Yönetmen: Nick Broomfield
Oyuncular: Elliot Ruiz, Yasmine Hanani, Andrew McLaren, Matthew Knoll, Oliver Bytrus, Ali Adill Al-kaanan Desher, Duraid A. Ghaieb, Vernon Gaines
Senaryo: Nick Broomfield, Marc Hoeferlin, Anna Telford
Müzik: Nick Laird-Clowes
19 Kasım 2005'te Hadisa’da yol kenarına konulan bomba Amerikalı bir deniz piyadesinin ölümüne, ikisinin de ağır bir şekilde yaralanmasına sebep olur. İlerleyen saatlerde Iraklı erkek, kadın, çocuk 24 kişi, ölen arkadaşlarının intikamını almak isteyen piyadelerin hışmına uğrayarak hayatını kaybeder. Saygın İngiliz sinemacı Nick Bloomfield’in senaryosuna da katkıda bulunup yönettiği Battle For Haditha, artık işgal sonrası mantar misali türeyen Irak konulu yapımlardan hiçbir şekilde ayrılmayan, tek farkı gerçekten yaşanmış bu katliamın belgesele öykünen anlatım tarzı diyebileceğimiz bir film. 11 Eylül’den sonra Irak’ın her bir parçasında yaşanan buna benzer insanlık ayıbı olayların farkına varmamıza sebep olan bu tür filmleri takdir etsek de, işin sinema ve mesaj kısmına baktığımızda değişen bir şey görememek insanı üzüyor. Yavaş yavaş Irak savaşında yaşanan bu olayların politik sinema açısından bir maden olarak sömürülmeye başlandığı hissine kapılıyorsunuz.
Cihat peşindeki El Kaide, intikam peşindeki Amerikan deniz piyadeleri, arada ezilen masum siviller. Film bu üç köşeyi de süresi dahilinde ziyaret ediyor. Kara deliğe benzettikleri Irak’ta bulunma sebeplerini sorgulayan askerler, zorla El Kaide bombacısı durumuna düşürülen Irak vatandaşları film içinde yer yer öyle basit, herkesin zaten bildiği ve sloganvari cümleler kuruyorlar ki, filmin gerçekliğine yakışmayan bir sahtelik açıkça hissediliyor. Hani en basitinden “neden savaşıyoruz” diye soran ve sorduğuyla kalan askerler ile, “Saddam’ı zaten sevmezdim” diyen El Kaide maşası Iraklılar’ın vaziyetlerini farklı açılardan ele alamayan bir senaryo zaafı var. The Times tarafından “Irak’ın Apocalypse Now’ı” olarak reklamlanması da yenir yutulur cinsten değil. Yaşanan olayın trajikliği akla gelmese doya doya gülünecek bir benzetme. Tüm bunlara rağmen uyuz bir latin onbaşının, uğradıkları bombalı suikast sonrası arkadaşlarını galeyana getirmesi ve kadın çocuk önüne geleni indirmesi olayının uzun süre örtülmüş, üstelik askerlerin ancak 8 Mart 2006’da yargılanmış olmaları düşünülünce, bu gerçekleri geç de olsa ifşa eden bir filmi de yerden yere vurmak haksızlık gibi geliyor.
19 Kasım 2005'te Hadisa’da yol kenarına konulan bomba Amerikalı bir deniz piyadesinin ölümüne, ikisinin de ağır bir şekilde yaralanmasına sebep olur. İlerleyen saatlerde Iraklı erkek, kadın, çocuk 24 kişi, ölen arkadaşlarının intikamını almak isteyen piyadelerin hışmına uğrayarak hayatını kaybeder. Saygın İngiliz sinemacı Nick Bloomfield’in senaryosuna da katkıda bulunup yönettiği Battle For Haditha, artık işgal sonrası mantar misali türeyen Irak konulu yapımlardan hiçbir şekilde ayrılmayan, tek farkı gerçekten yaşanmış bu katliamın belgesele öykünen anlatım tarzı diyebileceğimiz bir film. 11 Eylül’den sonra Irak’ın her bir parçasında yaşanan buna benzer insanlık ayıbı olayların farkına varmamıza sebep olan bu tür filmleri takdir etsek de, işin sinema ve mesaj kısmına baktığımızda değişen bir şey görememek insanı üzüyor. Yavaş yavaş Irak savaşında yaşanan bu olayların politik sinema açısından bir maden olarak sömürülmeye başlandığı hissine kapılıyorsunuz.
Cihat peşindeki El Kaide, intikam peşindeki Amerikan deniz piyadeleri, arada ezilen masum siviller. Film bu üç köşeyi de süresi dahilinde ziyaret ediyor. Kara deliğe benzettikleri Irak’ta bulunma sebeplerini sorgulayan askerler, zorla El Kaide bombacısı durumuna düşürülen Irak vatandaşları film içinde yer yer öyle basit, herkesin zaten bildiği ve sloganvari cümleler kuruyorlar ki, filmin gerçekliğine yakışmayan bir sahtelik açıkça hissediliyor. Hani en basitinden “neden savaşıyoruz” diye soran ve sorduğuyla kalan askerler ile, “Saddam’ı zaten sevmezdim” diyen El Kaide maşası Iraklılar’ın vaziyetlerini farklı açılardan ele alamayan bir senaryo zaafı var. The Times tarafından “Irak’ın Apocalypse Now’ı” olarak reklamlanması da yenir yutulur cinsten değil. Yaşanan olayın trajikliği akla gelmese doya doya gülünecek bir benzetme. Tüm bunlara rağmen uyuz bir latin onbaşının, uğradıkları bombalı suikast sonrası arkadaşlarını galeyana getirmesi ve kadın çocuk önüne geleni indirmesi olayının uzun süre örtülmüş, üstelik askerlerin ancak 8 Mart 2006’da yargılanmış olmaları düşünülünce, bu gerçekleri geç de olsa ifşa eden bir filmi de yerden yere vurmak haksızlık gibi geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder