15 Mayıs 2012 Salı

Shame (2011)


Yönetmen: Steve McQueen
Oyuncular: Michael Fassbender, Carey Mulligan, James Badge Dale, Nicole Beharie, Lucy Walters
Senaryo: Steve McQueen, Abi Morgan
Müzik: Harry Escott

2008’de çektiği Hunger ile heyecan verici bir sinema dili yaratan İngiliz yönetmen Steve McQueen’in merakla beklenen yeni filmi Shame, Hunger’dan çok farklı bir mecrada, çok farklı bir konu üzerinden benzer sinema dilini sürdüren niteliklere sahip yaralayıcı bir dram. New York’ta yaşayan, iyi bir işi, düzenli bir hayatı olan 30’lu yaşlarındaki Brandon’ın aynı zamanda bir seks bağımlısı olması, bir gün aniden çıkıp gelen sorunlu kızkardeş Sissy’nin bu düzeni bozacak olması tehlikeli sularda yüzen bir filmin ayak seslerini konu bakımından duyurmaya yetiyor. Hunger ile biçimsel ortaklıklarını, bu defa kurmaca bir senaryoya uygulamaya kalktığında bazı aksaklıklar ortaya çıkmıyor değil. Ama her yönden çok üstün bir yapım olan Hunger kadar olmasa da, Shame’in de kendi hudutlarında McQueen tekinsizliğini körükleyen bileşenleri oldukça fazla.

Film, muhtemel bir sevişme sonrası Brandon’ın vücudunu yatakta tek başına yatarken görüntüleyerek başlıyor. Sonrasında onun iş ve sosyal hayatındaki perdeler vakit kaybetmeden bir bir açılıyor. Özellikle cinsel yönden çok aktif olan Brandon’ın bu durumunun bir bağımlılık olduğunu anlayabilmemiz için McQueen’in görsel anlatım gücü dururken sözlere gerek kalmıyor. Fahişeler, internet pornosu, one night stand’ler, hatta mastürbasyonlar… Brandon’ın durmak bilmeyen bu açlığının bir bağımlılık olduğu fikrini yerleştirmek için Brandon’ın bazı iç çatışmalarını, yer yer Dr. Jekyll - Mr. Hyde ikilemlerini ve her ilişki sonrası yüzüne yansıyan ifadeleri çok iyi kullanıyor McQueen. İstediğini elde edene kadar bu tür bir bağımlılığın sigara, uyuşturucu, alkol bağımlılıklarından (birazdan belirteceğim çok önemli farklılık dışında) fazla bir farkı olmadığı duygusu beliriyor.


Steve McQueen filmin ilk sahnesinden itibaren adım adım seyirciyi Brandon’ın bedenine hapsediyor. Ama cinsel özgürlüğünü doyasıya yaşayan bir adam olmasına karşın oldukça tehlikeli bir beden bu. Brandon’ın hayatında ya da en önemlisi geçmişinde yatan bazı sırlar olduğu barizken, birden ortaya çıkan kızkardeş Sissy’nin bu sırları seyirciye açık edebileceği, Brandon’ı olduğu kadar bizi de tedirgin ediyor. Erkeklerden yana şansı tutmayan, şımarık ve saf Sissy’nin ağabeyinin bu durumunun farkına varması fazla zaman almıyor. Sissy’nin fonksiyonu, Brandon’ın geçmişi hakkında ince tiyolara sahip. Aslında bu geçmiş iki kardeşin ortak geçmişi. Sissy’nin de söylediği gibi kötü insanlar değiller. Ama bu noktada “biz kötü değiliz, çevremiz kötüydü” klişesinden daha fazlasına ihtiyaç doğuyor. İkinci filmi olmasına rağmen artık tarz sahibi sayabileceğimiz McQueen’in bunu kendine has dolaylı ve cümlesiz biçimde belirtebileceği birçok yol varken işi biraz kolayladığı söylenebilir.

Seks bağımlılığı üzerine Brandon’ın doyumsuzluğunu ve ihtiyaçlarını karşılayış biçimlerini açıkça görmemiz yetiyor. Ama bunun diğer bağımlılıklardan farklı olduğunu anlamamıza yarayan önemli bir istisna var. Bir alkolik, bir sigara tiryakisi veya bir madde bağımlısı için açlığını bastırma şekli, çaresizliğin de etkisiyle bir noktada marka, kalite ve tedarik kolaylığı gözetmeyebilir. Brandon’ın bağımlılığı da bu minvalde. Ancak konu seks ve bunun karşılanma şekilleri olunca Brandon’ın sevdiği ve değer verdiği insanlara karşı aynı açlığı, aynı “performansı” gösteremediğine, iş yerinden arkadaşı olan Marianne özelinde normal bir ilişkinin Brandon’ın anormalliğini yüzüne vuran bir utanç vesilesi oluşuna tanık oluyoruz. Keza Sissy’nin, yani Brandon’ın geçmişinin birgün çıkıp gelişiyle o muğlak geçmişin iki kardeş üzerindeki muğlak yansımaları da bu utancın bir parçası haline bürünüyor. Seyirci teorilerine bırakılan Brandon ve Sissy geçmişinin bu utanç üzerine şekillenmiş sonraki yaşamlarında birbirlerine karşı aynı zamanda mesafesiz ve rahat oluşları, bu utancın kaynaklarını uzun uzun düşündürebiliyor.


Hunger’ın eşit oranda güçlü konu ve biçim tercihleri, Shame’i de özellikle biçimsel yönden masaya yatırmayı gerektiriyor. Çünkü Steve McQueen daha ilk filmiyle çıtasını çok yükseğe koymuştu. Sık sık Brandon ve Sissy’nin arkasında duran kamerayla uzun sayılabilecek plânlar çeken, böylece kendi hayatlarında çalkantılar yaşayan iki kardeşin seyirciye sırtını dönen ruh hallerini somutlaştıran McQueen, ekran önündekilerin değil, onların arkasından bakan (biraz daha genişletilmiş biçimde arkasından konuşan) toplumun yarattığı utancın teşhisini koyuyor da olabilir. Ama bir yandan da birçok sahnede Brandon’ın yüzüne yakın giren, uydurma objelerle anadan üryan haline sansür koymayan çekimlerle tersi bir tutum izliyor yönetmen. Aynı zamanda bir kulüpte şarkı söyleyen Sissy’nin çok ağır biçimde New York, New York şarkısını söylerken dakikalarca yüzüne kilitlenen kamera, genç kadının kırılgan sesinden ve loş ışıklara karışan yüz haritasından bol bol yararlanarak bu tutumu sürdürüyor.

Uzunluğu ve cesaretiyle rahatsız etmeye oynayan sevişme sahnesi de (olağanüstü müziğin de yardımıyla) büyük ölçüde amacına ulaşıyor. McQueen, görünenin ardında söylemek istediklerini, görünenin uzun ve rahatsız ediciliğine dayandırmak suretiyle bilinen bir yöntem izliyor. Fakat salt görünenin ardına geçebilen seyirci için porno sınırlarında gezinen bu sahnenin aslında karakter tahlilini daha da derinleştirdiği anlaşılabilir. Brandon’ın metroda iki defa rastladığı güzel kadına bakışındaki farklılık gibi, kör göze parmak görünen anlatım biçimlerinin gerisindekileri kafalarda cümlelere dökebilme yeteneği de öyle.


Steve McQueen, Hunger’da da birlikte çalıştığı Michael Fassbender’ın deyim yerindeyse oyuncu olarak anatomisini çıkarıyor yine. Sinema dünyasının en çok aranılan aktörlerinden biri olduğunu kanıtlayan Fassbender’ın en güçlü yorumlarının da bu iki McQueen filmine ait olması, yönetmenin onu çok iyi tanımasından kaynaklı büyük ölçüde. Brandon’a dair hemen her duyguyu kusursuz biçimde aktaran oyuncu, aktarmadıklarıyla da McQueen’in arzu ettiği gizeme hayat veriyor. Carey Mulligan ise neredeyse üzerine yapışan cici kız imajını, özellikle çok sönük kaldığı Drive’dan sonra farklı bir yönde cilalıyor. Zaten istisnaları olsa da iyi bir yönetmenin elinde, iyi oyuncuların daha fazla parlaması beklenir.

Steve McQueen harika bir yönetmen. Onun ellerinde kapitalizm yalnızlığının bireyin cinsel dürtülerine yansıması, Brandon’ın tek eşliliğe olan negatif yaklaşımının, Sissy’nin evli olan patronuyla yatmasıyla nasıl ikiyüzlülüğe dönüşebileceği, sıra dışı bir bağımlılık halinin robotlaştırdığı modernliğin gerçek duygular karşısındaki psikolojik yansımaları doğrudan ya da dolaylı yolunu buluyor. Hunger’ın ardından küçük çapta bir düşkırıklığı olsa da, McQueen’in her seferinde aynı filmi çekmeyecek olması onun itibarını daha da arttırıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder