24 Eylül 2008 Çarşamba

Hustle & Flow (2005)


Yönetmen: Craig Brewer
Oyuncular: Terrence Howard, Anthony Anderson, Taraji P. Henson, DJ Qualls, Taryn Manning, Isaac Hayes, Ludacris, Paula Jai Parker, Elise Neal
Senaryo: Craig Brewer 
Müzik: Scott Bomar

Black Snake Moan referansı ile izlediğim Hustle & Flow’u da çok fazla beğendim. Bu, şartlanma sonucu zoraki bir beğeni değildi kesinlikle. Zira beğenmediğim bir film olunca değil Brewer’ı, Nolan’ı bile tanımam. Hustle & Flow özellikle Amerikan gettolarında başlıbaşına bir meslek olarak görülen muhabbet tellallığı icra eden Djay’in (Crash sonrası yine harika bir Terrence Howard) sefil yaşamına son verip, artık daha temiz bir başlangıç yapmak istemesi, o başlangıcı bu kez rap/hip hop yaparak başlatma çabası üzerine çok çarpıcı bir dram. Günümüz rapçilerinin birçoğunun tezgahından geçtiği, şarkılarında gururla dillendirdikleri “pimp” sektörünün sorunlarına değinen bir film olmanın ötesinde, sefil hayatların ağır şartlar altında daha fazla ezilmesini önlemek için çıkış yolunu müzikte arama gayretlerini çok gerçekçi bir üslupla işliyor. Bir fahişe nasıl bu sefaletten kurtulmak istiyorsa, bir pezevenk de aynı arzuları taşıyor fikrini, her ne kadar feminizm savunucularına sempatik gelmese de samimi biçimde ele alan Hustle & Flow, hayatın gerçekleri zaten acımasız, film ne yapsın düşüncesi uyandırıyor bu samimiyetiyle.

Başta Howard’ın beklendik oyunu olmak üzere, diğer oyuncuların beklenmedik derecede iyi olmaları da filmin bir sürü artısından biri. Bu olumlu özelliklerinin yanında filmden Black Snake Moan’daki gibi büyülü müzikal tatlar beklentisinde değildim açıkçası. Çünkü MTV hip hopuyla aram hiç iyi olmadı. Zaten filmin öyle bir soundtracki var ki, sardıra sardıra zor dayandım. Fakat Craig Brewer meğer Black Snake Moan’dan önce bu filmde yine harika bir iki müzikal sahne tasarlamış. Djay tesadüfen karşılaştığı okul arkadaşı, müzisyen ve karısıyla kurduğu mutlu aile hayatıyla ondan daha iyi durumdaki Key’i çok iyi bir rap albümü yapabileceğine ikna ettikten sonra evinde amatör bir stüdyo kurar. Key’in beraberinde getirdiği kendi beyaz, ruhu siyah bir DJ olan Shelby ile, önce Whoop That Trick’i, ardından da 2006 Oscarlarında en iyi şarkı ödülünü alan It's Hard Out Here For A Pimp’i çıkarırlar. Whoop That Trick feci vasat bir parça olmasına rağmen, film içindeki pratik ve hızlı yaratılış aşamalarını gösteren sekans olağanüstüydü. Aynı şekilde It's Hard Out Here For A Pimp’in kaydediliş evresi, şarkıya vokal yapması istenen Djay’in fahişelerinden biri olan karnı burnundaki Shug’ın motivasyonunu ve alınan sonucu ince ince işleyen ustalıktaydı. Lazarus’un sahnelerine benzer coşkular taşıyordu.


Ama Hustle & Flow sadece bunlardan ibaret bir film değil. Filmin sürekli iniş halini dengede tutmaya çalışan müzikal anların içine sızan blues bir dramdan rahatlıkla söz edilebilir. İniş halinden kastım, filmin her yanına sinmiş ümitsizlik, çıkışsızlık duygusudur. Özünde o kadar olgun ve kendinden emin bir dram ki, buradaki inişi aslında bir yükseliş olarak algılamak, dar çerçeveyi genişletmek için feda edilen kişisel değerlere yapılan şık bir atıf olarak görmek mümkün. “Burası bir pezevenk için çok zor” isimli bir şarkının boşuna Oscar almadığını kanıtlayan, karakterlerini öyküsüyle tencere kapak olarak bütünlemiş çok sıkı bir film Hustle & Flow.. Performansıyla Oscar’a aday olup Philip Seymour Hoffman’a kaptırmasına rağmen bir çok festivalin ödülünü evine götüren Terrence Howard’ın haklı başarısı kadar, Anthony Anderson ve özellikle Shug rolüyle Taraji P. Henson da gerçekten büyülüyor. Rapçi Ludacris ve müthiş sürpriz, 70’lerde fırtına gibi esmiş yaşayan efsanelerinden müzisyen Isaac Hayes’i de ufak rollerde görmek hoş oldu.

Black Snake Moan ve Hustle & Flow, tırı vırı black movielerden farklı biçimde ele aldığı meseleleri belli kalıplar dahilinde ve yine zaman zaman o kalıplar haricinde gören, bu görüş açısını da hep geniş tutmaya özen gösteren kıvamda filmler. Yapı itibariyle kapkara filmler de değiller üstelik. Beyazlara biçtikleri kıyafetlerin ırksal tuzaklarda veya soul tezatlarda yeri yok. Her ikisinin de insan derisiyle uğraşmaktan çok daha mühim işleri var. Siyahın beyaza, beyazın siyaha iç içe geçtiği böylesi filmler çekmenin gururu ise, teninde beyaz, özünde “beyah” insan Craig Brewer’a ait. Black movie askerlerinden sayılan senarist/yönetmen John Singleton’ın her iki filme de prodüktör olarak omuz vermiş olması bu gerçeği pek değiştirmiyor. Beyazların eşya gibi durduğu, kendilerine türlü dükkan isimleri verilmiş, başka zümrelere kapalı sözde komedilerle alakası olmayan, fakat temelinde yine de siyah kalmış kişilikli filmler bunlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder