Oyuncular: Oscar Isaac, Carey Mulligan, Justin Timberlake, John Goodman, Garrett Hedlund, F. Murray Abraham, Ethan Phillips, Robin Bartlett, Adam Driver, Max Casella
Senaryo: Ethan Coen, Joel Coen
"Bir şarkı eskimiyorsa, yeni de değilse folk'tur."
Joel ve Ethan Coen kardeşler bugünlere gelene kadar filmlerinde çeşitli dönemleri ve farklı türleri elden geçirdiler. Ama bu farklılıkları bir bütün haline getiren benzersiz tarzları birkaç istisna dışında hep ortadaydı. Mafya, western, komedi ve ketum dramlar, unutulmaz sahne, replik ve karakterler, yenilikçi, varoluşçu ve felsefi derinliğe kara mizahla ulaşan üslüpları onları 90'lardan günümüze bir marka, bir referans haline getirdi. Ancak bir Coen filmiyle karşılaştırılabilecek Blood Simple, Fargo, Barton Fink, No Country For Old Man gibi yapımlar yıllandıkça tatlanan şaraplara benziyorlar. Ve onlara yeni bir kardeş geliyor: Inside Llewyn Davis!
Film, 1961 kışında Greenwich Village, New York'ta yaşayan tanınmamış folk şarkıcısı Llewyn Davis'in birkaç gününü anlatıyor. Dış görünüm itibariyle filmin hiç de iddialı bir konusu yok. Sadece tanınmaya çalıştığı müziğiyle iyi kötü yaşamaya çalışan bir tutunamayanın birkaç puslu günü var. Ama o birkaç günü kendimize ait birkaç gün gibi derinleştirecek birçok ayrıntının izini sürerken, kendimize ait olmayanı da benimsetebilme, empati / sempati kurdurabilme gücünü hissettiren film, nereye nasıl gideceğini kestiremeyeceğimiz Coen genlerini yine taşıyor. Başladığı yerde, başladığı şarkıyla biten bir kısırdöngüne hapsolmuş görünen filmin hikayesizliği, finalsiz Coen mantığı için bulunmaz bir nimet. Asıl hikaye Llewyn Davis'in kendisi. Beraber çalıştığı arkadaşı yakın zamanda intihar etmiş, yatacak bir yeri olmayan, yaptığı Inside Llewyn Davis albümünü piyasa çıkarmaya çalışan, arkadaşının sevgilisini hamile bırakan (kürtaj parası için de herşeyden habersiz bu arkadaşından borç isteyen) bir folk şarkıcısı Llewyn Davis. Bir folk şarkısının öznesi aslında.
1936-2002 yılları arasında yaşamış Brooklyn'li folk şarkıcısı Dave Van Ronk'un hayatından esinlenilmiş, puslu ve soğuk Greenwich Village günlerinin mükemmel fonunda Llewyn'in etrafında şekillenen film, tek bir konuya odaklanmadan kendi çizdiği yolda ilerlerken, onun artık yırtıp yırtmayacağı beklentisi dışında özel birşey vaat etmiyor. Lakin bu beklenti sadece olayın kabası. En özel yanı da burada zaten. Bu amaçsızlığı özel kılan mantıklı veya absürt herşey kendi sadeliğinden türemiş bir başyapıtın tuğlalarını örüyor. Llewyn'in kibirli, öfkeli, bencil, sorumsuz bir adam olduğunu biliyoruz ama ona kızamıyoruz. Çünkü bu özelliklerinin hiçbiri yanına kar kalmıyor ve o da bunun farkında bir yılgınlık içinde oradan oraya savruluyor. Yoluna çıkanlara (hatta gerçek anlamda yoluna çıkanlara) kalıcı hasarlar bırakabiliyor. Bu birkaç gün içinde yaptığı, gördüğü, duyduğu hiçbir şeyden hayatına bir ekleme yapmayan, daha da derinleşen bir hüznün gediklisi bir adam Llewyn. Orada olmayan adamlardan sadece biri.
Inside Llewyn Davis bir dönem filmi ve bu özelliğini yapaylıktan uzak, göze sokmadan aktarmayı her Coen filminde olduğu gibi beceren bir yapım. Bunda Fransız görüntü yönetmeni Bruno Delbonnel'nin etkisi büyük. Vietnam öncesi, beat kuşağı, eşcinsel bakış açısı, uyuşturucu, protest müziğin yükselişi sessiz sedasız ve kısacık anlara sığmış şekilde filmin içinden akıp gidiyor. Llewyn ise başına kalan sevimli burjuva kedisi ve gitarıyla gecesini nerede geçireceğini düşünmediği günlerini yaşamaya çalışıyor. Akıbetini bilmediği albümünün gönderildiği Chicago'ya gidip yapımcı Bud Grossman ile görüşmek istiyor ki artık sefil hayatında birşeyler değişsin. Ama bu bir "A Star is Born" filmi değil. Zaten beleşe getirdiği Chicago yolculuğu, karizmatik şoför Johnny Five ve şoförlüğünü yaptığı varlıklı uyuşturucu bağımlısı müzisyen Roland Turner sayesinde tuhaf bir yol hikayesine, daha doğrusu bir yol tribine direksiyon kırıyor. Bir Coen filminde Chicago'ya yapılan bu umuda yolculuğun amacına ulaşıp ulaşmayacağını düşünmek yerine yolculuğun tekinsizliğinin tadını çıkarmak gerekiyor. Çünkü öngörülemez bir gidişat, ancak öngörülemez bir üslup ile kendini buluyor.
Zaten başkası olsa o yolculuğu başka türlü planlar, yolculuğun sonunda sıkı dostluklar kurulmuş, hayattan gerekli dersler çıkarılmış şekilde bırakırdı. Başkası olsa Llewyn'in Chicago'daki görüşmesinden sonra nihayet bir yıldız yaratma (belki de o yıldızı yaratıp büyüttükten sonra tekrar düşürme) rotasına sapardı. Başkası olsa Llewyn'in yolunun üstündeki Akron yoluna da sapar, gereksiz bir aile dramıyla şişkinlik yaratırdı. Başkası olsa Llewyn, Jim, Jean üçlüsünden aynı şişkinlikle bir sadakat muhasebesine soyunurdu. Jean'i doğru adamı seçme yavanlığıyla yönlendirip filmi pembe dizileşinceye kadar kızartırdı. Başkası olsa Llewyn'in babasıyla olan sorunlu ilişkisindeki buzdağının görünen ve görünmeyen yanlarını tek bir sahneyle ifade edemezdi. Başkası olsa belki o kedinin adını Ulysses koymazdı. İşte bu yüzden Inside Llewyn Davis tüm bu "başka"lardan arınarak seyircisine de mütevazi bir arınma duygusu aşılayan bir film.
60'lardan kalma bir romanın canlanmış haline benzeyen Inside Llewyn Davis, aslında en iyi benzetmeleri yine kendi içinden çıkarabileceğimiz bir yapım. Llewyn'in, sahip çıkamadığı kedinin kendisinde olduğunu telefonda söylerken "Llewyn has a cat" cümlesini karşı tarafın "Llewyn is a cat" olarak yanlış anlamasının ironisi. Bud Grossman'ın Llewyn'e verdiği tavsiye. Chicago yolculuğunun tamamı. Akron yol ayrımı. Bir "Stream of Consciousness" (Bilinç Akışı) klasiği Ulysses'ın, önce entellektüel sahiplerinin dairesinden, sonra da sefil Llewyn'den kaçıp tekrar evine dönen bir kedi olarak vücuda gelmesi. Islak çorapların çaresizliğe (s)övgüsü. Buna benzer daha pekçok cümlenin sonuna "gibi" koyarak filmi benzetmek olası. Dave Van Ronk için "o, Greenwich Village'in kralıydı" diyen Bob Dylan, Llewyn'in başladığı yere döndüğü kulüpte efsanesinin temellerini atarken, yüzlerce kaybeden folk şarkıcısının sadece bir numunesi olarak Llewyn'in hikayesi de yarım kalıyor. Coen kardeşler Llewyn'in 20 küsür stüdyo albümü yapmış olan Van Ronk gibi bir kariyerin başında olup olmadığıyla ilgilenmiyorlar. Çünkü önemli olan onun hapsolduğu döngü. Ve Coenler için hayata dair en önemli şeyler o döngüde saklı.
Filmde herşey ve herkes Llewyn'in, yani Oscar Isaac'in etrafında tamamlayıcı detaylar olarak beliriyor. Isaac, kendisine yüklenmiş tüm özellikleri özel bir çaba sarfetmeden üzerinde taşıyor. Atmosfer o kadar tuhaf ve hüzün yüklü ki, bir kedi, havada uçuşan dumanaltı folk şarkıları, ıslanmış çoraplar, Justin Timberlake bile temsil ettiklerinin içini doldurup "karakter" oluşturabiliyorlar. Spielberg ve Scorsese gibi artık ezberlenmiş formüllerin cepten yiyen yönetmenlerinden, sırf markaları yüzünden kutsanıp ödül ve adaylıklara boğulan vasat (hatta daha beter) filmler izliyor olmamıza rağmen, Coenler sadık hayranlarını kendine has yöntemlerle yarı yolda bırakmıyorlar. Herkes bir sonraki projesinde daha görkemli, daha pahalı, daha Oscarlı olmaya çabalarken onlar hala Inside Llewyn Davis gibi bağımsız karakterde filmlerle nefes alınacak alanlar yaratmayı sürdürüyorlar. Bu tip filmlerin kıymetini de çoğunlukla Cannes Film Festivali biliyor. O kadar benzetmenin üzerine son bir tane daha eklersek, Inside Llewyn Davis'e Coen sinematografisine eklenmiş içli bir folk şarkısı diyebiliriz. Bu benzetmeye de Llewyn'in "Hang Me, Oh Hang Me" şarkısının ardından seyirciye söylediği cümleyle destek çıkabiliriz. "Bir şarkı eskimiyorsa, yeni de değilse folk'tur."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder