Yönetmen: Mona Achache
Oyuncular: Josiane Balasko, Garance Le Guillermic, Togo Igawa, Anne Brochet, Ariane Ascaride, Wladimir Yordanoff, Sarah Le Picard
Senaryo: Mona Achache, Muriel Barbery
Müzik: Gabriel Yared
Varlıklı insanların bulunduğu bir apartmanda ailesiyle birlikte yaşayan zeki ve hayattan şimdiden bıkmış 11 yaşındaki Paloma, 12 yaşına gireceği 16 Haziran'da intihar etmeyi planlamıştır. Önünde 165 gün vardır ve geride el kamerasıyla çekeceği bir film bırakmaya karar vermiştir. Hayatın neden anlamsız olduğunu gösteren bir film... Mona Achache’ın yazıp yönettiği 2009 yapımı filmi Le hérisson, Muriel Barbery’nin çok satan romanı The Elegance Of The Hedgehog'dan (Kirpinin Zarafeti) uyarlanmış sade, sıcak, hüzünlü, derinlikli bir yapım. Hikâyenin merkezinde Paloma var gibi görünse de aslında üç yalnız ruh yer alıyor: Dış dünyaya karşı duvarlar örmüş 54 yaşındaki apartman görevlisi Renée, ölüm ve hayatın anlamsızlığı üzerine kafa yoran Paloma ve apartmana yeni taşınmış zarif bir Japon beyefendisi olan Kakuro Ozu... Film bu üçlü sayesinde hayatın görünmeyen köşelerine ışık tutan, zeki, elit ve içsel bir keşif barındıran, birbirleriyle kesişmesi kaçınılmaz, iç içe geçmiş üç küçük hikaye sunuyor. Temel harcında burjuva hayatının yüzeysel görkemine karşı duran bir anlatı mevcut. Apartman görevlisi bir kadın, varlıklı bir adam ve yaşına rağmen son derece olgun fikirlere sahip bir çocuk arasındaki etkileşimler belli konular etrafında çok güzel şekilleniyor. Üç karakter farklı açılardan birbirlerine çok ince dokunuşlarda bulunuyor, birbirlerine çok iyi geliyorlar.
Paloma'nın depresif ama bir o kadar da renkli iç dünyası seyirciyi çocuk bakışıyla sorgulamaya yönlendirirken, Renée'nin katı yalnızlığı ve bu katılığı yumuşatmaya çalışan Kakuro'nun ikinci bahar arzusu filme çeşitlilik, derinlik ve denge sağlıyor. En derinlikli karakter sayabileceğimiz Renée dışarıdan donuk, sıradan ve asabi bir kadın gibi görünürken, içinde büyük bir edebiyat ve sanat evreni taşıyor. Bu çelişki, filmin temel metaforu olan "kirpi" benzetmesinde ifadesini buluyor: Dışı dikenli, içi yumuşak. Zengin insanların yaşadığı bir apartmanın görevlisi olmasından dolayı sınıfsal mesafesini korumaya çalışmanın, uzun süre dul ve yalnız kalmış olmanın dikenleri bunlar. Onun bu dikenler gerisinde kalmış anaçlığına Paloma, duygusal ve sanatsal derinliğine ise Kakuro sızmayı başarıyor. Gardını düşürdükçe hayattan aldığı tat da artıyor. Paloma kamerasıyla onu filme alırken söyledikleriyle kendine olan olumsuz bakışını bu iki karakter sayesinde değiştirebileceğine olan inancı büyüyor. Paloma gibi şımarık olması beklenen ama olgun ve zeki bir zengin çocuğunun, Kakuro gibi kültürlü bir centilmenin kendisinden pekala hoşlanabileceğini sindirmeye başlıyor. Her ne kadar Paloma kendi ölümüne hazırlık yapıyor olsa ve onun sayesinde filmin üzerine ölüm ve yalnızlık temalı bir kasvet çöküyor gibi görünse de film aslında hayatın değerini kutsuyor. O yalnızlığın paylaştıkça nasıl azalacağını, hatta iyileştirici bir duyguya evrilebileceğini çok güzel betimliyor.
Paloma, Renée, Kakuro farklı sahnelerde birbirlerine ilişkilerini pekiştirici çok hoş dokunuşlarda bulunuyorlar. Çikolata, ramen, bir kedi, bir fanus balığı, Anna Karenina, 1950 yılına ait Yasujirô Ozu filmi Munekata kyôdai (The Munekata Sisters - bu arada Renée'nin, soyadı Ozu olan Kakuro'ya "yönetmenin akrabası mısınız" diye sorması da çok tatlıydı) ve daha bir çok ayrıntı filmin içinden serin yaz meltemi gibi geçiyor. Rus yazar Leo Tolstoy'un Anna Karenina romanının girişindeki " bütün mutlu aileler birbirine benzerler, her mutsuz ailenin mutsuzluğu da kendine özgüdür" cümlesi, uzunlu kısalı hayatlarında farklı mutsuzluklar yaşamış bu üç insanın aynı evde yaşamayan ama küçük ve çok özel anlar paylaşan bir aileye benzeyip kendine özgü bir hal almalarına atıf sayılabilir. Mona Achache’ın yönetmenliği sade ama etkili. Le hérisson görsel estetik anlamında kitaplar, çay fincanları ve kitaplarla dolu odaları ile Japon estetiğini çağrıştırır biçimde minimal ama anlam yüklü. Achache’ın arada sırada sessiz anlara yer vermesi, karakterlerin iç dünyalarını daha derin hissetmemize olanak tanıyor. Oyunculuk yönünden ise Renée karakterini canlandıran Josiane Balasko öne çıkmakta. Balasko, kelimelerden çok bakışlarla ve beden diliyle karakterinin iç dünyasını nasıl yansıtacağını o minimallik anlayışına uygun bir biçimde gösteriyor. Le hérisson ölüm, sınıf ayrımı, yalnızlık ve edebiyat gibi temaları zarif bir şekilde ele alırken yaşamın küçük, sessiz, dokunaklı anlarının da ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatan bir film. Kitabın edebi dilinin sinemaya çok iyi uyarlandığı anlaşılmakla birlikte ortaya melankolik bir yapım çıkmış. Fransız sinemasının naif, içsel ve entelektüel tarafını sevenler için Le hérisson, izlenmesi gereken özel filmlerden biri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder