Yönetmen: Tony Giglio
Oyuncular: Josh Randall, Brianna Brown, Nick Searcy, Beth Broderick, Sascha Rosemann, T.W. Leshner, Branden R. Morgan
Senaryo: Daniel Kay
Müzik: Henning Lohner
Mike ve Sheryl, Batı Virgina’nın dağlarında çadırlarını kurarlarken, başlarına gelecek olaylardan haberleri yoktur. Sheryl ortadan kaybolur. Mike ormanda tek başına Sheryl’ı ararken yardım edebileceğini söyleyen ürkütücü bir kadınla karşılaşır. Korkunç bir dizi olaydan sonra Mike, Sheryl’ı bir kulübenin duvarları haçlarla kaplı bodrum katında bir masaya bağlı olarak bulur.
Yabanda kaybolan veya cinayete kurban giden insanlarla ilgili istatistiki bilgiler bulunuyordur muhakkak. Ama artık bu mevzuda çekilmiş kaç tane film olduğuna dair bir istatistik, bu yükün altından kalkamayıp feleğini şaşırırdı mutlaka. Bu kaçıncı filmdir ki, kırsal alanda cep telefonu çekmeyen, başını belaya sokacağından haberi olmayarak saçma sapan yerlere, sanki bir cennet bahçesine gidiyormuş gibi heyecanla giden, kendilerini bir sapığa/sapıklara yakalattıktan ve eziyet ettirdikten sonra kurtulmak için eline geçen fırsatlardan gerizekalıca yararlanamayan karakterlerle dolu… Aynı film, farklı kişiler ve farklı adam öldürme motivasyonlarıyla önümüze gelmekte. Saw gibi bir girişle başlayan filmimiz Timber Falls, muhtemel katilimizin yöntemleri ve iş takibi üzerine bir açılış taksimi geçtikten sonra, müstakbel kurban çiftimiz Mike ve Sheryl’ın başına nelerin gelebileceği yönünde başımızı göğe erdirecek bilgilendirmelerde bulunuyor, bu sayede ayağımızı ona göre denk alıyoruz.
Issızda yakaladıkları çiftleri işkenceyle evlendirip gerdeğe sokmayı, sonra onlardan doğacak çocuğu sahiplenmeyi planlayan fanatik dindar bir aile fikrinin çağrıştırdığı şeyi enteresan bulma ihtimali var. Zaten böyle fikirleri enterasan bula bula gişe tuzaklarına düşülüyor ya! Klişe Kullanma Kılavuzu’ndan devşirdikleri bilgilere sadık kalmaya çalışmış, son düzlükte de bu sadakatin doğal getirisi olan bir aksiyon meydana getirmiş olmalarına rağmen yönetmen Tony Giglio ve senarist Daniel Kay, bilmem kaç para bütçeleriyle, kimbilir kaç kere tekrar edilmiş korku/gerilim unsurlarına prim vererek sığlıklarını belli etmişler. Benim sinirlendiğim, bu basitliği bir de anlaşılmaz sosyo-kültürel, psikolojik veya buradaki gibi dini referanslara bulayarak “bakın ne kadar bilinçli, duyarlı, mesajlı bir gerilim çekiyoruz” havalarına girmeleri. Bayatlıklarını, hatta salaklıklarını tescil edecek bir film çekip, ondan sonra da bilinçli tür sığıntılarını oynamalarına dur diyecek bir mekanizma bulunamadı henüz. Demek ki taliplisi çok. Türkiye’de bile öyle ki, salonlarda gösterime sokuluyor. Bu filmleri nereden buluyorlar, neden programa dahil ediyorlar, Türkçe isimleri nerelerinden uyduruyorlar, bir zamanlar merak ederdim. Artık etmiyorum. Yan salondaki film bundan daha iyidir herhalde.
Mike ve Sheryl, Batı Virgina’nın dağlarında çadırlarını kurarlarken, başlarına gelecek olaylardan haberleri yoktur. Sheryl ortadan kaybolur. Mike ormanda tek başına Sheryl’ı ararken yardım edebileceğini söyleyen ürkütücü bir kadınla karşılaşır. Korkunç bir dizi olaydan sonra Mike, Sheryl’ı bir kulübenin duvarları haçlarla kaplı bodrum katında bir masaya bağlı olarak bulur.
Yabanda kaybolan veya cinayete kurban giden insanlarla ilgili istatistiki bilgiler bulunuyordur muhakkak. Ama artık bu mevzuda çekilmiş kaç tane film olduğuna dair bir istatistik, bu yükün altından kalkamayıp feleğini şaşırırdı mutlaka. Bu kaçıncı filmdir ki, kırsal alanda cep telefonu çekmeyen, başını belaya sokacağından haberi olmayarak saçma sapan yerlere, sanki bir cennet bahçesine gidiyormuş gibi heyecanla giden, kendilerini bir sapığa/sapıklara yakalattıktan ve eziyet ettirdikten sonra kurtulmak için eline geçen fırsatlardan gerizekalıca yararlanamayan karakterlerle dolu… Aynı film, farklı kişiler ve farklı adam öldürme motivasyonlarıyla önümüze gelmekte. Saw gibi bir girişle başlayan filmimiz Timber Falls, muhtemel katilimizin yöntemleri ve iş takibi üzerine bir açılış taksimi geçtikten sonra, müstakbel kurban çiftimiz Mike ve Sheryl’ın başına nelerin gelebileceği yönünde başımızı göğe erdirecek bilgilendirmelerde bulunuyor, bu sayede ayağımızı ona göre denk alıyoruz.
Issızda yakaladıkları çiftleri işkenceyle evlendirip gerdeğe sokmayı, sonra onlardan doğacak çocuğu sahiplenmeyi planlayan fanatik dindar bir aile fikrinin çağrıştırdığı şeyi enteresan bulma ihtimali var. Zaten böyle fikirleri enterasan bula bula gişe tuzaklarına düşülüyor ya! Klişe Kullanma Kılavuzu’ndan devşirdikleri bilgilere sadık kalmaya çalışmış, son düzlükte de bu sadakatin doğal getirisi olan bir aksiyon meydana getirmiş olmalarına rağmen yönetmen Tony Giglio ve senarist Daniel Kay, bilmem kaç para bütçeleriyle, kimbilir kaç kere tekrar edilmiş korku/gerilim unsurlarına prim vererek sığlıklarını belli etmişler. Benim sinirlendiğim, bu basitliği bir de anlaşılmaz sosyo-kültürel, psikolojik veya buradaki gibi dini referanslara bulayarak “bakın ne kadar bilinçli, duyarlı, mesajlı bir gerilim çekiyoruz” havalarına girmeleri. Bayatlıklarını, hatta salaklıklarını tescil edecek bir film çekip, ondan sonra da bilinçli tür sığıntılarını oynamalarına dur diyecek bir mekanizma bulunamadı henüz. Demek ki taliplisi çok. Türkiye’de bile öyle ki, salonlarda gösterime sokuluyor. Bu filmleri nereden buluyorlar, neden programa dahil ediyorlar, Türkçe isimleri nerelerinden uyduruyorlar, bir zamanlar merak ederdim. Artık etmiyorum. Yan salondaki film bundan daha iyidir herhalde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder