20 Eylül 2008 Cumartesi

Before The Devil Knows You're Dead (2007)


Yönetmen: Sidney Lumet
Oyuncular: Philip Seymour Hoffman, Ethan Hawke, Albert Finney, Marisa Tomei, Aleksa Palladino, Rosemary Harris, Amy Ryan
Senaryo: Kelly Masterson
Müzik: Carter Burwell

Maddi zorluğa düşen borsa simsarı Andy (Philip Seymour Hoffman) anne ve babasının sahip olduğu mücevher dükkânını soymaya karar verir. Aynı zorluk içinde bulunan dul ve bir kız sahibi kardeşi Hank’i (Ethan Hawke) de ikna etmesi zor olmaz. Fakat şansları iyi gitmez. Soygun trajik bir olayla sonuçlanır. Andy ve Hank’in babaları Charles (Albert Finney) polisin olayı aydınlatmak için ağır davranması ve yavaş bürokrasi yüzünden kendi çapında araştırma yapmaya karar verir. Peşinde olduğu suçluların oğulları olduğundan habersizce adaletin yerini bulmasını beklerken Andy ve Hank giderek daha derine batmaktadırlar.

Konu olarak ilk anda bir Elmore Leonard hikayesi ya da bir Coen senaryosunu andıran ve adını “şeytan senin öldüğünü anlamadan yarım saat önce Cennet’te olasın” şeklindeki İrlanda deyiminden alan Before The Devil Knows You're Dead genel olarak sağlam bir suç gerilimi. Usta yönetmen, senarist ve prodüktör Sidney Lumet’nin, filmi yazan Kelly Masterson’un daha ilk senaryosunu yönetmesi de akıllara usta-çırak anlamında destek verilmiş olabileceğini getiriyor. Lumet gibi bir profesyonel her ne kadar destek amaçlı da olsa inanmadığı bir senaryoyu yönetmeye yanaşmazdı sanırım. Zaten senaryo yine genel olarak destek çıkılması, usta ellerde vücut bulması gereken bir konumu hak ediyor.

Fakat film, konu çağrışımı dışında Coen ve onun çağdaşlarının ele aldığı suç hikayelerinin alternatif duruşları yerine, belli standartlara bağlı bir aile dramı etrafında şekilleniyor. Bu yüzden orijinal senaryolar yerine roman uyarlamalarına daha yakın duruyor. Tüm bunlarla birlikte genel olarak üzerine yoğunlaştığı suç-dram ilişkisinin hakkını verse de, akranlarından farklı ve özgün bir yöne kaymadığı da gözlerden kaçmıyor. Çok fazla “genel olarak” dediğimin farkındayım. Bu geneller arasındaki “özel” durumlar da zaten Before The Devil Knows You're Dead’in akranlarından farklı ve özgün bir yöne kayması için düşünülmüş biraz teknik, biraz da etik oynamalar.


Filmin daha başlarında tanık olduğumuz devamlılığı ve gerilimi tam kıvamında olan soygun anı, bize filmin hızlı bir seyir izleyeceğini, olay örgüsünün giderek karmaşıklaşacağını, ya da belki gereksiz yere aile dramlarının sulu sepken yapışkanlığıyla hantallaşacağı fikirlerini kafamızda dört döndürse de, işin seyri birdenbire değişiyor. Soygunun 3 gün öncesine, 4 gün öncesine, 1 gün öncesine, sonra tekrar soygun gününe dönen, bir yandan da şimdiki zamanda ilerleyen kurgusu filmi biraz dağıtıyor. Kendi içinde devamlılık açısından aksamayan, şimdiki zamana döndükten sonra tekrar geriye sıçrayan anları tutarlılık içinde yürüten kurgu, izleyeni belli belirsiz bir disipline sokuyor. Soygun anını başta izledikten sonra geriye dönen anlatım şekli, plan aşaması ve iki kardeşin bu suçu işleme gerekçeleri üzerine faydalı olabiliyor.

Fakat bunların yanında geri dönüş gerektirmeden normal sırayla anlatılabilecek sahneleri de bu gidişata uydurmaya çalıştığında başlardaki heyecan yerini tempo düşüklüğüne bırakabiliyor. Aslında olay sırasına hiç dokunmadan düz bir anlatım yolu da izlenebilirdi. Fakat bu kez de az evvel bahsettiğimiz akranlarından farklı ve özgün olma çabası da olmayınca elimizde ne kalır endişesi hakim olacaktı. Bu endişeyi senaryo sahibi Masterson mu, yönetmen Lumet mi, yoksa her ikisi birden mi taşıyordu bilinmez. Climax, yani dönüm noktası olarak soygun sahnesini en baştan vermeyip normal akışına bıraktığınızda bu sahne ortalarda yer alacaktı. Daha farklı bir etki uyandırır mıydı, bunun cevabı da kişiden kişiye değişecektir. Fakat bu şekilde başvurulan geri dönüşler ya karakter gelişimlerini desteklemek, ya olayda gizli kalmış yönleri aydınlatmak, ya da suçu işleyenlere yakın planda bulunup onları bu yola iten sebeplerin altını çizmek için kullanılır. Ya da sadece Jackie Brown örneğinde olduğu gibi bir kurgu estetiği elde etmek, bunu yaparken de tansiyonu yüksek bir sahneyi 3-4 karakterin gözünden birden görmek suretiyle aynı heyecanı farklı açılardan yaşatmak gayesi güdülebilir.


Filmde bu yöntemin benimsenmesindeki amaç anladığım kadarıyla karakterlerin bu suçu işleme motivasyonlarını masaya yatırmak. Bu geri dönüşlerde çok farklı, çok yeni şeylerle karşılaşmadığımız için olacak, sanki normal olay sırası da izlenebilirmiş gibi geldi bana. Maddi sıkıntıya düşen iki kardeşin kendi anne babalarının mücevher mağazasını soymayı planlaması, işlerin yolunda gitmeyip sarpa sarması, yaşanan trajedi sonrası babalarının olayın üzerine gitmesi. Zaten sarpa sarma kısmından itibaren filmin temposu gayet iyi iken orada bile bu geri dönüşleri sürdürmek garip kaçabiliyor. Eğer “Andy ve Hank bunu neden yaptılar” sorusuna yanıt vermek için ise, onun da altını iyice doldurmak gerekiyor. Tabi bu suçu işlemeden önce her ikisinin de maddi açıdan ne kadar köşeye sıkıştıklarının adı konuyor. Ancak ne kadar konsa da, climax sonrası süren çöküş bunu hakkıyla dile getiriyor. Hatta şunu söyleyeyim: Biraz düzeltmeyle filmin başında verilen soygun sahnesinden başlayarak hiç geri dönmeden de meramını rahatça anlatabilecek bir film. İşte belki de burada modern ve özgün bir üslup arayışının kaygısı seziliyor.

Filmin ahlaki boyutu üzerine düşündüğümüzde ise bizi, o Amerika veya Avrupa iletişimsizliğinin yol açtığı yabancılaşma ile onun sebep olduğu seyirciyi yabancılaştırma alışkanlığı bekliyor. Bireylerin ahlaki çöküşü, materyalizmin sebep olduğu yozlaşma, feodal bağların zayıflığı neticesi aile bağlarının gevşekliği gibi sebepleri akla getirse de, senaryosu gereği bunların üzerini basit bir suç planı ve sonuçları ile örten geçiştiricilikte. Yani “zaten bu yozlaşmayı biliyorsunuz, hikaye de bunun geri dönülemeyen sonuçlarıyla ilgili" demek biraz kolaycılık. Kimse senaristten detaylı ve akademik bir tez çalışması beklemiyor. Ama örneğin American Beauty gibi zeki bir senaryonun sadece göstererek bile becerebildiği, bununla kalmayıp toplumsal, felsefi yorumların çeşitliliğine kucak açtıran vücudu bile bu kadar etkiliyken, işi daha kolay olan Before The Devil Knows You're Dead, farklı bir kolaycılığı seçiyor. Mesela soyulduktan sonra sigortadan paralarını zaten alacak olan anne babanın iyi durumuna rağmen oğulların neden onlardan kopuk (hatta sanki oğulları değilmiş gibi) oldukları gayet yüzeysel bir pembe dizi gerekçeleri taşıyor.

İki farklı karaktere sahip kardeşler arasındaki pozitif kimya, anne baba kimyalarıyla çok uyumsuz. İki kardeş ve anne-baba cepheleri arasında gerçekleşen sahnelerdeki tokatlar, küfürler, suçlamalar, bağırma çağırmalar bu sebepten yerine göre çok sahte görünüyor. Oysa özellikle Andy ve Hank arasındaki uyum/uyumsuzluk çok iyi işlenmiş. Planı yapan olarak beyin Andy ile planı uygulamayı üstlenen, kendi öz kızının tabiriyle “loser” Hank arasında bu inandırıcılığı körükleyen sebepler de mevcut. Mesela iki kardeşi birden idare eden Andy’nin karısı Gina (bunun yarattığı erkeksi bakış açısı) ve klasik gözde kardeş ile geri planda kalmış kardeş formüllerinin bu iki hırslı insanda bulduğu karşılık. Tabi bununla doğrudan bağlantılı olarak da Philip Seymour Hoffman ile Ethan Hawke’ın başarılı oyunları.


Sadece Hoffman ve Hawke ile değil, babaları rolündeki tecrübeli İngiliz aktör Albert Finney ile de güçlü. Ölçü sayılmaz ama tam 5 kez Oscar adayı olup hiç kazanamayan Finney ile beraber iki kez aday olup birinde kazanan Marisa Tomei de iki kardeş arasındaki arzu nesnesi Gina rolüyle sadece basit bir yan karakter görünümünde. Onu nesne yerine koyma sebebimiz ise, iki kardeşin para nesnesine duydukları ihtiyacın cinsel boyutuna temas eder nitelikte olması. Oscar demişken, 2008 yılı adayları açıklanmadan önce çeşitli dallarda adaylığı konuşulan, hatta bazılarına kesin gözüyle bakılan Before The Devil Knows You're Dead’in hiçbir adaylık alamama nedenlerini de masaya yatıralım.

Oyuncu yönünden üç aktör arasında adaylık elde edilmemiş olması düşündürücü olabilir. Özellikle filmin odağındaki Hoffman’ın oportunist Andy yorumu, başlangıcı, gelişimi ve kontrolden çıkışıyla çok sağlam bir kronoloji izliyor. Hawke ve Finney’in yardımcı konumuna uygun rolleri de iyi olmasına rağmen iz bırakan türden sayılamayabilir. Film olarak aday gösterilmeme sebepleri ise belli gibi sanki. Dönem dönem değişen Akademi profili özellikle aile kurumuna getirilen radikal bakışlara karşı fazla duyarlı olabiliyor. Fakat örneğini verdiğimiz American Beauty’nin ailevi yozlaşmaya bakış açısı göz önüne alındığında Before The Devil Knows You're Dead ile aralarındaki önemli fark ortaya çıkıyor. Senaryo! Hikayenin ilginçliği yüzünden macera yönü kuvvetli, fakat ihtiyacı olan analiz yönü zayıf bir film. Yine de bu onu kötü yapmıyor, izlenmeyi hak eden bir yapım olduğu gerçeğini etkilemiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder