21 Temmuz 2009 Salı

Once (2006)


Yönetmen: John Carney
Oyuncular: Glen Hansard, Markéta Irglová, Bill Hodnett, Danuse Ktrestova, Geoff Minogue
Senaryo: John Carney
Müzik: Glen Hansard, Markéta Irglová

Busker
deniyor sokak müzisyenlerine. Pek çok ünlü isim zamanında bu tezgahtan geçmiş. Erkin Koray bir Avrupa ülkesinde yolsuz kaldığında yapmış mesela. Bir de Bob Dylan ile ilgili şehir efsanesi var. Kariyerinin ilk zamanlarında bir İskandinav ülkesine giden Dylan sokağın nabzını tutmak, hem de prova yapmak için işlek caddenin birinde başlıyor çalmaya. İyi de para kazanıyor. Ama hiç kimse tanımıyor onu. Ama bu tecrübeyi yaşayan gerçek müzisyenlerin ilk amacının para olmadığını düşünüyorum. Açık havada yanından geçip giden veya durup dinleyen insanlara bir şeyler iletebilmek olsa gerek. Çünkü sokakta o insanların hassasiyetlerine daha bir yakın oluyor, elektriksiz, mikrofonsuz en çiğ halinizle içinizdekileri iletebiliyorsunuz.

İşte Once’ın kahramanı isimsiz busker da bu hemen seziliyor. Zaten idare eder bir işi var. Babası ile beraber elektrikli süpürge tamiratı yapıyor. Yine sokakta tanıştığı isimsiz Çekoslovak kız ile bir süre sonra ortak tutkuları olan müzikte buluşuyorlar. Once için bir film demek pek doğru değil aslında. Hayatın tam ortasından geçerken bu iki insanı gözüne kestirmiş bir kameranın yaptığı takip sanki. Bazı belgesel kanallarında yarım saat-bir saatlik reality hikayeler gösteriliyor. Teknik olarak onları andırıyor. Tabi onlar gibi bilgilendirme ya da gerçek bir kesit sunarak oradan bazı alıntılarla bilimsel, sosyal, kültürel çıkarımlarda bulunma misyonu yok. Peki Once’ın misyonu ne? Daha doğrusu var mı? Bir filmin misyonu olmalı mı? Yoksa sadece göründüğü gibi mi olmalı?


Once göründüğü gibi bir film. (Yine film deyiverdim, alışkanlık işte!) Yani ne görüyorsanız o! Hiç birşey göremediniz mi? O zaman hiç birşey. Bolca müzik, bir de yanında ne idüğü belirsiz bir duygu kırıntısı mı? O zaman işte o ne idüğü belirsiz şeyin ta kendisi. Peki Once hayatınızda izlediğiniz en saf, en temiz, en çiğ, en dolambaçsız filmlerden biri mi? Buyurun işte o! Kısaca Once, insan ruhuna tutulan ayna misali filmlerden biri. Öyle aklınıza estiğinde izleyeceğiniz türden değil. Yoğun bir anınızda izlemelisiniz belki de. Öbür türlü nereden nasıl sizi yakalar kestirmek güç. Böyle filmlerde oyunculuk, ses, ışık, kurgu, kıl, tüy aramak çok gereksiz. Sadece kendinizi teslim edeceksiniz. Yakalarsa alır götürür. Yok eğer sarmadıysa sizi romantik komedi odasına alalım. Çünkü sizin kendinizi iyi hissetmeye ihtiyacınız var.

Once
ise bunu vaat etmiyor. Once size hiç birşey vaat etmiyor. Ola ki öyle yanlış bir fikre kapıldınız, hemen bırakın filmi, dönün gidin. Onu ve onu sevenleri karamsarlıkları, umutsuzlukları veya Dublin bulutları arasından nadiren sızan güneş ışıkları misali umut kırıntıları ile baş başa bırakın. Çünkü Once, vaatsiz, pahasız, sessiz, sedasız bir tutkuyu içinde taşıyan sokaklar kadar, sokaklarda yapılan müzik kadar sade bir yapım. İsimsiz iki insanın arasındaki elektriği o kadar basit ve o kadar zor anlatıyor ki, düşünceler kelimelere bürünmekte mızmızlanıyor adeta. İşte o an devreye şarkılar giriyor. Çünkü bu gibi sağlam kilitlerin tek anahtarı şarkılar oluyor bazen. Ama o da ne! Şarkılar da aynı ritme ayak uydurmaz mı! Hem basit, hem zor, hem şu, hem bu. Once aslında zor bir film. Çünkü kitleleri peşinden sürükleyemeyip, aralarından sadece kendi ritmine ve bohem havasına ayak uydurabilecek, yalnızlıklarını ve bir zamanlar masumca kaçırdıkları küçük fırsatların sebep olduğu yeri dolmamışlığı hatırlayanları seçecek bir film. Once aslında basit bir film. Çünkü tüm bunları yaparken kendi frekansını yakalamış olanlara en kısa, en kestirme yolu gösteren bir hayat parçası. Kırılacak eşya kutusunun içindeki pamuk…

 
Adam ve kadın. Önce adam, sonra kadın. Falling Slowly’yi beraberce bir müzik dükkanında çaldıkları şahane sahneden sonra ister istemez ikisi arasında gelişecek, yön değiştirecek bir ilişki başlıyor. Önce adam, sonlara doğru da kadın, bu adı konmamış, konamayacak ilişkiyi rencide edebilecek hamleler yapıyorlar. Farklı zamanlarda aynı şeyleri düşündüklerinden erişilmez bir tutkuyu maddeleştirecek, kirletecek, basitleştirecek sevişme şanslarını acemice yokluyorlar. İsteyenler ve reddedenler yer değiştirse de o tutkuda azalan pek bir şey olmuyor. Hem zaten onlar her beraber şarkı söyledikleri sahnede veya birbirlerini şarkı söylerken dinledikleri her sahnede zaten tutkuyla seviştiler. Zamanında o erişilmez tutkuya erişmeyen varsa aramızda, daha hiç bir şey yaşamamıştır. Sevişmeden, öpüşmeden, hatta dokunmadan bir kerecik bile o tutkuyu duymamış olmak çok büyük eksiklik. Buna imkan yok. Çünkü o her yerde. İşte Once o tutkuya aşık bir film. Şimdi o şarkıların hangisinin sözlerini, melodilerini anlatmalı, yorumlamalı, hepsi kendini zaten anlatırken.

Oscar alan benzersiz Falling Slowly, Markéta Irglová’nın Beth Gibbons (Portished) dokunuşlarını andıran meleksi sesiyle yorumladığı If You Want Me, bir partide seslendirilen, parti şarkısından öte bir şey olan Gold, stüdyoda grup halinde çaldıkları muhteşem When Your Mind's Made Up, eski sevgiliye gönderilmiş tüm zamanların en güzel şarkılardan biri olası Lies ve diğerleri… Once’ın müziklerini dinlemek yetmez. O şarkıları yaşamak gerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder