Yönetmen: Chad Hartigan
Oyuncular: Olivia Cooke, Jack O'Connell, Soko, Raúl Castillo
Senaryo: Aja Gabel, Mattson Tomlin
Müzik: Keegan DeWitt
Aja Gabel'in kısa hikayesinden Mattson Tomlin'in senaryosunu yazdığı, 1982 Lefkoşa doğumlu Chad Hartigan'ın yönettiği Little Fish, fotoğrafçı Jude (Jack O'Connell) ile veteriner Emma (Olivia Cooke) arasındaki aşkın tuhaf bir pandemiyle sınandığı ABD/Kanada ortak yapımı romantik bir dram. Tanışıp flört eden, bir süre sonra da evlenen Jude - Emma çifti, insanların bazen aniden, bazen de yavaş bir şekilde hafıza kaybına uğradığı bu pandemi içinde aşklarına, anılarına sahip çıkmak zorunda kalırlar. Çünkü Jude hastalığa yakalanmıştır ve yavaş yavaş ilişkilerine dair bazı anılarını yitirmeye başlar. Artık hayatımıza nüfuz etmiş pandemi kavramını farklı şekillerde ele almaya başlayan ilham verici senaryolardan biri olan Little Fish, bu defa hastalığı "unutma" olarak tasarlamış. Away From Her, Still Alice, Iris, Poetry ve daha bir çok filme esin kaynağı olmuş Alzheimer hastalığından farklı olarak kurbanlarını sadece yaşlılardan seçmeyen, ne şekilde yayıldığı bilinmeyen, bir balıkçıya teknesini, bir şoföre otobüsünü, bir pilota uçağını kullanmayı, hatta bir maraton koşucusuna durmayı unutturan NIA (Neuroinflammatory Affliction - Nöroinflamatuar Hastalık) adlı bu salgına her an herkes yakalanabiliyor ve tedavisi bulunmuyor. Böyle bir ortamda filizlenen Jude - Emma ilişkisi, ileri geri bir kurguyla, yer yer şiirsel ve sıklıkla beslendiği melankoliyle işleniyor. Böyle bir hastalığın karşısına pek çok şey koyabilmek ve o şeylerin yitirilişini izlemek varken aşk kavramını koyarak kırılgan bir üslupla içinde ne varsa döküyor.
Pandemi ile birlikte eski alışkanlıklarımızı ne kadar süreliğine olduğunu bilmediğimiz biçimde terk etmek zorunda kalışımız hepimizi üzdü. Bu salgın hastalık yüzünden insanlar birbirlerine veda bile edemeden öldü. Onlarla birlikte biz de enkaza döndük. Yapacak çok işleri, görecek çok yerleri, yaşayacak çok şeyleri vardı. Bu yarım kalmışlık, belki de insan hayatındaki en trajik durumlardan biri. Ama daha trajik olanı, hala hayattayken bu yarım kalmışlığı yaşamak. Bu sebepten Alzheimer en acımasız hastalıklardan biri. Yavaş yavaş her şey siliniyor. Kendimizi, sevdiklerimizi, duygularımızı unutmaya başlıyoruz. 2011 yapımı Perfect Sense'de insanların duygu ve duyularını adım adım yitirmelerine sebep olan kurgusal pandemide Michael ve Susan'ın ilişkilerini ayakta tutma çabalarını izlemiştik. 2020 tarihli Yunan filmi Apples yine bir salgın sebepli hafıza kaybı üzerine sade ve duygusal okumalar yapabilmiş bireysel bir dramdı. Perfect Sense'deki kadar kapsamlı ve rahat yüzü göstermeyen bir salgın olmasa da, Little Fish de iki aşığın bir anda kendilerini tam ortasında buldukları, en büyük yıkımı sadece "unutma" olan bir salgına odaklanıyor. Üstelik sadece bu hastalığa yakalanan Jude'un unutması üzerinden değil, Emma'nın sahip olduğu bu aşkı unutturmama çabası üzerinden de bir hikaye kuruyor. Emma, Jude'a sürekli hayatlarına dair sorular sorarak hafızasını kontrol ediyor. Unuttuğu şeyleri ona tekrar hatırlatıyor. Kendi çapında kitaplar okuyor, notlar alıyor. Hatta kendi veteriner kliniğinde Jude'a küçük bir operasyon bile yapıyor. Onun yitirmeye başladığı anıları kendi yitirdikleri olarak görüyor. Ama geçmişi her seferinde yeniden kurmak zorundayken geleceği nasıl inşa edeceği konusundaki çaresizliği yakasını bırakmıyor.
Bu çaresizliğe rağmen, yakın arkadaşları Ben ve Samantha çiftinin yaşadıklarıyla da bu hastalığın tehlikeli yanlarını gören Emma, sevdiği adamın bu şekilde ellerinden kayıp gitmesine karşı her türlü mücadeleyi vermeye çalışıyor. İngiltere'deki annesinin de hastalığa yakalandığını öğrenmesi, Jude'un duygularını unutmamak için ona yazdığı duygusal mektubu duyması, Jude ile bir yandan gelecek planları yaparken, bir yandan da onun unuttuğu boşlukları doldurması Emma'yı bu çaresizlik ve mücadele arasında asılı bırakıyor. Emma, unutmak kadar unutulmanın da bu hastalığın trajedisi olduğunu sonuna kadar hissettiriyor. Öyle ki, unutan zaten ilişkinin önemli detaylarını, ilişki için verilen emekleri unutacak ama asıl acı unutulanın üstüne kalacak. Emma'nın duygu dolu ve çaresizliğini betimleyen monologları, iki aşığın koyu bir gökyüzü altındaki romantik enstantaneleriyle birleşince kaçınılmaz öncesinde beraber geçirilen günlerin değeri seyirciye de geçmeye başlıyor. Jude ve Emma'nın sade ve sevimli detaylarla örülü tanışma, flört, evlilik geri dönüşlerinin romantizm katkısı, bu hastalık sürecini duygu sömürüsünden ve gereksiz yükselmelerden arındırıyor. Bir süre sonra o dönüşlerin aslında filmin ayrılmaz bir parçası olduğunu kabulleniyor, dümdüz bir kronolojiyle, flashback olmadan anlatılsa bu etkiyi yaratmayacağına inanıyoruz.
Filme adını veren "Küçük Balık", Jude ve Emma'nın evliliklerinin romantik bir sembolü olduğu kadar, balıkların 4-5 saniyelik hafızaları olduğuna dair mite bir gönderme de olabilir. Ama bunun yanlışlığı bilimsel olarak kanıtlanmış, balıkların 4-5 ay önce yaptıklarını bile hatırladıkları tespit edilmiş. Hafızayı birdenbire ya da yavaşça silen salgın fikri gibi senaryo buluşları, kendilerini bilim ve mantıkla açıklamak zorunda değillerdir. Asıl amaç, bu garip salgınların insan ruhunu nasıl etkilediğine yönelik hikayeyi inşa edebilmek ve seyircide empati yaratabilmektir. Little Fish bunu başarabilmiş küçük bir film. Geri dönüşleri, ileri gidişleriyle genel anlamda uyum içinde. Mesela Emma'nın Jude'a "seninle karşılaştığım gün çok üzgündüm" sözü filmin başında, ortasında ve sonunda kendi anlamlarını buluyor. Üzerine çok kafa yorulmazsa sürpriz sayılabilecek ilginç finali de yakışmış denebilir. Eden Lake, Starred Up, '71, Unbroken gibi sert filmlerle daha çok tanıdığımız Jack O'Connell ve Me and Earl and The Dying Girl, Katie Says Goodbye, Sound Of Metal gibi bağımsız dramların hakkını vermiş Olivia Cooke'un güçlü kimyaları, bu iki İngiliz oyuncuyu adı geçen filmlerden tanıyan seyirciyi sarmakta sorun yaşamıyor. Özellikle Olivia Cooke, 2019 tarihli Sound Of Metal'de işitme duyusunu kaybeden sevgilisine karşı fazla işlevli olmayan karakterinin aksine, Little Fish'te hafızasını kaybetmeye başlayan eşine karşı çok daha tutkulu, fedakar ve yıpratıcı bir profil, güçlü bir performans çiziyor. Yıllandıkça Perfect Sense gibi iyi demlenecek bir film olma potansiyeli taşıyan Little Fish, fantastik bir tehdit gölgesinde iyi bir romantizm kuran, kurduğu her şeye de sahip çıkan bir dram.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder