Yönetmen: Jon Harris
Oyuncular: Shauna Macdonald, Krysten Cummings, Gavan O'Herlihy, Douglas Hodge, Joshua Dallas, Anna Skellern, Michael J. Reynolds, Natalie Jackson Mendoza
Senaryo: J Blakeson, James McCarthy, James Watkins
Müzik: David Julyan
Neil Marshall’ın korku harikası The Descent’in üzerinden 5 yıl geçti. Ama devam filmi bizi 2 gün sonrasına götürüp oradan başlatıyor. Marshall bu kez “executive producer” koltuğunda iken yönetmenliği aslen bir kurgu işçisi olan (bu alanda kalıbını bastığı ilk The Descent dışında Snatch, Layer Cake, Eden Lake yabana atılır cinsten değil) Jon Harris’e bırakmış. Yani The Descent: Part 2 onun ilk yönetmenliği. Belki ilk film kadar olmasa da Part 2’yi beğenmiş olmamın sebebi, Marshall’ın tümden elini eteğini çekmemiş olmasıdır. İlk filmin tüy dökücü karanlık atmosferi, klostrofobisi ve sese duyarlı kör yaratıkları aynen korunmuş. Sarah’nın tekrar yeraltına inmek zorunda bırakılması bende de “yine mi” duygusu yarattı. Kolay değil, ilk filmde bir dakika bile huzur yüzü görememiştim. Ama bu duygu, zamanında yaşanmış olan o korku ve şiddeti diken üstünde tekrar izleyecek olmanın çekiciliğiyle bütünleşmiş bir korku. Bu yüzden o yeraltına inmeyi tekrar istedim.
İlk filmin çifte finalinden hangisinin bu filmin çıkış noktasını oluşturduğunu, Sarah’nın tek kurtulan olmasından anlıyoruz. Kaybolan kızlar için hemen geniş çapta bir arama başlatılmış. Fakat Sarah birden hafızasını kaybetmiş biçimde ortaya çıkınca, olayı medyaya duyurmadan iki polis, üç mağara araştırmacısı ve tabiî neler olup bittiğini hatırlaması, ekibe yol göstermesi için tekrar cehennemin dibine sokulan kadersiz Sarah’dan oluşan gizli bir ekip oluşturuluyor. Sevgili yaratıklarımızın onları beklediğinden habersiz, yıllar önce oralarda çalışmış madencilere ait eski bir asansör yardımıyla belâlarına doğru inmeye başlıyorlar. Sarah’nın hafızası mağara içinde tekrar yerine gelmeye başladığında ise artık çok geç oluyor. Çıplak ve her dâim aç yer altı ahâlisi, klişe yöntemlerle “ce” yapıp bu davetsiz misafirleri olduğu kadar seyirciyi de yerinden hoplatınca, üstüne bir de ince tabakalar çökünce hepsi bir yana dağılıyor ve film ikiye bölünüyor. Bu arada o bir yana dağılmalar, böyle panik anlarında gerekli hale gelen kenetlenme hadisesine pek uymadığı için tuhaf görünüyor. Yaşamayan bilemez belki ama anlık bir paçayı kurtarma bencilliği yaşanıyor olabilir o esnada.
Derken kâbus başlıyor, kahramanlarımız birer birer telef oluyor, kimlerin sona kalacağı yavaş yavaş belirginleşiyor ve yine ucu açık bir finalle The Descent: Part 3’e göz kırpılarak film bitiriliyor. Şimdi bu filme gerek var mıydı? Bence yoktu. Yaratıkların kim ve neden orada olduklarına dair bazı ipuçları verildi. Verilmese de olur muydu? Bence olurdu. Özellikle korku/gerilim türüne gönül vermiş çaylak yönetmen ve senaristlere staj olanağı sağlayan bu tür devam projelerini lastik gibi uzatmanın sadece onlara faydası dokunuyordur. Üç taze senarist ile Jon Harris’in yönetmenlik siftahı, en azından rezil rüsva olmadan işini görüp gitmiş nitelikte. Benim gibi o yeraltı mağaralarının dehşet verici iklimini özlemiş olanları memnun edebilecek ölçüde ürkütücü, ölen karakterlere az çok üzülmemizi sağlayacak ölçüde dramatik ve kan revan görme açlığını bastıracak ölçüde sert bir film olmuş diyebiliriz. Sağlam mide gerektiren sahneleriyle, en sakin anlarında bile rahatsızlık yaratan gerginliğiyle ve Sarah ile yaptığı çarpıcı finaliyle gözünü budaktan sakınmadığını söylemeye getiriyor. İlk filme fazladan bir şey katmasa da, onun şânına gölge düşürecek saçmalıklarda da bulunmuyor diye düşünüyorum. İlk filmlerdeki eksiklikleri tamamlayıcı değil de, sadece birer uzantı oldukları gerçeğini göz önünde bulundurarak şu karşılaştırmayı yapmak istedim: The Descent: Part 2, [Rec] 2’den çok daha iyi bir uzantı olmuş.
harika bir film şiddetle tavsiye olunur...
YanıtlaSil