5 Nisan 2010 Pazartesi

The Messenger (2009)


Yönetmen: Oren Moverman
Oyuncular: Ben Foster, Woody Harrelson, Samantha Morton, Steve Buscemi, Jena Malone
Senaryo: Alessandro Camon, Oren Moverman
Müzik: Nathan Larson

Tam Amerika’nın savaş sendromları ile ilgili söylenmeyen ne kaldı derken, Irak’ta ölen askerleri ailelerine bildirmekle görevli iki askerin dramına eğilen The Messenger çıktı. Bu konuda tecrübeli Tony Stone (Woody Harrelson) ile, onun emrine verilen savaş kahramanı (ki bir işgali yıllardır savaş diye yutturmaya çalışmaları bir yana) Will’in (Ben Foster) bu zorlu görevi, haliyle trajedi, gözyaşı ve nefret yüklü anları da beraberinde getiriyor. Kocasının ölüm haberini ilettikleri Olivia’ya (Samantha Morton) Will’in ilgi duymaya başlamasıyla hikâye katmanlaşmaya çalışıyor. Ama güçlü kadrosuna rağmen, filmin aynı ölçüde güçlü olmadığını düşünüyorum. The Messenger yine bildik asker dönüşü travma ve hayat sorgusu mızmızlıkları üzerine etkili bir şey koymadan Amerikanca oyalanan bir film. Kahramanlığı esnasında yaralanması yüzünden sunî gözyaşı kullanan, üstüne de insanlara oğlunun, kızının, kocasının öldürüldüğünü söylemek zorunda bırakılan Will, film için plânlı olduğu her halinden belli bu durumun merkezinde yer alıyor. Ayrıca kaçamak yaptığı eski aşkı ve Olivia arasında sıkışmış bir aşk çocuğu kompozisyonu üstleniyor. Senaryo ise bu kadar çok karpuzu bir koltuğa sığdıramıyor bana göre. Geveze bir ex-alkolik olarak filme (ve son zamanlarda oynadığı diğer filmlere) renk katabilen Woody Harrelson’ın da ne yazık ki iyi işlenmeyip sığ bırakılmış özelliklerini, hüngür hüngür ağlaması bile kurtaramıyor.

Açıkçası özeleştiriye hayli müsait konusunu gereksiz uzatmalar ve duygu sömürüleriyle heba eden, bir şekilde “vatan sağolsun”u ve “savaş karşıtı olsak da olmasak da askerlerimizi destekliyoruz”u araya sıkıştıran, bir yere vardıramadığı Will’in aşk hayatıyla fazla vakit öldüren, tek taraflı bir film The Messenger. İçip içip eski sevgilinin nişan törenine davetsiz gitmek gibi türlü saçmalıklarla hem yere bastırmaya çalıştığı karakterleri, hem de filmi küçük düşüren Oren Moverman, tek plânlı mutfak sahnesiyle teknik açıdan fark yaratmaya çalışır görünse de, iyi niyetten öteye gidemiyor. Oyuncu yönetimine kafa yormayıp, doğru oyuncuları seçerek aradan çekilmeyi tercih ettiği fikri uyandırdı bende. Evet oyuncular doğru ama senaryonun onlar için tasarladığı geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanlar pek ilgi çekici sayılmaz. Sadece Olivia’nın ölen kocası hakkında hissettikleri, filmin birçok savunusundan daha gerçekçi göründü o kadar. Onun dışında beklediğimden daha zayıf bir film olmasına üzüldüm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder