Yönetmen: Chloé Zhao
Oyuncular: Frances McDormand, David Strathairn, Linda May, Swankie, Bob Wells, Patricia Grier, Angela Reyes
Senaryo: Chloé Zhao, Jessica Bruder
Müzik: Ludovico Einaudi
Altkültürler üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Amerikalı gazeteci Jessica Bruder’ın "Nomadland: Surviving America In The Twenty-First Century" adlı kitabından Chloé Zhao tarafından uyarlanan ve yönetilen Nomadland, 2008 krizi sonrası her şeyini kaybeden 60'lı yaşlarındaki Fern'in hikayesini anlatıyor. Nevada kırsalındaki bir şirket kasabasının yaşadığı ekonomik çöküşün ardından Fern, eski hayatını ve eşini kaybetmenin verdiği acıyla başedebilmek için "Vanguard" adını verdiği minibüsüyle Amerika’nın batısına doğru yolculuğa çıkıyor. Geleneksel toplumun dışındaki göçebe hayatını keşfeden Fern'in hayatına, yaşadığı kayıplardan birkaç ay sonrasında dahil oluyoruz. Artık kaybedecek bir şeyi kalmayan, elindeki tek mal olan minibüsünü mülk haline getiren Fern'in yeni düzenine alışmaya başladığı bu evrede, onu Amazon'un kargo bölümünde bir işçi olarak, akşamları da minibüsüne dönen yorgun bir emekçi olarak görüyoruz. Minibüste taşıdığı eski hayatına dair bazı eşyalar ve yüreğinde taşıdığı anılarla 60'lı yaşlarında belli bir yere ait olmamanın akışına kendini bırakıyor. Bu mecburi teslimiyet de daha önce bilmediği bambaşka bir dünyanın kapılarından girmesini sağlıyor.
Chloé Zhao, tuvaletini yaparken bile yanından ayrılmadığı Fern'i o kadar doğal işliyor ki, onun artık sahada olmasıyla yaşadığı bu özdeşliğe ikna olmamak güçleşiyor. Azar azar, kararında ve fazla detaylandırılmamış geçmişi ve o geçmişe dair acıları nedeniyle onun göçebeliğine biçtiği anlam her dakika güçleniyor. Sadece bilmemiz gerekenlerle izlediğimizde, o hafifliğin huzuru ve artık çoğunlukla içine ağlayan bir kadının doğanın kollarında alternatif bir yaşam arayışının varoluşçu amaçları somutlaşıyor. Frances McDormand ve Dave adlı bir başka göçebeyi canlandıran David Strathairn dışındaki karakterlerin gerçek kişiler olması, gerçek mekanlarda, tesislerde, hava şartlarında çekilmesi filme belgesel bir karakter yaratsa da, Zhao filminin tamamen o minvalde olmasını istemiyor. Fern ve Dave dışında Linda ve Swankie gibi iyi bir emeklilik yerine göçebe hayatı yaşamak durumunda kalmış gerçek kişilerin hikayelerini de ekonomik biçimde filmine katan Zhao, kendi orta sınıf vatandaşlarının uykusuna girmeyi çoktan bırakmış Amerikan rüyasının kapitalizm karşısındaki ezilmişliğini, kabuk bağlamış bu yalnızlık tasvirleriyle bütünleştiriyor.
Filmin gerçek kişilerinden biri de, yaklaşık 25 yıldır "vandweller" yani karavan hayatı yaşamayı seçmiş bir göçebe olarak yaşayan, yılda bir "Rubber Tramp Rendezvous" adlı bir açık hava göçebe toplantısı organize ederek Amerika'nın tüm modern göçebelerini bir araya getiren, yine kurucusu olduğu "Homes On Wheels Alliance" organizasyonu ile toplanan bağışlar sayesinde onlara her türlü desteği sağlamaya çalışan Bob Wells... O da pek çoğu gibi yaşadığı kayıpların üstesinden gelebilmek için kendini bu şekilde özgürleştirmeyi seçen ve bu fikirlerini kendi gibi insanlara da aktaran bir yol müdavimi. Fern'in bu yeni hayatına bir başka dokunuşu yapan ise, zamanında iyi bir baba olduğunu düşünmeyen ama önüne gelen iyi bir dede olma fırsatı uğruna göçebeliğinden vazgeçen Dave... Onunla beraber çeşitli geçici işlere giren ve kader birliği yapan Fern, bu ilişkinin yerleşik hayata geçmesini umut eden Dave ile sessiz ve derinden yaşadığı çatışmayı, bu yeni hayatıyla takas noktasında anlamlı bulmuyor. Mutlu günlere, manalı anılara sahip insanların bir anda düştükleri yalnızlıklar, kolayca yenilerine sahip olmayı güçleştiriyor. Yalnızlık Fern'e olduğu gibi onlar için vefalı bir dosta dönüşüyor.
Chloé Zhao, Fern'in etrafına ördüğü doğal ortamı ondan bağımsız düşünmüyor. Geçici etkinlikler, geçici meslekler, geçici insanlar ama hep orada duran kırsal, deniz, taşlar, yollar... Zhao, filmi çektiği lokasyonlarda karşısına çıkan insanları oldukları halleriyle Fern'in hayatına dahil ettiği kadar, önüne çıkan yağmuru, fırtınayı, denizi, kırsalı, kayaları da bu spontane sürece katıyor. Bu bütünleşme, Fern'in eline alıp baktığı bir porselen tabağı bile modern yaşamın bir numunesi, geçmişe olan özlemin sembolü haline getiriyor. Tüm o modern objelerin kaynağına inmenin verdiği arınmışlık, hislerinin hammaddeleri ile beraber yaşama arzusuyla yalnızlığına merhem oluyor. Filmin bu duyguyu sürdürmesinden hoşnut olduğumuz bir anda, Fern'e sırf "sadece bir ev alsınlar diye insanları tüm birikimlerini kullanarak ve borca girerek yatırım yapmaya cesaretlendirmek doğru değil" cümlesini söyletmek için onu geçici bir süre modern hayata veya Dave vasıtasıyla kalabalık aile ortamına sokması, bu ruhani ritmi biraz etkilese de, bu yerleşikliğin hapsolduğu monotonluk karşısında kendini yollara, kırlara vurma özgürlüğünün değeri daha bir anlaşılıyor. Tabii bu Fern'in seçtiği bir yol değil. Ama o zorakiliği, hayatının bundan sonraki anlamı haline getirmek için bir göçebe olarak yaşamanın bertaraf edici bir yanı da var. Kendini bir "homeless" değil, "houseless" olarak tanımlamasının ardındaki bu aidiyet duygusu, bu tanımlamayı yaptığı market sahnesi örneğinde olduğu gibi hiçbir sömürüye geçit vermeden karşılığını buluyor.
1982 Pekin doğumlu Chloé Zhao, Güney Dakota'da çektiği, yine bir çok gerçek kişiye yer verdiği bir önceki filmi The Rider'da, geçirdiği kaza sonucu tutkuyla bağlı olduğu rodeodan kopmak zorunda kalan genç Brady'nin hüzünlü hikayesini yazıp yönetmişti. Nomadland'de yine aynı coğrafyada dolaşıyor, gerçek insanları filme alıyor, Brady gibi geçmişinden kopmak zorunda kalan Fern'i kadrajına alıyor. Fern'e hayat veren iki Oscarlı dev oyuncu Frances McDormand, şayet onu hiç tanımayıp ilk kez bu filmde görseydik gerçek kişilerden biri olduğunu düşüneceğimiz kadar filmin ruhuna ait bir sahicilik taşıyor. Kutsal bir salaşlık içinde, insanoğlunun doğanın sadece küçük bir parçası olduğu düşüncesini kişisel dramıyla o kadar özdeşleşmiş biçimde sunuyor ki, çoğu zaman bunun bir kurmaca olduğunu, o kurmacayı kaydeden kamerayı unutturuyor. Doğada bir zerre kadar küçülürken, aslında pek de performans diyemeyeceğimiz sıradanlığıyla devleşiyor. Onun bu yaban ellerde tek başına küçüldükçe büyüyen varlığının bir nimet olduğunu bilen Zhao, yalnızlığın saf, kederli, mahrem ne kadar sureti varsa ortaya serme fırsatı buluyor. Spontaneliği kadar, bütün filmlerinde beraber çalıştığı görüntü yönetmeni Joshua James Richards'ın da katkılarıyla, iyi dost olduğu Terrence Malick inceliği yakaladığı epik anlar artık yavaştan kendi Chloé Zhao sinemasının temellerini sağlamlaştırıyor. Çağın en iyi bestecilerinden İtalyan usta Ludovico Einaudi'nin muhteşem notaları da bu ruhun ayrılmaz bir uzvu haline gelince Nomadland, bir filmin bizi nasıl "evsiz" değil, "ev-siz" hissettirebileceğine inandırıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder