16 Mart 2007 Cuma

Wolf Creek (2005)


Yönetmen: Greg McLean
Oyuncular: John Jarratt, Cassandra Magrath, Kestie Morassi, Nathan Phillips
Senaryo: Greg McLean
Müzik: Frank Tetaz

İkisi kız biri erkek üç genç, Avusturalya'nın ıssız bölgelerine doğru bir geziye çıkarak tatillerini değerlendirmeye karar verirler. Böylece eski püskü bir araba bulan Liz, Kristy ve Ben vakit geçirmeden yola çıkarlar. İlk durakları olan Wolf Creek adlı krater gölünde arabalarından inip bölgeyi gezerler fakat arabaya döndüklerinde arabanın çalışmadığına sahit olurlar. Hiç kimsenin bulunmadığı bölgede mahsur kalmış durumdayken Mick adlı orta yaşlı bir adam kendilerini bulur ve arabalarını çekerek kendi kaldığı kampta tamir etmeyi teklif eder. Teklifi hiç düşünmeden kabul eden üç genç hayatlarının en yanlış kararını verdiklerini kısa süre sonra farkedeceklerdir.

Greg McLean filmi Wolf Creek, Avustralya’da yılda 30.000 kişinin kaybolduğunu, bazılarının hiç geri dönmediğini belirterek başlıyor. Bu kaybolanlardan üçü üzerine gerçek olaylara dayalı filmi izlerken pek çok film ile kader birliğine sahip olduğunu anlıyoruz. Uzak-yakın bu ilişkinin hissedildiği filmler arasında The Texas Chainsaw Massacre, High Tension, The Blair Witch Project, Hostel ve daha birçoğu sayılabilir.

Liz, Ben ve Kristy’nin turistik krater gezisi kabusa dönmeden önce, tıpkı Neil Marshall filmi The Descent'de olduğu gibi doğal güzellikler ve huzur veren görüntüler yanında, bir gerilim izlediğimizin farkındalığı ile gizemli görünen manzaralar izliyoruz. The Descent'in karanlığa gömülüşünün çabuk olmasına karşın, Wolf Creek'in kabusa doğru ilerleyişi daha yavaş ama emin adımlarla gerçekleşiyor. Biri erkek, üç gencin arasındaki gönül ilişkisinin muğlaklığı ve oldukça sempatik öpüşme sahnesi, daha film bitmeden karakterlerin başına gelecek olanların kaçınılmazlığı ile birleşince yürek burkan bir hal alıyor.


McLean, uzun metrajlı bu ilk filminde seyircileri atmosfer yaratma becerisiyle tanıştırıyor. Özellikle gençlerin Mick Taylor ile karşılaştıkları sahneden itibaren filmin tekinsizliği katlanıyor ve sırlarla dolu bir yolculuk başlıyor. Mick Taylor’un kaçırdığı insanları konuk ettiği ev ve bu evde Liz’in bulduğu eşyalar, bu ürkütücü hava yaratıcılığının bir örneği. Yönetmen bu başarıyı nasıl kapalı mekanlarda elde ediyorsa, ıssız Avustralya yollarında da yakalayabiliyor. Filmi açık alan gerilimine dönüştürme becerisi sayesinde, karanlık kadar aydınlığa da belirsizlik katmayı başarıyor. McLean’ın benzer korku-gerilimlerde de sıkça kullanılan ani çıkışlara mesafeli duruşu, sonuçtan ziyade sürece önem verdiğinin bir işareti. O sürecin de hakkını verdiği rahatlıkla söylenebilir.

Greg McLean’ın filmle ilgili bir başka başarısı da, karakterleri ile yakından ilgilenmesi. Üçü kurban, biri avcı dört ana karakterin özelliklerini, açıklama gerektirmeyecek biçimde yansıtabiliyor. Üç gencin başına gelenleri ayrı ayrı, itinayla, hatta seyirciyle sinir harbi yaşayacak kadar ele alan yönetmen bu ilgisiyle, onları sahte gözükmekten kurtarıyor bir yerde. Bu gerçekliği sağlayan sadece McLean değil elbette. Oyuncular Cassandra Magrath, Kestie Morassi ve Nathan Phillips, kaçırılanları daha iyi anlamamıza ve onlar için üzülmemize yardım eden performanslarıyla çok etkililer. Ama bir caniye göre fazla normal gözüken Mick Taylor rolündeki John Jarratt’ın oyunu, benzer katillere göre farklılıklar sergilemiyor da değil. Hareketli kamera, Avustralya kırsalı görüntüleri ve insanı geren etkileyici çekimler, Wolf Creek'in trajedisine malzeme oluyor. The Descent şiddetinde değil ama ümitsizliğindeki etkileyici son, filmin kabaca klişe görünen yapısının, benzer klişelere kurban edilmek istemediğini gösteren bir iyi niyet belirtisi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder