28 Eylül 2008 Pazar

WALL·E (2008)


Yönetmen: Andrew Stanton
Seslendirenler: Ben Burtt, Elissa Knight, Jeff Garlin, Sigourney Weaver, Fred Willard
Senaryo: Andrew Stanton, Pete Docter, Jim Reardon
Müzik: Thomas Newman

Son yıllarda diğer animasyon şirketlerinin gerisine düşen devasa Amerikan film şirketi Disney, uzun yıllar Pixar animasyon stüdyolarının finansına ve dağıtımına yardımcı olmuştu. Disney bu yardımlarının karşılığı olarak Pixar stüdyolarının altı filminden 3.2 milyar dolar kazanmıştı. Kâr paylaşımı konusunda anlaşmaları olan iki şirket, bir süre sonra bu ortaklığı sona erdirmiş, bazı anlaşmazlıklar yüzünden de ortaklık yenilenmemişti. Yine de sürekli dirsek temâsındaydılar. Görüşmeler, Disney Yönetim Kurulu Başkanı Robert Iger’ın göreve gelmesiyle tekrar canlandı ve Disney, Pixar Animasyon Stüdyoları’nı 7.4 milyar dolara satın aldı. Toy Story, Monsters Inc., Finding Nemo, The Incredibles gibi süper animasyonları üretmiş olan Pixar bu kazançlı anlaşması sonucu kendi hissedarlarına her hisselerine karşılık 2.3 Disney hissesi vermeyi taahhüt etti.

Ayrıca Pixar yöneticisi, baş hissedarı ve bilgisayar şirketi Apple’ın genel müdürü Steve Jobs, Disney Yönetim Kurulu’na girdi. Bu sayede Disney ile Apple arasında da bağlar güçlenmiş oldu. Bu ortaklığın gelecekte sinema dışında çeşitli yan sektörlerde de kendini göstereceği, söz sahiplerinden biri olacağı kesin. Kesin olan bir şey daha varsa, o da Pixar’ın olağanüstü vizyonunun bu anlaşmadan pek fazla etkilenmediği. Hatta son yapımları Wall-E ile önceki başarılarını katlayan bir grafik çizmekteler. Pixar ürünü birçok yapımın senaryo kadrosunda bulunan, en son 2003’te Finding Nemo’da imzası bulunan Andrew Stanton’ın yönettiği Wall-E, şimdiden türünün klasikleri arasında gösterilen harika bir animasyon şovu.


İnsanlar dünya çöple dolunca dev uzay gemileriyle uzayda yaşamaya başlamışlardır. Başlangıç için dünya temizlenene kadar beş yıl olarak planlanan bu uzay yerleşimi, dünyanın durumu gittikçe kötüleşince süresiz bir ikâmet halini almıştır. Aradan 700 yıl geçmiştir. Onların dünyada bırakmış oldukları artıkları temizlemekle görevli Wall-E adlı sevimli robot ise dünyada unutulmuştur. Hamamböceği dostunu saymazsak 700 sene boyunca dünyada tek başına çöp toplayan, hoşuna giden eşyaları kendi deposunda biriktiren Wall-E’nin hayatı, dünyada yaşam belirtisi arayan insanların belli aralıklarla uzaydan gönderdikleri araştırma robotlarından biri olan Eve’i gördüğünde tamamen değişir. Wall-E, soğukkanlı ve savaşçı ruhlu görev robotu Eve’e ilk görüşte aşık olur. Wall-E’nin bulduğu, dünyada tekrar bir yaşam formunun oluşabildiğinin kanıtı olan küçük saksı bitkisini uzaydaki yetkililere götürme serüveni, hem insanlığın 700 yıl sonra tekrar evlerine dönme, hem de iki robotun sevgilerini sınama serüveni haline gelir.

Pixar, Wall-E için iki farklı evren tasarlamış. İlki, Wall-E’nin tek başına çöp toplayıp sessiz sakin bir yaşam sürdüğü, insanların terk etmiş olduğu ve bu haliyle nükleer savaş sonrası post-apokaliptik atmosferi çağrıştıran toz içindeki dünya. Wall-E’nin koca evrendeki yalnızlığı da göz önüne alındığında ürkütücü olduğu kadar hüzünlü bu dünya tasviri, içinde Wall-E’nin topladığı atık eşyalardan oluşan hurdalıktan bozma küçük evinin sıcak ortamını da barındırıyor. Diğer hayali evren ise, dünyayı terk edip uzayda yaşamaya başlayan, gelişen teknoloji sebebiyle tembelleşip en ufak işlerini bile oturdukları koltuklardan verdikleri komutlarla yaptırmaya alışmış ve bu sayede aşırı kilo almış obez insanların bulunduğu Axiom adlı devasa uzay gemisi. Her iki evren vasıtasıyla dikkat çekilmek istenen evrensel mesajlar çok açık. Yakında dünyayı bir çöp yığını haline getireceğimizin, elimizdeyken kıymetini bilmediğimiz yeşilin hayati öneminin, modern çağın tembelleştirdiği insanın bozulan beslenme alışkanlıklarının altı doğrudan çizilmekte. Ama içeriklerinde ne kadar güncel mesajlar barındırıyor da olsalar, bilim kurgu, hatta animasyon bilim kurgu yapıtlarının zengin hayal gücü, o mesajları her yerde duyulan basmakalıplıklardan sıyırmak yönünde diğer türlere nazaran avantaj sahibi. En azından Pixar yapımları bunu bize gösterdi.


İnanılmaz bir hayalgücü ve emek harcandığı belli olan Wall-E’yi meydana getirmek, önceki işlerine bakarak teknik olarak Pixar açısından hiç problem olmasa gerek. Fakat Pixar için birtakım yazılımların sağladığı kolaylıklar ve teknolojik imkan genişliği kadar, ortaya çıkarılan yapıma ruh katmak da ön planda. Çok az konuşan bir film olarak Wall-E’nin bu ruha bütünüyle sahip olduğu da bir gerçek. Konuşarak anlattıklarının azlığı ve anlaşılırlığı yanında, konuşmadan ifade ettiği o kadar didaktik, politik ve romantik zenginlik mevcut ki, artık animasyon tekniğinin sadece göz kamaştıran bir şenlik ateşi yakmak anlamına gelmediğini, daha derin ve gerçek detaylardan soyut / somut çıkarımlar elde etme yönünde güce sahip olduklarını görüyor, anlıyor, dürüstçe onaylıyoruz.

İşte tüm milyar dolarların, yönetici isimlerinin, kâr marjının, teknik terimlerin, dünyevi ve uhrevi mesajların, kıyamet senaryolarının önünde tüm saflığıyla mükemmel bir aşk hikayesi duruyor Wall-E’nin içinde... Bir çöpçü ile bir keşif görevlisinin aşkı. Önce tek taraflı başlayan, daha sonra emin adımlarla gelişen, fedakârlık ve kahramanlıkla pekişen dört dörtlük bir sevgi tasviri. Bu aşkta metal ve dijital seslerin yarattığı duygusal yoğunluğun ironisi bir tarafa, ağızları olmayan, biri dürbüne benzeyen, diğeri iki büyük mavi noktadan ibaret gözlere sahip olan iki robotun ifade etmeyi başardıkları tutku ve bağlılık eşine ender rastlanan türden.

Wall-E, çöpler arasında bulduğu mücevher kutusunun içindeki pırlantayı atıp, kutuyu alacak kadar saf bir idealin, Eve ise görevinin gereğini yerine getirmek için tüm fedakarlığını ortaya koyan bir doğruluğun sembolü… İnsanlara hizmet eden bu iki robotun, yine onların dünyaya dönebilmelerini sağlayabilecek bir kanıtı Axiom’a ulaştırma idealinde birleşmeleri bu aşkı daha sağlam bir zemine oturtuyor. Yaratılan tekno-romantizmin, bu idealistlik-fedakarlık-kahramanlık üçgeninde insani (!) bir boyuta erişmesi hayranlık verici. Wall-E’nin zippo ışığında Eve’e hayran hayran bakması, ele ele tutuşma denklemi, beraberce uzay boşluğunda uçtukları muhteşem an, dudakları olmayan öpüşme sahnesi ve birbirlerinin isimlerini telaffuz ettikleri her bölüm, romantizmin sinemada daha söyleyecek çok şeyi olduğunu tescilliyor.


Wall-E
, iki robotun bakışlarındaki robotsu ifadesizliğe rağmen, filmin akışında kendisini ciddiye alan izleyicinin aslında görünenin ötesine geçebilme becerisini test ediyor ve o bakışlardaki ifadenin adını koyduruyor. O zaman film herkes için tanımlanabilir bir hal alıyor. 700 yıl boyunca “ev” dedikleri dünyadan uzak kalmış şişman Axiom sakinlerinin bunca zaman sonra ütopik bir konforu bırakıp tekrar dünyada yaşayabileceklerini veya bunu isteyeceklerini düşünme iyimserliğini de kapsayan filmin “dünyadan başka evimiz yok” mesajı günümüzde çok şey ifade etmekte. Belki Van Gogh, Georges Seurat ve Auguste Renoir gibi ressamların tarzları taklit edilerek yapılmış bitiş jeneriğindeki nefis animasyonlardaki gibi yepyeni bir sayfa açacaklar. İşte Wall-E böylesi bir umudun ve aşkın kanatları altında tasarım dehası varoluşuyla, çok şık Hello Dolly! ve 2001: A Space Odyssey göndermeleriyle, obez insanoğlu tasviriyle, Thomas Newman’ın tutku dolu besteleriyle ve haklı Oscar’ıyla tüm zamanların en iyi animasyonlarından.

Yaşayabileceğimiz başka dünya yok. Axiom’un iyi kalpli kaptanının söylediği gibi “hayatta kalmak istemiyoruz, yaşamak istiyoruz!” 700 yıl da yaşasak yine aynı şeyi isteme, ama buna rağmen dünyaya karşı aynı duyarsızlığı gösterme eğilimindeyiz. Uzayda yaşamamalıyız. Çünkü bazı tehlikelerin farkına varana dek sürekli düşüp biryerlerimizi acıtmak için yerçekimine ihtiyacımız var!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder