Yönetmen: Jon Avnet
Oyuncular: Robert De Niro, Al Pacino, Carla Gugino, John Leguizamo, Donnie Wahlberg, Brian Dennehy, 50 Cent, Trilby Glover
Senaryo: Russell Gewirtz
Müzik: Ed Shearmur
Emekliliğe hazırlanan New York polisinden iki dedektif, David ve Thomas rozetlerini çıkarmadan önce, kadın ticareti yaparak kötü ün yapmış birinin cinayetini araştırmak için çağırılırlar. Hukuki sistemin açıklarından yararlanan suçluları hedef almış bir seri katille karşı karşıya oldukları ortaya çıkar. Katilin amacı polisin yapamadığını yapmak ve huzuru sağlamak için suçluları sokaklardan temizlemektir.
Bir önceki 88 Minutes filmini izlediyseniz, Jon Avnet’in kedi-fare polisiyelere olan ilgisinin son filminde de sürdüğünü göreceksiniz. İşlenen cinayetler, kafa karıştırmaktan hoşlanan bir katil, kafası karışan bir grup insan ve onların arasındaki kafası karışmış taklidi yapan katili bulma çabası içindeki baş karakter. Yalnız bu filmin sıradan polisiyelerden çok farklı bir konumu var. Dünyanın yaşayan en iyi iki aktörünün başrolde olması… The Godfather II ve Heat gibi iki suç başyapıtının kadrosunda yer almış De Niro ve Pacino, ilkinde hiç beraber sahnelerinin olmadığı, ikincisinde ise sadece iki sahneleri bulunan bu filmlerin efsane duruşlarında en büyük katkıda bulunan isimlerdi. Bu duruş, yıllar sonra bir daha asla bir araya gelmeyeceği düşünülen iki oyuncuya başrolün paylaştırıldığı Righteous Kill’in omuzlarına haliyle çok büyük bir yük bindiriyor.
Emekliliğe hazırlanan New York polisinden iki dedektif, David ve Thomas rozetlerini çıkarmadan önce, kadın ticareti yaparak kötü ün yapmış birinin cinayetini araştırmak için çağırılırlar. Hukuki sistemin açıklarından yararlanan suçluları hedef almış bir seri katille karşı karşıya oldukları ortaya çıkar. Katilin amacı polisin yapamadığını yapmak ve huzuru sağlamak için suçluları sokaklardan temizlemektir.
Bir önceki 88 Minutes filmini izlediyseniz, Jon Avnet’in kedi-fare polisiyelere olan ilgisinin son filminde de sürdüğünü göreceksiniz. İşlenen cinayetler, kafa karıştırmaktan hoşlanan bir katil, kafası karışan bir grup insan ve onların arasındaki kafası karışmış taklidi yapan katili bulma çabası içindeki baş karakter. Yalnız bu filmin sıradan polisiyelerden çok farklı bir konumu var. Dünyanın yaşayan en iyi iki aktörünün başrolde olması… The Godfather II ve Heat gibi iki suç başyapıtının kadrosunda yer almış De Niro ve Pacino, ilkinde hiç beraber sahnelerinin olmadığı, ikincisinde ise sadece iki sahneleri bulunan bu filmlerin efsane duruşlarında en büyük katkıda bulunan isimlerdi. Bu duruş, yıllar sonra bir daha asla bir araya gelmeyeceği düşünülen iki oyuncuya başrolün paylaştırıldığı Righteous Kill’in omuzlarına haliyle çok büyük bir yük bindiriyor.
İlginçtir, şimdilerde De Niro-Pacino ikilisinin rol aldığı bir filmin başarısız olacağına olan inanç, başarılı olacağına olandan daha fazla olabiliyor. Çünkü bir filmin başarılı, hatta klasikleşmesi için artık günümüz şartlarının oluşturduğu beğeni çıtası fevkalade yükselmiş, yüksek bütçeli, süperstar kadrolü filmlerin kalitesizlik sabıkaları artmış olduğundan, artık yılın hit filmi adaylarına şüpheyle yaklaşıyoruz. Başrolde De Niro-Pacino olsa bile. Mesela kaç sinemasever bu filmden en az Heat kadar, veya onu aşan bir başarı bekliyordu? Artık bu saatten sonra bu ikili tekrar yan yana gelse bile öyle bir film ortaya çıkmaz. Çünkü bazı yapımlar zirvedeyken bırakılmış, anlamsız yere suyu çıkarılmamış şekilde tarihteki yerlerini alırlar.
Tek ortak yanları, bu efsane ikilinin beraber rol aldığı bir film olmaktan ibaret olan Heat ve Righteous Kill arasında kıyasta bulunmak çok anlamsız. Ama De Niro ve Pacino’dan ötürü sırtına yük binmiş Righteous Kill’in beğenilmeme oranı, tüm olası pozitif özelliklerine rağmen yüksek. Bunda hem Jon Avnet’in senaryo zafiyetleri, hem De Niro-Pacino ikilisinin gerek oyuncu kimlikleri, gerekse filmde canlandırdıkları Turk-Rooster ikilisinin kimyaları etkili olmakta. Hikayenin seyrini de unutmamak gerek. Başrolünüzdeki adamların isimleri De Niro ve Pacino olmasına rağmen, hikayeniz klişelerle çevrili bir “katil kim” oyunu da olsa, tüm bu unsurlar arasında bir fikir birliği, bir tarz yakalayıp onları kaynaştırabilir, üst düzey bir polisiye elde edebilirsiniz. Fakat aklı hala 88 Minutes’de kalmış gibi duran, sanki orada yarım bıraktığı birtakım rol model-özbenlik çatışmalarını, kolektif intikam/adalet meselelerini halletmeye çalıştığını düşündüren takıntılı bir Jon Avnet’den daha tehlikeli olanı, galiba yine kendisi. Muhtemelen eski dostluklarının hatırına ikna ettiği iki dev oyuncuyu 88 Minutes’den bu yana en ufak bir ilerleme kaydetmemiş yönetim anlayışına hapsedince, Russell Gewirtz ise esasen Spike Lee’nin elinde iş görür hale gelen Inside Man’den bu yana en ufak bir ilerleme kaydetmemiş senaryosunu iki oyuncunun eline tutuşturunca başka türlüsü beklenmemeli. Olay yerine varıldığında “bunu yapanı mutlaka yakalamalıyız” gibi zeka dolu cümleler kurulması sadece De Niro-Pacino başrolündeki bir filme değil, herhangi bir polisiyeye bile komik kaçıyor.
Aslında 88 Minutes’in bazı bölümlerine bakarak Avnet ve çalıştığı senaristlerin “katil kim” oyununu oynarken az da olsa nasıl zeka pırıltıları gösterebileceğini savunmakta bir sakınca görmüyorum. Filmde göndermesi yapıldığı üzere satranç oyununa benzer, çeşitli fonksiyonları bulunan taşları, hatta aynı renkte, aynı tarafta bulunan taşları dizme, onları oyuna sokma ve çıkarma konusunda ciddi çabaları olan bir yönetmen. Evet, ama bu durum sadece oyunu oynadığı esnada böyle. Oyunun dışında kalan ve oyuna dahil olmayı bekleyen birtakım sosyal, psikolojik ve bireysel sorunlara cevaplar aynı işlerlikte değil. Üstelik en önemlisi, oynattığı oyunun istikrarı yok ve oyunun bitişi de her ne kadar hem 88 Minutes, hem de Righteous Kill açısından şaşırtıcı olsa da gerekçeleri sağlam temellere dayalı değil.
Birçok eleştirinin aksine son iki Avnet filminin esas sorununun klişeler değil, hikaye istikrarsızlığı olduğunu düşünmekteyim. Çünkü klişeler bile adam edilebilir, onlarla birlikte yaşayan bir yönetmen isterse pekala onların varlığını kısa süreli de olsa unutturabilir. Kaldı ki her iki film de katilini saklamayı bilen, hedef şaşırtabilen kıvraklıklara sahipti. Sonunu tahmin edebiliyor olmanız, bu tip filmleri kötü yapmaz. Sadece onların sizin nazarınızdaki istikrarsızlığını kanıtlar. Ama Righteous Kill, beş kişilik bir şüpheli grubun arasındaki katili kimi yorumlara göre gayet iyi gizliyor olmasına rağmen, yani sonunu tahmin ettirmemesine rağmen istikrarsız bir film. Çünkü bu kez, o katilin motivasyonları üzerine kafa patlatmak gerekliliği doğuyor ve bu noktada tatmin olmak bir yana, sizi böylesi bir zeka oyununa dahil etmeye çabalayan bir filmin kaçak dövüşerek sizi çileden çıkarması demek. Sıradan bir giriş yapılan, karakterler ve olaylar şekillendikçe açılan, çizdiği zik-zaklarla kendine bağlayan, fakat bir süre sonra sanki oynadığı oyundan kendisi de sıkılıp işi aceleye getiren, bu yüzden zeminini yeterince sağlam hazırlayamadığı finalinde kayıp düşen bir film diye özetlemek de mümkün.
Öte yandan, sınırları fazla netleşmemiş derecede şüpheci izleyici profili için Righteous Kill, haddini bilen bir izlence sayılabilir. Aralara serpiştirilmiş bazı ipuçları, zaten çok fazla derinlik içermeyen senaryonun basit gidişatı içinde birdenbire o şüpheciliği tetikleyip, filmin sonuna dair zihinsel gel-gitlere kapı açabilir. Mesela Turk’ün itiraf videosunun filmin başından sonuna kadar çeşitli yerlere dağıtılmış olması ve film boyunca monologlarla hatırlatılması direk hedef gösteriyor iken, aslında bu gibi filmlerde parmakla gösterilen katilin aslında katil olmadığını anlamak zor değildir. Yine de film sizi ani dönüşleri ve kırılmalarıyla silkeleyerek “acaba”sını hep cebinde tutar. Turk’ün bu videosu film için ne kadar koz sayılır ise, Avnet o kozu o kadar iyi kullanmış denebilir. Aynı şekilde hedef şaşırtma ve asıl karakterlerin sahip olduğu dinamiğin sağlamasını kurma amaçlı Perez ve Riley adındaki iki polis ortağın Turk-Rooster ikilisinin karşısına rakip olarak konması ne kadar olumluysa, karşı köşelerin yeterince iyi işlenemediğinin sinyalleri de o kadar güçlü. Hatta Perez-Riley ikilisi sadece Turk-Rooster köşesine alternatif olarak değil de, kendi bütünlükleri dahilinde hikayeye malzeme olsalardı, ara sıra da olsa onlardan rol çalma potansiyellerini kullanabilirlerdi.
Tek ortak yanları, bu efsane ikilinin beraber rol aldığı bir film olmaktan ibaret olan Heat ve Righteous Kill arasında kıyasta bulunmak çok anlamsız. Ama De Niro ve Pacino’dan ötürü sırtına yük binmiş Righteous Kill’in beğenilmeme oranı, tüm olası pozitif özelliklerine rağmen yüksek. Bunda hem Jon Avnet’in senaryo zafiyetleri, hem De Niro-Pacino ikilisinin gerek oyuncu kimlikleri, gerekse filmde canlandırdıkları Turk-Rooster ikilisinin kimyaları etkili olmakta. Hikayenin seyrini de unutmamak gerek. Başrolünüzdeki adamların isimleri De Niro ve Pacino olmasına rağmen, hikayeniz klişelerle çevrili bir “katil kim” oyunu da olsa, tüm bu unsurlar arasında bir fikir birliği, bir tarz yakalayıp onları kaynaştırabilir, üst düzey bir polisiye elde edebilirsiniz. Fakat aklı hala 88 Minutes’de kalmış gibi duran, sanki orada yarım bıraktığı birtakım rol model-özbenlik çatışmalarını, kolektif intikam/adalet meselelerini halletmeye çalıştığını düşündüren takıntılı bir Jon Avnet’den daha tehlikeli olanı, galiba yine kendisi. Muhtemelen eski dostluklarının hatırına ikna ettiği iki dev oyuncuyu 88 Minutes’den bu yana en ufak bir ilerleme kaydetmemiş yönetim anlayışına hapsedince, Russell Gewirtz ise esasen Spike Lee’nin elinde iş görür hale gelen Inside Man’den bu yana en ufak bir ilerleme kaydetmemiş senaryosunu iki oyuncunun eline tutuşturunca başka türlüsü beklenmemeli. Olay yerine varıldığında “bunu yapanı mutlaka yakalamalıyız” gibi zeka dolu cümleler kurulması sadece De Niro-Pacino başrolündeki bir filme değil, herhangi bir polisiyeye bile komik kaçıyor.
Aslında 88 Minutes’in bazı bölümlerine bakarak Avnet ve çalıştığı senaristlerin “katil kim” oyununu oynarken az da olsa nasıl zeka pırıltıları gösterebileceğini savunmakta bir sakınca görmüyorum. Filmde göndermesi yapıldığı üzere satranç oyununa benzer, çeşitli fonksiyonları bulunan taşları, hatta aynı renkte, aynı tarafta bulunan taşları dizme, onları oyuna sokma ve çıkarma konusunda ciddi çabaları olan bir yönetmen. Evet, ama bu durum sadece oyunu oynadığı esnada böyle. Oyunun dışında kalan ve oyuna dahil olmayı bekleyen birtakım sosyal, psikolojik ve bireysel sorunlara cevaplar aynı işlerlikte değil. Üstelik en önemlisi, oynattığı oyunun istikrarı yok ve oyunun bitişi de her ne kadar hem 88 Minutes, hem de Righteous Kill açısından şaşırtıcı olsa da gerekçeleri sağlam temellere dayalı değil.
Birçok eleştirinin aksine son iki Avnet filminin esas sorununun klişeler değil, hikaye istikrarsızlığı olduğunu düşünmekteyim. Çünkü klişeler bile adam edilebilir, onlarla birlikte yaşayan bir yönetmen isterse pekala onların varlığını kısa süreli de olsa unutturabilir. Kaldı ki her iki film de katilini saklamayı bilen, hedef şaşırtabilen kıvraklıklara sahipti. Sonunu tahmin edebiliyor olmanız, bu tip filmleri kötü yapmaz. Sadece onların sizin nazarınızdaki istikrarsızlığını kanıtlar. Ama Righteous Kill, beş kişilik bir şüpheli grubun arasındaki katili kimi yorumlara göre gayet iyi gizliyor olmasına rağmen, yani sonunu tahmin ettirmemesine rağmen istikrarsız bir film. Çünkü bu kez, o katilin motivasyonları üzerine kafa patlatmak gerekliliği doğuyor ve bu noktada tatmin olmak bir yana, sizi böylesi bir zeka oyununa dahil etmeye çabalayan bir filmin kaçak dövüşerek sizi çileden çıkarması demek. Sıradan bir giriş yapılan, karakterler ve olaylar şekillendikçe açılan, çizdiği zik-zaklarla kendine bağlayan, fakat bir süre sonra sanki oynadığı oyundan kendisi de sıkılıp işi aceleye getiren, bu yüzden zeminini yeterince sağlam hazırlayamadığı finalinde kayıp düşen bir film diye özetlemek de mümkün.
Öte yandan, sınırları fazla netleşmemiş derecede şüpheci izleyici profili için Righteous Kill, haddini bilen bir izlence sayılabilir. Aralara serpiştirilmiş bazı ipuçları, zaten çok fazla derinlik içermeyen senaryonun basit gidişatı içinde birdenbire o şüpheciliği tetikleyip, filmin sonuna dair zihinsel gel-gitlere kapı açabilir. Mesela Turk’ün itiraf videosunun filmin başından sonuna kadar çeşitli yerlere dağıtılmış olması ve film boyunca monologlarla hatırlatılması direk hedef gösteriyor iken, aslında bu gibi filmlerde parmakla gösterilen katilin aslında katil olmadığını anlamak zor değildir. Yine de film sizi ani dönüşleri ve kırılmalarıyla silkeleyerek “acaba”sını hep cebinde tutar. Turk’ün bu videosu film için ne kadar koz sayılır ise, Avnet o kozu o kadar iyi kullanmış denebilir. Aynı şekilde hedef şaşırtma ve asıl karakterlerin sahip olduğu dinamiğin sağlamasını kurma amaçlı Perez ve Riley adındaki iki polis ortağın Turk-Rooster ikilisinin karşısına rakip olarak konması ne kadar olumluysa, karşı köşelerin yeterince iyi işlenemediğinin sinyalleri de o kadar güçlü. Hatta Perez-Riley ikilisi sadece Turk-Rooster köşesine alternatif olarak değil de, kendi bütünlükleri dahilinde hikayeye malzeme olsalardı, ara sıra da olsa onlardan rol çalma potansiyellerini kullanabilirlerdi.
Son olarak filmin en can alıcı noktası olan oyunculuk yakasına bakalım. Suratları buruşmuş, sesleri çatallaşmış, gıdıları sarkmış, göbeklenmiş iki efsanevi oyuncunun arasında eşit önemde dağıtılmaya çalışılan rol dengesine rağmen Righteous Kill, esasen Robert De Niro’nun başrolde olduğu bir film. Birbirleri için “Turk çok iyi bir polistir”, “Rooster çok iyi bir ortaktır” gibi komplimanlar yapmalarına karşın, Al Pacino’nun canlandırdığı Rooster’ın kimi zaman yalakalık seviyesine vuran ikinci adamlığını sindirmek hayranları için zor olacaktır. Tabi onun ne kadar önemli olduğunu anlatmak için de senaryonun kendine göre çözümleri var. Fakat yine de her ikisi de “iyi”yi temsil eden, aynı saflarda yer alan, aynı lokantada yemek yiyen, aynı şeylere gülen iki adamı canlandırırken, bazen alakasız anlarda suratlarında beliren alakasız gülümseme veya ona benzer şeyi silemeyen Avnet, bunun gibi daha pek çok amatörlüğü de ele veriyor. De Niro’nun öfke nöbetleri artık eskisi gibi değil. Al Pacino yıllardır farklı isimlerle aynı karakteri oynuyor sanki.
Yüksek sesle dillendirmekte bir sakınca yok: Righteous Kill’in vasatlığının sebeplerinden biri de onlar aslında. Her ikisi de yıllardır o kadar kötü filmlerde oynadı ki, yüzlerinin eskimesi bir yana, artık bu saatten sonra onlardan birini modern bir başyapıtta görme umudu azaldıkça azaldı neredeyse. Görürsek de şaşıracak hale geldik. Bu filmde oyunculuk olarak De Niro, Pacino’ya göre biraz daha etkili gözükmekte. Bunun sebebini rolün hacmine bağlayabileceğimiz gibi, Pacino’nun yüzünün De Niro’ya nazaran yaşlılığa karşı biraz daha dayanıksız olduğu gözlemi yapılabilir. Faltaşı gibi açılmış gözlere rağmen yorgun bir yüz ifadesi, sadece bu film için değil, son yılların Al Pacino’sunun karakteristiği haline geldi. Diğer yandan Carla Gugino, John Leguizamo, Donnie Wahlberg gibi şık tamamlayıcılara ilaveten, 50 Cent lakaplı rapçı Curtis Jackson’un varlığı filmin belki de en inandırıcılıktan yoksun noktası. İri cüssesi ve yüzünden bir türlü silinmeyen alık gülümsemesiyle, ortalığı haraca bağlayıp terör estiren uyuşturucu dağıtıcısı kulüp sahibi rolünden çok, kendisine ilk kez cep telefonu alınmış bir yeni yetme gibi. Robert De Niro ve Al Pacino’yu ansiklopedik sinema figürleri olarak tanıyan MTV jenerasyonunu filme çekmek için bir stratejiden ibaret kendisi. Sonuç olarak Righteous Kill, De Niro ve Pacino’nun devasa gölgesinde kalmış orta karar bir polisiye. Bu ikilinin yerinde başka iki oyuncu olsaydı nasıl olurdu diye ilginç bir soru sorulsa yanıtı da bence o kadar ilginç olurdu: Orta karar bir polisiye!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder