12 Ağustos 2015 Çarşamba

Limonata (2015)


Yönetmen: Ali Atay
Oyuncular: Ertan Saban, Serkan Keskin, Luran Ahmedi, Funda Eryiğit, Selahattin Bilal, Bedia Begovska, Ciguli
Senaryo: Ali Atay, Ertan Saban
Müzik: Ahmet Kenan Bilgiç, Taner Yücel, Okan Kaya

Ali Atay’ın babasına ve Ertan Saban’ın genç yaşta kanserden kaybettiği eşi İnci’ye ithaf edilen Limonata, senaryosunu Atay ve Saban'ın birlikte yazdığı, Atay'ın ilk yönetmenliğine imza attığı sıcak bir komedi dram. Film, ölüm döşeğindeki babasının helallik alma isteği üzerine, ailesinin haberinin olmadığı kardeşini bulmak için Makedonya’dan Türkiye’ye gelen Sakip ile, onun bu yolculuğa ikna etmeye çalıştığı kardeşi Selim’in hikayesini anlatıyor. Komediyi de dramı da abartmadan doğal ve samimi olabilen film son dönem yerli filmler arasında açılması gerekli bir kulvarın örneklerinden. Bilindiği üzere dini referanslardan devşirilen uhrevi korku filmleri, tuvalet mizahıyla birçok olumsuz fikri hiçbir engelle karşılaşmadan tüm kesimlere ulaştırabilen halk kahramanlarının (!) filmleri, sadece festivallerde kendine yer bularak kısa sürede unutulup giden aşırı kişisel (ve bu yüzden sıklıkla seyirci olgusunu dışlayan) filmler ve diğer alt türler yerli sinemada bir şekilde kendilerine kulvar oluşturdular. Arada tek tük iyi örnekler çıksa da, belki de bu "iyi" olma özellikleri nedeniyle sinemamıza yaramadılar. Özellikle dizi sektörünün çapsızlığı hemen her yerli filme bir virüs gibi bulaşmakta.

Cem Yılmaz henüz oturmuş bir tarz yönünden istikrar sağlayamamışken Her Şey Çok Güzel Olacak ve Hokkabaz ile yol filmi temalarından beslenen mütevazi komedi dramlarla beğeni kazanmıştı. Suç motivasyonları bulunmayan Limonata'yı da çeşitli yönleriyle bu tür içine dahil edebiliriz. Tabii Ali Atay, Serkan Keskin gibi oyuncular akla direk Onur Ünlü ekolünü getiriyor. Ama Limonata, her ne kadar Ali Atay senaryo ve yönetim açısından bazı farklılıklar peşine düşse de bir Onur Ünlü filmi olamayacak kadar rotası belli bir yapım. Samimiyetini ve sıcaklığını büyük ölçüde Ertan Saban ve Serkan Keskin'in performanslarına borçlu. Bu haliyle "keşke"leri bol bir film olmaktan kurtulamıyor. Başında "keşke" olmak üzere bazı şahsi beklentiler, eleştiri niyetine söylenebilir. Örneğin keşke Limonata'yı doğrudan yol filmi olarak niteleyebilmek için yol kısmı daha uzun tutulsaydı. Zira Sakip'in İstanbul'da Selim'i bulma ve ikna çabalarını izlediğimiz ilk 35 dakika, anne ve babanın telefon konuşmaları dışında hiç iyi işlenememiş. Hele şampiyonluk yemeği bölümü tümden çıkarılsa film hiçbir şey kaybetmezmiş. Zaten Selim'i Makedonya'ya gitmeye ikna edemeyen Sakip'in onu sarhoşken kaçırması işleri kolaylaştırmışken, biraz daha hızlı ve doygun bir anlatımla en fazla 15 dakikada ikili Makedonya yoluna çıkabilirdi.


Ne zaman ki 35 dakika sonra yola çıkıldı, tam da yol filmi kıvamına gelindi. Çünkü bir yol filmi olmak Limonata'nın muhteviyatında var. Komik bir arabayla birinin mutlaka çıkması gereken o yolda birinin de "ne işim var lan benim Bodrum'da" veya "ne işim var lan benim Bulgaristan'da" diye sızlanması gerek. Böylece öfke patlamaları, sonra mecburiyetten yumuşama hamleleri, yolda karşılarına çıkan kişiler, olaylar, aksilikler bir bağ kurmak için keşfedilmeyi bekleyen hazineler gibidirler. Sakip ve Selim'in birbirini tanıma girişimlerinden çok komik anlar yakalayan Ali Atay, rahmetli Ciguli'nin ne yazık ki sadece kenar süsü gibi kullanıldığı renkli düğün bölümünden de tatminkar birşeyler çıkaramıyor bana göre. Kısa bir süre sonra bir de bakmışız ki yol bitmiş. Oysa bu ikilinin yolda başka küçük maceralar, aksilikler, ikilemler yaşamasıyla kardeşlik ilişkilerinin hırpalanması, sonra doğal seyrinde iyileşmesi gerekirdi. Oysa bu hırpalanma, pek de adil olmayan bir çözümle yola değil, Makedonya'ya saklanmış. Orada edilen kavga, Fuat Amca, Sakip'in akrabası Nihal, mezarlık bölümü filmin final yolunu katmanlaştırmayı başarıyor. Ama İstanbul - Makedonya yolunda altyapısı oluşturulabilecek başka katmanlar filme zaman ve ivme kazandırabilirmiş. Mesela Sakip'in askerlik anısına benzer detaylara (özellikle de ikilinin biraraya gelme sebebi olan ve hiç değinilmeyen babaları Suat ile ilgili) eklenecek başka detaylar tam da yolun kendisi içindi.

İlk yönetmenlik denemesinde kendine özgü bir tarz ortaya koymayan, gerçi kendinden de böyle bir beklenti olmayan Ali Atay, genel olarak ortalamanın üstünde görünse de acemiliğini hissettiriyor. Bazı kurgu ve devamlılık zayıflıkları keşke Onur Ünlü yönetseymiş dedirtmiyor değil. Yine de Atay ve Saban'ın kişisel projesi olduğundan saygı duyulması icap eden tercihler gözüyle bakma seçeneği de mevcut. Ama ne kadar kişisel olursa olsun, gösterime girdikten sonra o film seyirciye mal oluyor. Böylece bazı yönetim, kurgu ve senaryo zafiyetlerinden, bir türlü beceremediğimiz şu film müziği meselesinin bir neticesi olarak Peter Gunn Theme'i anımsatan müzik seçimlerinin zaman zaman baymasından (ve kilit sahnelerde iyi müzikler / şarkılar kullanılmamasından), bazen altyazı gerektirecek şekilde zorlayan Makedon şivesinden, finalin tatminkar olmayışından bahsetmek hakkımız.

Final demişken, filmin başlarında bu kadar hoyrat davranılmasaymış belki makaralar bitmeden daha oturmuş bir final yazılıp çekilip, kurgulanabilirmiş düşüncesi beliriyor. Bu kadar negatif şey söyledikten sonra karşımızda kötü bir film olduğu düşünülmesin. Yerli sinemanın içinde bulunduğu durum düşünüldüğünde bu kadar olumsuzluk bile Limonata'yı sıradanlaştıramıyor. En başta kendi vatanında olmanın rahatlığıyla Ertan Saban ve filmin pusulası konumundaki Serkan Keskin'in, hatta kısa bir süre görünmesine rağmen Luran Ahmedi'nin performansları her türlü övgüyü hak ediyor. Filme ruh katan en mühim unsur bu performanslar. Şayet bir devam filmi düşünülüyorsa bence hiç gerek yok. Elbette filmin bir tadı var ve orada bırakılmalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder