3 Eylül 2014 Çarşamba
Locke (2013)
Yönetmen: Steven Knight
Oyuncular: Tom Hardy
Senaryo: Steven Knight
Müzik: Dickon Hinchliffe
Yönetmenliğinden çok senaristliğiyle öne çıkan İngiliz Steven Knight'ın yazıp yönettiği ikinci filmi (ilki 2013 tarihli Jason Statham'lı Redemption) olan Locke, tümüyle orijinal bir fikir üzerine inşa edilmiş enteresan bir dram. Tamamı Tom Hardy'nin canlandırdığı inşaat kontrol müdürü Ivan Locke'ın arabasında geçen film, yaklaşık 85 dakikalık süresi boyunca üç farklı koldan bu adamın hayatının dönüm noktasını oluşturan yolculuğunu didikliyor. Locke'ın tek gecelik bir ilişki sonrası kazara hamile bıraktığı Bethan'ın doğumunda bulunmak için Londra'ya yaptığı yaklaşık 1,5 saatlik yolculuk sırasında hem hastanede doğum yapmak üzere olan Bethan ile, hem bu ilişkiyi itiraf etmek için aradığı karısı Katrina ile, hem de saatler sonra gerçekleşecek Avrupa'nın en büyük beton döküm işini devrederek emrivaki yaptığı yardımcısı Donal ile dönüşümlü olarak araç telefonundan gerçekleştirdiği konuşmalarını izliyoruz. Sırf bu doğuma yetişebilmek için işini ve ailesini çok kritik bir zamanda riske atan Locke, bulunduğu bu konum itibariyle seyirci kafasında da ikilemler yaratan bir karakter.
Normalde bu duruma düşen birinin, hayatında çok önemli yer tutan prestijli mesleğini ve iki çocuklu ailesini kaybetmeyi göze almayıp böyle bir yolculuğu gerçekleştirmesi beklenmeyebilir. Fakat zamanında alkolün de etkisiyle yapılmış bir hatanın sonucunda vicdanına söz geçiremeyen Locke'ın doğacak bebeğinin yanında olmak istemesinin kabul edilebilir ulvi bir motivasyonu onun geçmişinde mevcut. Dünya o kadar kirlendi ki, gerçek olamayacak kadar onurlu bu davranışının karşılığı olarak hem herkese karşı dürüst olmak, hem de zora giren iş ve aile durumlarının bu badireden etkilenmemesini ummak fazla iyimserlik içeriyor. Bu noktada Steven Knight, sonuna kadar diri tuttuğu bu iyimserliğin karşılığını bulup bulmayacağı sorusuna yanıt ararken dramatik tansiyonu hiç düşürmemeye çalışıyor. Gece araç kullanırken Bethan, Katrina, Donal üçgeninde birbiriyle bağlantılı farklı sorunları çözmeye çalışan Locke'ı merkez alarak tek mekanda üst düzey bir kurgu başarısı sağlıyor. Her üç kanaldan adım adım dramatik birer kısa hikaye yaratarak Locke'ın bu hiç görmediğimiz kişilerle hiç görmediğimiz yaşadıklarını hareket halindeki bir arabanın içinde boyutlandırmayı beceriyor.
Konumu itibariyle Rodrigo Cortés filmi Buried ile karşılaştırmayanın şiddetle kınandığı Locke, bu fikir benzerliğini daha yüzeyde ve kontrollü olarak hayata geçiriyor. Buried'in dipte ve kontrolsüz oluşu ise ona daha farklı bir çekicilik sağlıyordu. Oysa gömülü bir tabutun içinde gözlerini açan Paul Conroy'un kurtulma çabalarıyla, arabasının içinde aynı anda birkaç kritik noktadan sıkışmış durumdaki Ivan Locke arasında oluşturulmaya çalışılan ruhani bağın en belirgin ortak noktası, tek mekanda tek karakterle bütün bir filmi sürükleyici biçimde dramatize etmek. Conroy'un çaresizliğiyle Locke'ın tercihleri arasındaki fark, fikir olarak ortak bir özgünlükten yola çıkan bu iki filmi yazım yönünden ayırıyor. Her ikisi de tarzları gereği meydan okuma işini kendi yöntemleriyle başarıyorlar ve bundan sonra gelecek olan tek mekan, tek karakter temalı uzun metrajlarda istenirse konu sıkıntısı çekilmeyeceğine dair umut saçıyorlar.
Tom Hardy'nin performansı genel olarak başarılıyken, onun için inşaat kontrol müdürü mesleğinin seçilmesi ve bu mesleğin gerektirdiği teknik diyalogların ritmi zayıflatması yüzünden oyuncunun yüzüne yansıyan mekaniklik bir parça sırıtıyor. Tabii bunu araba kullanırken gözünü yoldan ayırmamak zorunda olan bir adamda görüyoruz. Lakin oğlunun telefonda etkisinde kaldığı gölü anlatırken Locke'un yaşadığı sessiz duygusal boşalma, onun ne kadar dolduğunu teyit etmemizi kolaylaştıran samimi bir oyunculuk başarısı olarak görülüyor. Telefondaki sesleriyle Olivia Colman, Ruth Wilson, Andrew Scott gibi oyuncular da hiç görmediğimiz karakterlerini sadece sesleriyle gerçek ve samimi kılmayı biliyorlar. Tek mekanlı filmlerin risk altında oldukları bir husus da sinematografik dengelerdir. Steven Knight ve Kıbrıslı görüntü yönetmeni Haris Zambarloukos, direksiyon başında araç telefonuyla konuşan bir adamın statikliğini, camdan yansıyan yol ve far ışıklarıyla, farklı açılardan biçimlendirmiş, hatta zaman zaman kısa saykodelik anlarla estetize etmişler. Finalini de eline yüzüne bulaştırmadan yapan film, doğru olanı yapma üzerine belki fazla idealist bir tasarım gibi görünse de, kendi doğrularımızla test edebildiğimiz sürece bu adamı samimi bulup bulmamanın mümkün olabileceği bir çelişkiler yumağı yaratması ve sırtını sadece o özgün tek mekan - tek insan fikrine dayamamış olması yüzünden izlenmeli.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder