Yönetmen: George Marshall
Oyuncular: Tony Curtis, Janet Leigh, Torin Thatcher, Angela Clarke, Stefan Schnabel, Ian Wolfe
Senaryo: Harold Kellock, Philip Yordan
Müzik: Roy Webb
Sırrını öğrendiğim ilk illüzyon numarasını dün gibi hatırlıyorum: Şişirilmiş bir balonun bir yanından sokulan şiş, öbür yanından çıkartılıyor, ama balon patlamıyor, havası bile inmiyordu. Aslında o kadar basit bir hilesi vardı ki (bilenler bilir, bilmeyenlere de bu sırrı söyleyecek değiliz tabi) sahnedeki zarif insan bunu pür dikkat ve asilzade edasıyla yapınca sadece gördüğümüzle yetinmek zorunda kalıyoruz. Bundan şikayetçi olmak yersiz. Ama sırrı öğrendiğimde hayalkırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim. Öğrendiğimizde ben de deneyeyim diyor, başarısız oluyor, o gösteriye bir yerlerde tekrar rastladığımızda hiç de eskisi gibi bakmıyor, bakamıyoruz. Artık öğrenilerek bekaretini yitirmiş bir sır, buruk bir şekilde kendini tanımayanlara sunulacağı günü beklemeye başlıyor.
David Copperfield dev bir hızarla kendini ortadan ikiye ayırıyor, özgürlük heykelini yok ediyor, adaşı David Blaine inanılmaz iskambil numaraları yapıyor, kendini fiziksel dayanıklılık deneylerine tabi tutuyor, fizik, kimya, biyoloji, psikoloji ne varsa kullanıp izleyenleri ihya ediyorlar. Kendi limitlerini zorlayarak bir meydan okuma davranışı geliştirmiş bu insanlara örnek teşkil etmiş, hemen hemen hepsine ilham vermiş olan efsane bir usta, kült bir figür var: Harry Houdini ya da sahne adıyla The Great Houdini. Bu uğurda hayatını veren Houdini’nin bir filme konu olması kaçınılmazdı. Yönetmen George Marshall tarafından 1953’te çekilen ve Tony Curtis ile, filmden sonra evlendiği Janet Leigh’in başrolleri paylaştığı Houdini, ne kadar da bazı gerçekleri değiştirip beyaz perde formatına uyarlasa da The Great Houdini’ye gönderilmiş eli yüzü düzgün bir selamdır. Filmde anlatılan bazı olaylar gerçeği yansıtmıyor. Houdini, Tony Curtis kadar yakışıklı değildi ve hayatı filmdeki gibi son bulmadı. Sinemanın gerçeği ve ilüzyonu harmanlayarak sunduğu tavıra bağlamak gerek belki.. Yine de tarihin en ilginç şahsiyetlerinden biri için şov dünyasından bir bakış gereksinimi duyuluyor. Peki Houdini ile ilgili gerçekler neler?
Asıl adı Erik Weisz olan Macar asıllı Amerikalı Harry Houdini, 1874’de Budapeşte’de doğdu. Henüz bebekken ailesi ile birlikte Amerika’ya göçtüler. Ufak yaşta trapezciliğe başladı. Şov dünyasına böyle adım attıktan sonra sahne gösterilerine başladı. Zincir, ip, kelepçe gibi bağlarla kapalı bir sandığın içinden kurtulma numaraları onu dünya çapında meşhur etti. En ilginç gösterilerinden birinde zincirlerle bağlanmış şekilde sandığın içine konuyor, sandık kilitleniyor, halatlarla bağlanıyor, sonra ağırlıklar eklenerek bir tekneden suya bırakılıyordu. Houdini, suyun altındaki bu sandıktan çıkıp hiçbir şey olmamış gibi tekneye dönüyordu. Bir diğer gösterisinde ise yerden 25-30 metre yüksekliğe baş aşağı şekilde asılı durumda bırakılıyor, üzerine giydirilmiş olan deli gömleğinden kurtulmayı başarıyordu.
Birkaç sessiz filmde de oynayan Houdini, medyumlardan nefret ediyor, onların birer sahtekar olduklarını şiddetle savunuyordu. Hatta bu konuda iki de kitap yazdı. Ama ne hikmetse 1894’de evlendiği ve sonradan Bess Houdini adını alarak sahnede ona asistanlık yapacak olan karısı Wilhelmina Rahner ile bir anlaşma yaptılar. Buna göre çiftlerden ilk kim ölürse diğeri ile iletişim kurmak için bir ruh çağırma deneyi yapacaklardı. 1926’da Houdini, filmde anlatılanın aksine apandisit yüzünden ilk ölen olunca, karısı onun ölümünden bir süre sonra ruhunu çağırdığını, ama Houdini’nin gelmediğini açıkladı. Sihirbazlık tarihinin “Kurtulma Efendisi” sayılan Houdini’nin pekçok numarası sonradan tekrar edilmeye çalışılsa da başarısızlıkla sonuçlandı. Kate Bush’un “Houdini” adlı şarkısında dediği gibi: Sonsuzluk bile Houdini’ye sahip olamayacaktı.
50’li yıllar sinemasının gereklerini ne eksik, ne fazla yerine getiren oyunculuklarıyla Tony Curtis ve Janet Leigh, gerçek yaşamdaki duygusal bağlarının ve evlilik sinyallerini birbirlerine (biraz da bize) veriyorlar.Her ikisinin çok daha iyi performanslarını görmüştük sanki. Yine de bunca yıl sonra bir şekilde kendinden söz ettirmiş, zamanına kendince iz bırakmış ve aktörlük rütbesi olarak Houdini dendiği vakit uzun süre akıllara Tony Curtis’i getirmiş. (Superman-Christopher Reeves misali). Harold Kellock’un aynı adlı biyografisinden (ki biyografi denmesi ne derece doğrudur) uyarlanan film, Houdini mitini bileğinin hakkıyla anlatmak konusunda sıkıntılı. Bu tip biyografimsi uyarlamalar, şayet gerçekleri çarpıtan cinsten ise insana kandırılmış hissi veriyor. Houdini filmi de tıpkı balon numarasına benziyor: İçinden kocaman bir gerçek geçtiği halde patlamayan bir balon.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder