2 Ağustos 2008 Cumartesi

Lions For Lambs (2007)


Yönetmen: Robert Redford
Oyuncular: Robert Redford, Meryl Streep, Tom Cruise, Michael Peña, Andrew Garfield, Derek Luke, Peter Berg
Senaryo: Matthew Michael Carnahan
Müzik: Mark Isham

Lions For Lambs, aynı bir saatlik dilim içinde üç kritik noktada cereyan eden politik bir yapım. Amerika’nın son zamanlarda iyice ivme kazanan günah çıkarma triplerinden birisi. Gerçekten bu üç noktanın hakkını vermeye çalışan bir özeleştiri yoğunluğunu yaşatmayı başarıyor. Üniversitedeki bir siyaset bilimleri profesörü ile öğrencisi, yükselişteki bir senatör ile tecrübeli bir gazeteci arasındaki görüşmeye tanık olduğumuz bu bir saatin içine, sırf yüksek miktardaki harç paralarını ödeyebilmek için orduya yazılan ve Afganistan’ın en yüksek tepelerinden birinde kaza sonucu mahsur kalan iki Amerikan gencinin dramını da yedirmiş.

İlk olarak Tom Cruise’ün canlandırdığı senatör ile Meryl Streep’in oynadığı Janine Roth isimli tecrübeli, idealist ve lafını esirgemeyen gazetecinin randevusundan başlayalım. Tam bir düello şeklinde geçen bu görüşmede dile getirilenler, her ne kadar Amerika’nın Ortadoğu ve özellikle filmde ön plana konan Afganistan politikası hakkında yeterli bilgiye sahip insanlara yeni şeyler söylemese de, bunların bir Hollywood yapımında içtenlikle dile getirilmesi de bir olgunluk örneği. Roth ne kadar doğru ve iğneleyici sorular soruyorsa, senatör Irving de o kadar hazırlıklı görünüyor. Ama George Bush ve diğer önemli politikacılarla samimi pozları olan fotoğrafları ofisinin duvarında asılı olan, Afganistan operasyonlarından sorumlu senatör, Roth’un onu köşeye sıkıştırdığı anlarda “yapacağım, düzelteceğim, bunun için buradayım” nutuklarından da geri kalmıyor. Savaştaki Hummer’lar 3 sene zırhsız oluşuna ya da başkanın neden bu savaşta uçak ve denizatlılara (!) milyarlar harcadığına verdiği cevaplar da bu yönde.


Taliban’ı fazla küçümsediklerini, tarihin en kötü istihbaratına sahip olduklarını (ki bu durum şu sıralar bizim de onlarla istihbarat ilişkisi içinde olduğumuz düşünüldüğünde daha bir garip), hiçbir savaşta fiilen görev almamış karar verenler olduğunu ve kötü halkla ilişkilere sahip olduklarını itiraf eden senatör, kendisiyle birlikte yeni bir sayfanın açılacağı propagandasını yapıyor. Fakat karşısındaki dişli gazeteci Roth’un soru-eleştiri karışımı yaklaşımının cevapsız kaldığı anlar da mevcut. Mesela senatör isabetli askeri operasyonlarla terörü engellemek yönünde “ilk” adım atacaklarını söylediğinde 6 yıldır ne yaptıklarını söylediği, hele de 5 yıldan kısa süren İkinci Dünya Savaşı’nı örnek gösterdiği, ya da “Suudi Krallarına milyarlar yollarken nasıl demokrasi vaazı verirsiniz, demokrasiye en uzak insanlar onlar” suçlaması bu anlara birkaç örnek. Fakat Roth, ya barışçıl bir çözümden ümidini yitirmiş olmasından, ya da senatörün savaş diline kendini fazlasıyla kaptırdığından mıdır, “neden 150.000 askeri bize saldırmayan bir ülkeye, onda birini ise saldırana gönderiyoruz?” diye bir cümle de kuruyor. Artık hangi ülkeye ne kadar asker gönderdiğiniz sorusu, o askerleri neden gönderiyorsunuz sorusunun önüne geçmeye başlamış bir vaziyette.

Senatör az da olsa köşeye sıkıştığını hissettiği an, idealist bir gazeteci olarak kendisini o saat içinde köşeye sıkıştıran Roth’un hizmet ettiği basın ile aynı saflarda yer aldığına dair acı gerçekleri dillendiriyor. Bir senatör ve bir gazeteci kılavuzluğunda, gerek basının gerekse hükümetin savaşan adamları tehlikeye attıklarını, hükümetin kendi hatalarını kabul etmeye başladığını, ama nedense basının bunu kabul etmeye yanaşmadığı tokatını patlatıyor. Poitikacıların basını, halkı askere çağıran bir celp olarak görmeleri de son derece manidar. “Bedeli ne olursa olsun” ile başlayan terörü bitirme yönündeki askeri müdahalelerin içinde, o bedelin ağır sonuçlarını ne kadar umursadıklarını da zaten filmin sonunda o kötü istihbarat yüzünden kapana kısılan iki askerin başına gelenler vurguluyor. Görüşme sonrası Roth’un patronuyla girdiği tartışma sonrası görevi bırakması ise, inandırıcılığı fevkalade şüpheli vicdan hususuna bir başka kabak tadı daha ekliyor.



Bu görüşme ile aynı saat içinde bu kez Robert Redford’un canlandırdığı siyasal bilimler profesörü Stephen Malley ile, eften püften sebeplerle derslerini askıya almış parlak politika öğrencisi Todd Hayes arasındaki görüşmeye tanık oluyoruz. Görüşmenin amacı Malley’nin böyle bir öğrenciyi kaybetmek istememesi ve onu siyaseten daha aktif hale getirme yönünde cesaretlendirme gayreti. Tabi karşısındaki öğrencinin son derece zeki, fakat ümidini yitirmeye başlamış, duyarsızlaşmış, üstelik bastırılmış bir kızgınlığı içinde taşıyan bir yapıda olması da yine bu tartışmayı zevkli hale getiriyor. Birbirlerinin varlık sebeplerini, konumlarını, ideallerini cesurca sorgulayan bu ikili, ülkenin genel savaş politikasını üniversitelerin politika bölümlerine yansımış haliyle tartışmak yanında, talihsiz biçimde askere alınıp Afganistan’ın göbeğine yollanan iki üniversite öğrencisi Ernest ve Arian’ın durumunu da masaya yatırıyorlar.

Biri siyah, diğeri latin kökenli bu iki öğrencinin bir münazara sırasında okul harcı için askere çağırıldıkları anda gitme sözü vermelerinin ardından, dönem ortasında askere alınmalarını, bir operasyon sırasında da Taliban’ın ortasında kalarak hayatta kalma mücadelelerini izlediğimiz filmin üçüncü halkası tamamlanıyor. Amerika’nın etnik azınlıkları kendi mahallelerinde yok yere adam öldürüp, yok yere öleceklerine orduya katılıp düşmanı öldürsün ya da vatanı için ölsün fikri, ordu politikasına sağlam bir eleştiri niteliğinde. Savaş için ilk gönüllü olanların, Amerika’nın iyi davranmadıkları da artık bilinen bir gerçek. Onların ölüm haberlerini bir paparazzi programı sırasında alttan akmakta olan bir altyazı ile öğreniyorsunuz. Aslan ve kuzu benzetmesi burada kendini gösteriyor. Savaştan anlamayan aslanların, cehennemin göbeğine yolladığı kuzular.



Lions For Lambs, tüm söylediği doğrulara, karakterlerin konuşan birer kafadan ibaret olmadığı gerçekliğine rağmen bunları sadece konuştuğuyla kalıyor. Ne yapabilirdi derseniz, sinemanın yapabileceklerini hatırlatırım. “Evet biz hata yaptık, yapmaya da devam ediyoruz” diye basından, politikadan, ordudan, üniversiteden mesajlar yollayan bir filmin daha fazla alternatif çözümlerle masaya oturmasını beklerdik. Öbür türlü “sağ” elinizle “sol” kulağınızı göstermekten öteye gitmiyorsunuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder