Yönetmen: Noam Murro
Oyuncular: Dennis Quaid, Sarah Jessica Parker, Thomas Haden Church, Ellen Page, Ashton Holmes
Senaryo: Mark Poirier
Müzik: Nuno Bettencourt
Profesör Lawrence (Dennis Quaid), başarılı bir akademisyendir. Ama dul olan Lawrence, aşk ve aile gibi kişisel problemlerinin çözümünde çaresiz kalmaktadır. Özlemini çektiği tutkuyu hiçbir şeyde bulamayan Lawrence, orta yaş krizinin eşiğindedir. Ancak üvey kardeşi Chuck'ın (Thomas Haden Church) aniden çıkıp gelişiyle, eski öğrencisi Janet (Sarah Jessica Parker) ile yıllar sonra tesadüfen yeniden karşılaşması aynı günlere denk gelince Wetherhold ailesinde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Smart People, çeşitli nedenlerden ötürü hayatlarının dizginlerini eline alamamış veya aldığı dizginleri yeterince sağlam tutamamış dört insan etrafında şekillenen sessiz sakin bir Amerikan bağımsızı. Sessiz tabiri film için gayet uygun. Çünkü yeterli gerekçeleri olmasına rağmen hiçbir karakter birbirine bağırıp çağırmıyor, içlerinde esen sert rüzgarları abartmadan, makul yöntemlerle dile getirmeye uğraşıyorlar. Konumu, mevkisi, eğitimi ne olursa olsun, zeki insanlara ait diyalog yöntemlerini benimsiyorlar. Öyle ki tüm meselelerin odağındaki Dennis Quaid’in canlandırdığı profesör Wetherhold bile film boyunca insanların kulağına fısıldar gibi konuşuyor. Fakat bu sessizlik, filmin dramatik etkisinden pek bir şey götürmediği gibi, gereksiz gerilimler yaratmamak suretiyle sorunların daha akıllı biçimde masaya yatırılıp çözülmesine yardımcı oluyor. Öğrencilerin isimlerini aklında tutamayacak kadar dalgın ve umursamaz Wetherhold’un, çok sevdiği eşini kaybedişi ile bir türlü toparlanamamış duygu dünyası, çocukları ile iletişimsizliği, üvey kardeşi ile olan “üvey” duyarsızlığı, yıllar sonra karşılaştığı eski öğrencisi Janet’a karşı paslanmış romantizmi, bunun yanında kariyeri için almak durumunda kaldığı önemli bir karar filmin kabaca çizilmiş haritası. O haritayı filmin kendine has bağımsız duruşunu fazla derinleştirmeden detaylandıran ise diğer karakterler oluyor.
Karakterlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde farklı psikolojik okumalar mümkün. Duygusal krizin eşiğindeki Lawrence, çevresine olan ilgisizliğine rağmen, nasıl yapılacağını tam olarak bilemese de bir şeyleri telafi etmek niyetinde denebilir. Bu telafi duygusunun artık hayatının bu kriz döneminde kendisine görünmesinde çeşitli etkenler rol oynamakta. Babası ile iletişim kurmanın yolunun, onun istediği gibi notları yüksek çalışkan bir öğrenci olmaktan geçtiğini düşünen ve kendisini bu yönde programlayan Vanessa ile, babasının okulunda öğrenci olan James, Lawrence gibi ilgisizliğinin farkında bile olamayacak bir babanın çocukları olmanın sıkıntılarını yaşamaktalar. Lawrence’ın hayatına bir de eski öğrencilerinden biri olan doktor Janet’ın girmesi de özellikle Vanessa’nın ilgi bunalımını kıskançlığa doğru yönlendiriyor.
Öte yandan, öğrencisi iken Lawrence’a ilgi duyan Janet açısından böyle zor bir adamla ilişkiyi göze almak, geçmişte bir şekilde ıskalanmış heveslerin yansıması olarak görünse de, bir hevesin ötesine geçmesinde etkili olan şey aslında o hevesin kanlı canlı olarak ikinci bir şans şeklinde karşısına çıkması ile anlamını buluyor. Başarısız bir ilk randevunun ardından ders alınmış ikinci bir rendevu, biri genç, diğeri ondan biraz yaşlı iki insanın kendilerini yeni bir ilişkinin eşiğinde test etmelerine yardımcı oluyor. Son olarak Lawrence’ın “üvey” olduğunu her fırsatta vurguladığı, bir işte dikiş tutturamamış, sevimli bir sorumsuzluğu olan, ama buna rağmen ilişkiler konusunda hiç de acemi sayılmayan, anlayışlı ve olgun kardeşi Chuck ile mecburen yeniden başlattığı ilişkisi de bu kritik dönemde Lawrence’ın telafi bilincinin oluşmasında etkili oluyor. Chuck açısından da Lawrence’ın bu geçiş dönemi, hem üvey kardeşi, hem de yeğenleri ile olan ilişkisini yeniden gözden geçirmesinde bir başka geçiş dönemini doğuruyor. Özellikle Vanessa ile önceleri pek fazla yakın olmadığını fark ettiğimiz Chuck, filmin bize sunduğu bir “yeniden başlama” ile daha değişik bir ergen-yetişkin etkileşimine giriyor ki, bu noktada bazı sorunlar baş gösteriyor.
Babasının yıllar sonra başka bir kadınla ilişkiye girmesini hazmedemeyen Vanessa, üvey amcası Chuck’ın ergen-yetişkin kimliği arasında sıkışmış, bunu da dışarıya bezginlik olarak yansıtma eğilimindeki kişiliğinde bir anda kendi sıkıntılarını hafifletici bazı sebepler keşfediyor. Babasının ilgisizliğine karşı, amcası Chuck’ın ilgisini yanlış yorumlamaya kadar götürmesinin altında yatan gerçek, kendi yaşıtı olmayan Chuck’tan aldığı “yaşıt” reaksiyonlar. Kısa bir süreliğine de olsa hiç sahip olmadığı sevgilisi ve sahip olduğu, ama ergen hissiyatıyla ilgisini çekmekte zorlandığı babası arasında bir konuma oturttuğu Chuck’ın Vanessa için oluşturduğu figür, yaşından olgun bir zekaya sahip Vanessa gibilerin bile tanımlamakta zorlandığı duygusal boşlukların insan hayatında ne derece önemli rol oynadığının sembolü. Bir üvey kardeş ve bir üvey amca olarak Chuck’ın bu “üvey” konumunu hiç gurur meselesi haline getirmeyişi de onun sorumsuz bir asalak olduğunu göstermiyor. Çünkü hem Vanessa’nın, hem de Lawrence gibi bir üniversite profesörünün duygusal sancılarına iyi bir dinleyici olan, çok basit ama tam isabet tavsiyeleri bulunan Chuck’ın sıcaklığı, mevki ve eğitim yönünden üst düzey akrabalarının karşısında daha pratik bir zekanın tezatıyla uyum yakalıyor. Hatta birçok sorunun çözümü o pratik zekada, o basitlikte saklı olabiliyor.
Chuck, bu sevimli basitliği temsil ederken, günlük yaşamda karşılaştığımız veya yaşlı ebeveynlerimizden gördüğümüzün bir benzeri olarak eğitimsiz samimiyeti ve hayat tecrübesini de bünyesinde barındırıyor. Filmin belki de en önemli hatası, Lawrence’ın büyük çocuğu James’e yeterince ilgi göstermeyişi. Sanki James’in tüm ailevi sorunlarını temsil etmek üzere Vanessa seçilmiş, tüm talepler onun aracılığıyla yapılmış. Ailenin küçük kız evladı olarak yaşadığı duygusal dalgalanmalar James’e göre onu daha fazla etkileyecek, bu problemlere zeki fakat tam olgunlaşmamış vizyonu ile bakacak olması kabul edilebilir. Hatta bu zeki bakış açısının filme yansımaları hem olumlu, hem de eğlenceli. Ama madem öyle, neden James diye bir kardeş daha uydurulmuş veya ona da belli bazı çözümü kolay sorunlar yüklenmemiş?
Smart People’ı yöneten Noam Murro ve yazan Mark Poirier, bu ilk filmlerinde gayet olgun bir tavır sergiliyorlar. İlk filmde böylesi bir yetkinlik her bağımsız Amerikalı sinemacıya nasip olmuyor. Murro ve Poirier, James haricinde merkezdeki dört karaktere yeterli ilgiyi göstermiş olmalarına karşın, kaba saba duruşunu başarıyla inkar ettirdikleri Chuck üzerinde biraz daha durabilirlermiş izlenimi verdiler. Yine de senaryo bağlamında, ismi ile uyum sağlayabilen bir yazımın izlerini sürme iyi niyeti ile hareket etmeleri ve başarılı oyuncuları taze kariyerlerine akıllıca monte edebilmelerinden ötürü gelecek için ümit vermekteler. Dennis Quaid’in tecrübesinden, Thomas Haden Church’ün dengeleyiciliğinden, Ellen Page’in artık alışılagelen, yaşından üstün diyalogları seslendiriş ustalığından ve Sarah Jessica Parker’ın popülaritesinden ve Extreme grubunun gitaristi Nuno Bettencourt'un dingin folk ezgilerinden faydalanmayı bilmişler. Zekanın sadece akademik değerlendirmeden ibaret olmadığını, bazen günlük hayatı sürdürebilmek, acılara ve hatalara rağmen yola sağlıklı biçimde devam edebilmek için de iletişim zekası gerektiğini, onun da çok uzaklarda olmadığını anlatmaya çalışan, insanın kendine dair umudunu yitirmemesi mecburiyetinin altını çizen, bunda da bana göre başarılı olan bir film Smart People.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder