahim'i bir seyirci olarak benimsemek çok kolay. Yine de bu benimseyişin adını koymak lazım. Onu bizim de yapabileceğimiz hatalar yüzünden mi, yoksa dışarıdan ibretlik bir hikaye izlememiz sebebiyle yapmayacağımız hataların bir öznesi olması yüzünden mi benimsiyoruz? İlki gayet insani bir özdeşlik iken, ikincisi başıyla sonuyla bir dram haberi izleme konforu sunuyor. Yani iki türlü de ahlaki pusulası şaşırmış bir karakterin sürdürdüğü yalanların yolculuğunu izliyoruz. Rahim'in iyi niyetli acemiliğinin karşısında konumlandırılan alacaklı Bahram'da kötü bir insan değil ve belki de her iki tarafın bu kötü olmama halinden çatışmalar üretilmesi son derece hayata dair.


Asghar Farhadi'nin o alışıldık iddialı olmayan rejisi ilk önce hikayesini anlatma eğiliminde olduğu için, sinematografik veya sanatsal becerilerden ziyade çoğu zaman kurgu, devamlılık ve oyuncu/diyalog yönetimi ön plandadır. Bu da metaforlarla, sembollerle, imalarla fazla yüz göz olmayı sevmediğinden ona birtakım güçlükler çıkarabilir. A Hero'da yine bazı filmlerinde yaptığı gibi kritik sahnelerden birini göstermeyerek seyircinin olay gidişatında boşluk yaratabiliyor. About Elly'de Elly'nin kayboluş anı, The Salesman'daki saldırı sahnesi, A Separation'da sürpriz bozmamak adına dile getirmeyeceğimiz önemli bir başka sahne bu tercihe birkaç örnek. O sahnelerin eksikliği bazı filmlerde yalan ve gerçek arasındaki gizemli çizgiyi ortadan kaldırabileceği için gerekli olurken, bazılarında ise kurguda kesip atılmış gibi bir boşluk yaratarak filmin ikna sürecini etkileyebiliyor. A Hero'da ise altınların bulunduğu bölümün yalanlara ve gerçeklere dayalı ikilemini zedelememek için gösterilmemesi veya Farhadi'nin hiç başvurmadığı bir yöntem olarak flashback bile kullanılmaması kısmen eksiklik hissettirebiliyor. Yine de Farhadi'nin her türlü olumsuzluğu bertaraf edebilecek çözümleri mevcut. O çözümlerin başında da anlattığı hikayenin dallanıp budaklanması, çatışmaların sürekli tazelenmesi, empati gücü yüksek ahlaki açmazların birbirini tetiklemesi geliyor.

Ülkesi İran'da çektiği filmlerin daha başarılı olması Farhadi'nin kendi toplumunu daha iyi analiz etmesinden kaynaklı. Her ne kadar senaryolarındaki evrensellikten sıkça söz etsek de, özellikle İspanya'da çektiği bir önceki filmi Todos lo saben'deki Farhadi ölçütlerindeki eksikliği, biraz da İran toplumundaki ahlaki dengelerin bozulmasının yarattığı psikolojik gerilimin aromasına da bağlayabiliriz. Eşinden boşanmış, konuşma güçlüğü çeken oğluyla birlikte ablasında kalan, bulunan altın planını birlikte yaptığı sevgilisi Farkhondeh ile daha iyi bir gelecek umudu taşıyan Rahim'in eline geçen fırsatı masum sayılabilecek bir yalanla süslemek istemesi ama olayın basın, sosyal medya ve yardım kuruluşları vasıtasıyla büyümesi sonucu sorgulanma evresine geçişi, bunun üzerine Rahim'in hata üstüne hata yaparak o yalanı kontrolden çıkan bir canavara çevirmesi şüphesiz her toplumda yaşanabilecek bir giriş, gelişme, sonuç sırası. Olayı polisin veya basının değil de belediyenin insan kaynakları görevlisinin sorgulaması her ne kadar inandırıcı gözükmese de, o sorgulama bölümündeki psikolojik gerilim Farhadi'nin diyalog yazmaktaki ustalığının bir başka versiyonu olarak çok çarpıcı. Çok güçlü çatışmalar kurup, şimdi nasıl toparlayacak diye düşündürttükten sonra akışına bıraktığı o ustalık sonucu film gideceği yeri kendi belirliyor adeta. Yalan mevzusu yüzünden biraz didaktik olmak, Rahim'in konuşma zorluğu çeken oğlu Siavash üzerinden biraz duygu sömürüsüne başvurmak ama bunların hepsini senaryonun hizmetine sunarken kontrollü davranmak da bu ustalığın getirdiği şeyler. Çaresizliği ve saflığı çok iyi resmeden Amir Jadidi'nin performansının da etkisiyle kıvamını bulan A Hero, Farhadi'nin en iyisi değil belki ama gerçekçi ve güçlü sinemasının bir başka örneği.

16 Şubat 2022 Çarşamba

Swallow (2019)

 
Yönetmen: Carlo Mirabella-Davis
Oyuncular: Haley Bennett, Austin Stowell, Elizabeth Marvel, David Rasche, Denis O'Hare, Laith Nakli, Luna Lauren Velez
Senaryo: Carlo Mirabella-Davis
Müzik: Nathan Halpern

Varlıklı bir ailenin veliahtı Richie ile evli olan ve hamile kaldığını öğrenen Hunter, hamileliğinin ilk aylarında ufak nesneleri yutma arzusunun gitgide yükseldiğini ve buna karşı koyamadığını fark eder. Bu durum tehlikeli bir noktaya geldiğinde tıbbi ve psikolojik yardım almak zorunda kalır. Hunter bir yandan eşi ve ailesinin gitgide artan baskılarını göğüslemeye çalışırken bir yandan da takıntısının ardındaki karanlık sırrı açığa çıkarmaya uğraşır. Toprak, kağıt, saç, boya, kül vb. gibi besin olarak kabul edilmeyen maddelerin devamlı ve ısrarlı bir şekilde yenilmesi veya yutulması alışkanlığı olan Pika sendromuna sahip bir genç kadının yaşadıklarını konu alan Swallow, Carlo Mirabella-Davis'in senaryosunu yazıp kendisinin yönettiği bir ilk film. Sanıldığının aksine bu rahatsızlıkla ilgili farkındalık yaratmak veya öğretici bir üslupla bunun üstesinden gelmek gibi bir amaç gütmeyen Mirabella-Davis, onu senaryosunun karanlık ve gizemli bir aracı haline getirerek Hunter'ın ruhsal dalgalanmalarının yansımalarından biri olarak kullanıyor. Alt sınıftan bu aileye gelin olarak geldiği için aile buluşmalarında sık sık kayınpederi ve kayınvalidesinin üstü açık ya da kapalı imalarına maruz kalan, önemsenmeyen Hunter, sadece doğuracağı varisin hatırına ilgi görür hale geliyor.

Carlo Mirabella-Davis, senaryosunun bir çok farklı versiyonu çekilebilecek dram ve gizem potansiyelini çok yerinde hamlelerle açığa çıkarıyor. Hunter'ın tesadüfen eline geçen nesnelerle olan tuhaf ilişkisini, onları yutmadan birkaç saniye öncesindeki muğlak tutkusunu çok iyi betimliyor. Anlam veremediğimiz Pika sendromuna sahip kişilerin o nesnelere olan takıntılarını tanıma fırsatı buluyoruz. 2002 tarihli Marina de Van filmi Dans ma paeu'da vücudunu kesmekten, hatta küçük parçalar koparıp yemekten haz alan Esther'ın bu saplantılı haline benzer şekilde ürkütücü bir sakinlik görüyoruz bu anlarda. Hunter'ın tuhaf dinginliği, onu hem kırılgan, hem de patlamaya hazır bir bomba arasındaki ince çizgide konumlandırıyor. Eşine ve onun ailesine karşı gösterdiği uysallığının bir noktada biteceğini biliyor, o noktanın yeri ve zamanının belirsizliğine kapılıyoruz. Ama Mirabella-Davis, elindekilerle yetinmeyip Hunter'ın daha derinlerine inmek, Pika sendromunu yüzeysellikten sıyırmak istiyor. Geçmişe dair kimseye anlatmadığı bir sırrın açığa çıkması, Hunter'ın kendisiyle barışmaya duyduğu ihtiyacı tetikliyor. Gerilimin tavan yaptığı olağanüstü yüzleşme sahnesi, filmin interaktif gücünün somutlaştığı bir arınmaya, gecikmiş bir hesaplaşmaya, uzun süre acı veren çürük bir dişten ya da bel büken bir yükten kurtulma çabasına dönüşüyor.

Swallow, sağ gösterip hem sağ, hem sol vuran filmlerden biri. Eline geçirdiği Pika rahatsızlığını sömürmeden, tümüyle ona bel bağlamadan ilerliyor. Hatta Hunter filmde bu sendrom yerine sadece hamilelik üzerine gelgitler yaşasaydı bile yeterli olabilirdi. Pika sendromunu tetikleyen unsurlar arasında çocukluk travmalarının, suçluluk duygusunun, ebeveyn eksikliğinin, dışlanmanın da bulunuyor olmasının bilinciyle Mirabella-Davis, bu durumu senaryosu için bir koz haline getirmeyi başarıyor. Hunter'ın eşi ve ailesiyle ilgili negatifliği de sınıfsal bir çatı altında kurunca Hunter'ın yalnızlığı, dışlanmışlığı, Pika sendromu esnasında yaşadıkları, onunla baş edememesi daha da sivrilebiliyor ve anlamlanıyor. Özellikle Haley Bennett'in Hunter'a kattığı suni mutluluğu, cisimleri yutmaya yönelik engellemesi zor tutkuyu, geçmişin bastırılmışlığıyla iyice belirginleşen kederi iliklerimize kadar hissediyoruz. Çeşitli festivallerden genelde Carlo Mirabella-Davis ve Haley Bennett'in paylaştığı 16 ödül ve birçok adaylık alan Swallow, insanın kendisinin ya da başkalarının hataları sonucu oluşmuş travmalarının tetiklediği Pika benzeri birçok ilginç dışavurumun ilham verici senaryolar çıkarabileceğine güzel bir örnek.

11 Şubat 2022 Cuma

Ninjababy (2021)

 
Yönetmen: Yngvild Sve Flikke
Oyuncular: Kristine Kujath Thorp, Nader Khademi, Arthur Berning, Tora Christine Dietrichson, Silya Nymoen, Evelyn Rasmussen Osazuwa
Senaryo: Johan Fasting, Yngvild Sve Flikke, Inga Sætre
Müzik: Kåre Vestrheim

Johan Fasting, Yngvild Sve Flikke ve Inga Sætre üçlüsünün ilk senaryosu, Yngvild Sve Flikke'nin ikinci uzun metraj rejisi olan Norveç yapımı Ninjababy, partilemeyi seven, alkol ve uyuşturucudan uzak duramayan, cinsel hayatına dikkat etmeyen Rakel'in bir gün hamile olduğunu öğrenmesiyle değişen hayatını konu alan bir komedi dram. İlk başta tek gecelik ilişki yaşadığı aikido hocası Mos'dan hamile kaldığını düşünen Rakel, bebeğin 6 buçuk aylık olduğunu öğrenince babasının aynı kendisi gibi gününü gün eden Pikkjesus olduğunu anlar. O da bebeği istemeyince zaten doğurmaya yanaşmayan Rakel, kürtaj olmak ister. Ne var ki çok tuhaf bir hamilelik geçiren, karnı normal hamileler gibi büyümeyen, belirtileri geç gösteren genç kadın hamile olduğunu fark etmediği için kürtaj için çok geç kalmıştır. Bebeği doğurmak zorunda olduğunu kabullenen ama anne olmak da istemeyen Rakel alternatif çözüm arayışlarına başlar. Kimi zaman Hollywood romantik komedilerini andıran yapısıyla akıcı, eğlenceli, aynı zamanda dramatik doğasını da inkar etmeyen Ninjababy, bu formülü İskandinav yapımlarının kendine has dramedi atmosferine uyarlıyor. Bir ilk senaryoya göre katmanlı, donanımlı, duygusal zekası yerinde, mizahi ayakları da yere basan film, odağındaki Rakel'i çok iyi tanımladığı kadar, etrafındaki yan karakterleri de garnitür olarak görmeyen bir olgunlukla hareket ediyor.

Astronot, gezgin, bira tadımcısı, orman korucusu ve karikatürist, Rakel'in yapmak istediği 5 meslek. Kendi çapında karikatürler çizen ama düzensiz yaşamı nedeniyle hayatta henüz istediği yere gelememiş Rakel, bir de üstüne hamile kalınca kısıldığı kapandan kurtulma çareleri arıyor. Kürtaj seçeneği ortadan kalkınca evlatlık verme, çocuk sahibi olamayan üvey ablası Mie gibi başka alternatifler belirse de işler kontrollü bir şekilde karıştırılarak filmin ipini koparmasına veya ağırlaşmasına izin verilmiyor. Üstelik senaryoya ve görselliğe katkı sağlayan çok iyi de bir fikri var. Ninjababy ismi, belirtiler uzun süre kendini göstermediği, bebek hiç fark ettirmeden bir ninja gibi sessiz ve sinsice rahimde büyüdüğü için Rakel'in ona taktığı lakaptan geliyor. Bu zeki, komik ve hazır cevap ninja bebek, Rakel'in amatör çizimiyle canlanıp sadece onun görebileceği şekilde müstakbel annesinin kararlarını sorgulayarak sık sık karşısına çıkıyor. Bu parlak fikir, "bir anne, kendi karnındaki bebeği duyabilseydi neler yaşanabilirdi" sorusuna dair hem mizahi, hem de düşündürücü bir çok malzeme sağlıyor. Filmin kariyer ve annelik seçimi konusunda çok büyük lafları yok. Sadece Rakel'in samimi düşünceleri var. Anne olmanın güzelliği, kutsallığı kadar, anne olmak istememenin, anneliğin sorumluluğunu üstlenemeyecek olmanın samimiyeti. Hele de istenmeyen hamileliğin ahlaki sorgusuna maruz kalmak uğruna anne olmak istememenin haklılığına yönelik ufak bir beyin fırtınası oluşturabiliyor.

Bir ibret hikayesi olmaktan kaçınan Ninjababy, meselenin kendi doğal didaktikliğini harlamadan, her ne kadar mizahi yanlarına sık sık uğrasa da meselenin ciddiyetini de yadsımadan kendi yolunu çizen bir film. Rakel'in kendi yarattığı Ninja Bebek ile olan diyalogları, Mos ile ilişkisi, Mos'un Leila adını verdiği, strateji oyunu Warhammer'dan esinlenip yaptığı oyuncak figür ve bu figür için kurguladığı hikayesi, evlat edinmeye dair dillendirilen düşünceler, bir uyanış karakteri olarak Pikkjesus ve diğer detaylarıyla mutlaka görülmesi gereken anlar içeriyor. Karışık duygular yaratan etkileyici finali de filmin geneline çok yakışıyor. Avrupa Film Ödülleri’nde En İyi Komedi seçilen, 71. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde ise Generation 14plus bölümünün Kristal Ayı - Özel Mansiyon ödülünü alan Ninjababy, ülkesi Norveç'e ait Amanda Ödülleri'ni de ödül ve adaylıklarla domine etti. Bu ödüllerden biri de Rakel'in hem mizahi, hem de dramatik duruşuna hakim Kristine Kujath Thorp'un performansına verildi. Ülkesinde TV dizileri, mini seriler yazıp yönetmiş Yngvild Sve Flikke, sade, dinamik, nerede ve nasıl konumlanacağını bilen rejisiyle koyu ve soğuk Norveç iklimini ısıtmasını biliyor. Kendisi bu güzel film sayesinde umarız sinemaya daha fazla ağırlık verir ve Ninjababy gibi daha nice yapımlara adını yazdırır. 

4 Şubat 2022 Cuma

Verdens verste menneske (2021)


Yönetmen: Joachim Trier
Oyuncular: Renate Reinsve, Anders Danielsen Lie, Herbert Nordrum, Hans Olav Brenner, Maria Grazia Di Meo, Deniz Kaya
Senaryo: Joachim Trier, Eskil Vogt
Müzik: Ola Fløttum

Joachim Trier - Eskil Vogt ikilisinin yazıp Trier'in yönettiği 5. uzun metraj olan Verdens verste menneske (The Worst Person In The World), 30 yaşına girmek üzere olan Julie'nin iniş çıkışlarla dolu hayatını izliyor. Önce tıp okuyan, sonra insanların bedenlerinden ziyade duygu ve düşüncelerine ilgi duyduğunu fark ederek psikolojiye yönelen, ardından yetenekli olduğunu düşünerek fotoğraf sanatına yönelen Julie, aynı durumu aşk hayatında da yaşayan bir kadın. Özellikle uzun soluklu bir ilişki arayışında olmayan ve kendini tek bir ilişkiye esir etmek istemeyen Julie, buna rağmen 40'lı yaşlarındaki çizgi roman yazarı Aksel ile ciddi olduğunu sandığı bir ilişkiye yelken açıyor. Çocuk istememesi ve her zamanki bağlanma sorunları bu ilişkiyi de tehdit ediyor. Kimseyi tanımadığı bir partiye kaçak girerek orada tanıştığı Eivind'den çok etkileniyor. İkili, partnerlerini aldatmama sözü vererek partide hoş vakit geçirdikten sonra birbirlerine veda ediyor. Bir tarafta artık Julie'nin hiç bir yere gitmeyeceğini düşünerek sıkıcılaşan Aksel, diğer tarafta partide tanıştığı ve gizemli kalışının cazibesinden bir türlü kurtulamadığı Eivind, ortada da hem kariyer, hem de duygu olarak bir türlü hayatından tatmin olmamış Julie... The Worst Person In The World, 12 bölüm, bir prolog ve bir epilogdan oluşan, aslında belli bir başı ve sonu olmayan, bu genç kadının 30 yaş sonrası hayatından kesitler içeren bir film. Joachim Trier'in Reprise (2006) ve Oslo, 31. august (2011) sonrası "Oslo Üçlemesi" denilen üçlemenin son halkası.

Reprise'da yazdığı ilk kitabıyla ünlü olduktan sonra yaşadığı psikolojik sorunlar nedeniyle hastanede tedavi gören Philip, Oslo, 31. august'te şehir dışında bir yerde sürdürdüğü uyuşturucu tedavisini tamamlamasına az bir zaman kala şehre indiği bir gününü izlediğimiz Anders merkezli ilk iki filmden sonra bu kez bir kadın karakterin odağında benzer ve farklı Trier dokunuşları görüyoruz. İyi görünümlü, hali vakti yerinde, refah seviyesi en yüksek başkentlerden birinde yaşayan bu karakterlerin kariyer, psikolojik ya da duygusal problemlerinden çatışmalar yaratmak kimi zaman fazla burjuva görünse de, bunları absürt, karikatürize veya yapmacık hallere sokmadan, hayatın doğal akışı içinde yansıtma, aynı zamanda güçlü bir melankoliyle ifade etme becerisi hep kendini gösteriyor. Özellikle Oslo, 31. august'ün spontane görünümlü katmanlı yapısı, depresif ve hüzünlü dokusu Trier'in tarzını iyice belirginleştirdi. Verdens verste menneske, bu tarifin içine az da olsa mizah katan, 5. bölümdeki (Kötü Zamanlama) hayatın durduğu ve 7. bölümdeki (Yeni Bir Bölüm) sihirli mantar tribi sahneleri gibi farklı denemelerle Julie'nin karmaşık psikolojisine atıflar yapan bir film. Bu yeni malzemeler o tarzı daha dinamik kılarken, üçlemenin son ayağını diğer ikisinden de ayrı bir yere koyuyor. 


Trier ve Vogt'un filmi neden 12 bölüme ayırdıkları, buna gerek olup olmadığı tartışılır. Örneğin tek başına kısa bir film olabilecek 2. bölüm (Aldatma), sanki bir romanın su gibi akan bölümlerinden biriymişçesine bu tercihi olumlarken, yaklaşık 3 dakika süren 3. bölüm (#MeeToo Çağında Oral Seks) filmden çıkarılmış olsa rotadan en ufak bir sapma olmazdı. Julie'nin aynı adlı bir makale yazması ve bunun bir internet sitesinde yayınlanması, en önemlisi de oral seks/feminizm çelişkisi hakkında biraz da klişe olmuş düşünceleri pekala başka bir bölüme de eklenebilirdi. Bunun gibi üçer beşer dakikalık bölümler, ziyan olmasın diye filme eklenmiş görüntüsü çizerken bir miktar dağınıklık da yaratmıyor değil. Ama dediğimiz gibi, ilk iki filmden o Trier dağınıklığına bir nebze aşinayız zaten. Burada sadece Julie'nin hayatına dair bazı detaylar, skeçler halinde bölüm başlıkları konarak dağınıklık yaratmış. Julie'nin Eivind ile olan ilişkisinin başlangıcına odaklanan Aldatma ve Kötü Zamanlama adlı bölümler biraz Hollywood romantik komedilerine öykünmekle eleştirilse de, bu benzetmeye İskandinav eli değmiş çoğu girişim kendi orijinal atmosferlerini kurmakta hiç sorun yaşamıyor. Üstelik bu iki bölüm, büyük resmin önemli parçalarını oluşturmakta. Sadece Reprise ve Oslo, 31. august'ün dramatik anlatılarını kanıksamış seyirci için kısa bir şok sonrası yaşanan boş bulunmayla bu kafa karışıklığı ve beraberinde benzetmeler belirebiliyor. 

Verdens verste menneske'nin biçimsel anlamda bölümlere ayrılması, baş karakteri Julie'nin kariyer ve aşk hayatındaki tercihlerinde tek bir bölüme saplanıp kalmak istememe haliyle güzel örtüşüyor. Trier o kadar hayatın içinden bir film çekmiş ki, sadece Julie'nin değil, pek çok insanın hayatı da böylesine dağınık, uzunlu kısalı bölümlere bölünebilecek denli derme çatma bir kurguyla ifade edilebilirdi. Üstelik bu akışın içinde Julie tam ortada olmasına rağmen Aksel ve Eivind'e de dokunmayı ihmal etmiyor. Romantik komedilerde adettir: Kadın kahramanımız iki erkek arasında gidip gelirken bize iki adamın artıları, eksileri yavaş yavaş sezdirilir ve nihayetinde bir taraf tutulmuştur ve final oraya doğru gider. Trier ne Julie'yi, ne de iki adamı bu klişelerle tanımlamak istemiyor. En başta Julie iki farklı türde okunabilecek bir karakter. İstediği kariyere sahip olabilecek, istediği ilişkiyi başlatıp bitirebilecek bir kadın. Fakat bunun bir özgürlük ve güç olması kadar, istikrarsızlık, kararsızlık ya da ne istediğini tam olarak bilememe, bu yüzden mutluluğu bulamama olarak algılanması da mümkün. Hayatının kontrolünü hep elinde tutmuş ama o kontrolle ne yapacağını bir türlü kontrol edememiş. Bir noktada başrolde olması gereken kendi hayatının yardımcı kadın oyuncusu olduğunu hissetmiş. Aksel ile olan ilişkisinin tükenmişliği, Eivind ile yeni ve tutkulu bir ilişkiye başlama fikrinin yarattığı heyecan seyirciye çok rahat işliyor. Çünkü Trier tüm bunların altyapısını hazırlayıp gram gram damarlara zerk ediyor. İlişkilere dair yeni bir şey keşfetmiş değil. Sadece elinde olanlardan yaptığı kolajı spontane bir dağınıklık içinde, aynı zamanda kendi düzenini bulacak bir kontrol mekanizmasıyla skeçlere, dönemlere, sevinçlere, hüzünlere bölüyor.


Oslo Üçlemesi, Trier'in baş karakterlerinin varoluşsal endişelerini, hayatlarına ne ölçüde hakim olduklarını, nerelerde güçlü, nerelerde zayıf kaldıklarını, en önemlisi de bir film başrolü olmalarına rağmen pekala yanımızdan geçip giden insanlar olabileceklerini hissettiren bir bütünlük sağlayarak son buluyor. İş ve aşk hayatımızda, aile ve arkadaş ilişkilerimizde yer alan ayrıntılarda saklı ne kadar fazla şey olduğunu, bu ayrıntılar toplamının aslında hayatlarımızın ta kendisi olduğunu düşündürüyor. Güzel kadınlar, yakışıklı erkekler, nezih ortamlar, refah kokan Oslo sokakları, kafeleri, restoranları, partileri, güvenli alanları, üçlemenin bireysel iç huzursuzluklarıyla tezat halinde olsa da, Trier'in asıl derdi devasa dünya meseleleri, çevre sorunları, politik taşlamalar değil. Evet, kimi zaman bunlar da bindiğimiz üçleme treninin pencerelerinden görünüp kayboluyor. Ana karakterin dünyası, çevresi, kariyer, aşk ve yaşam politikaları üzerinden kurulan evren, kendi doğal akışında tutunma çabaları içeriyor. Üçlemenin bu son halkasında Julie'nin kendi hayatında yardımcı oyuncu olduğu benzetmesi, aslında üçlemenin tamamına ait özetlerden biri. Philip, Anders ve Julie kendi hayatlarında gerçekte neyin anlamlı olduğunu aramaya, bunu yaparken de yazmaya, uyuşturucuya, kariyer deneyimlemeye veya aşka sığınıyorlar. Bunun için bencil olmaları gerektiğinin de farkındalar. Bu yüzden dünyanın en kötü insanı olmasalar da, anlaşılabilecek ölçülerde dünyanın en bencil insanları olabiliyorlar. İlk iki filmden farklı olarak Verdens verste menneske bitmemiş bir film. Bir nevi bu bencilliğin hiç son bulmayacağının da ilanı. Güzelliği, ışıltısı, performansıyla tam bir gönül çelen Renate Reinsve ile, üç filmde de rol almış Anders Danielsen Lie'nin duygudan duyguya savuran varlıkları, yıllar geçtikçe daha da demlenecek bu güzel filmin bitmemişliğini zenginleştiren, anlamlandıran unsurlar.