Yönetmen: Darius Marder
Oyuncular: Riz Ahmed, Olivia Cooke, Paul Raci, Mathieu Amalric, Lauren Ridloff
Senaryo: Darius Marder, Abraham Marder, Derek Cianfrance
Müzik: Nicolas Becker, Abraham Marder
Davulcu Ruben ve solist kız arkadaşı Lou, karavanları ile dolaşan ve gittikleri yerlerdeki kulüp ve barlarda Blackgammon adıyla konserler veren iki müzisyendir. Ruben’in hayatı bir gün aniden işitme kaybı yaşamasıyla altüst olur. Doktor, Ruben’e bu işitme kaybının hızla ilerlediğini ve kısa bir süre sonra sağır olacağını söyler. Bu sessizlik ile yüzleşmek zorunda kalan Ruben, hayatını nasıl şekillendireceği konusunda bazı kararlar almak zorunda kalır. Blue Valentine, The Place Beyond The Pines, The Light Between Oceans gibi dramları yönetmiş Derek Cianfrance'ın hikayesinden Darius Marder'ın senaryosunu yazıp yönettiği ilk film olarak Sound Of Metal, Cianfrance inceliğinden ve sadeliğinden yoğun etkiler taşıyan bir dram. Özellikle ileri geri kurgusu, kırılgan yapısı ve yürek burkan finaliyle 2010'lu yılların en iyi dramlarından biri kabul edilen Blue Valentine'ın ardından kendisi ile ilgili beklentileri yükseklere taşıyan Cianfrance, Sound Of Metal ile senaryo olarak katmanlaşmaya çok müsait bir hikaye kurgulamış. Darius Marder ise hikayenin hakkını teslim ederek türlü yönleriyle Ruben'in dramını hayata geçirmiş.
Ruben ve Lou'nun bir konserinden görüntülerle başlayan film, ikilinin punk / shoegaze tarzı müzikleriyle örtüşen bohem karavan yaşantılarından hoş anların resimlerini çekerek çok iyi anlaşan bir çift profilini cebimize koyuyor. Fazla oyalanmadan Ruben'in bir mağazada birdenbire önemli miktarda işitme kaybı yaşamasıyla asıl rotasına giriyor. Bu sahne, onun sessizlikle ilk tanışma anı olarak yersiz dram ve panikten uzak biçimde ürpertici bir sakinlikle betimleniyor. Başlangıçta bunu Lou'dan saklayan, hatta o halde konsere bile çıkan Ruben, konser sahnesinde bile bu rahatsızlığı yüzünden yönetmen tarafından sömürülmüyor. Zaten filmin bu gösterişten uzak dramatik anlayışı, finale kadar bir çok anda kendini gösteriyor. Bu tuzakların hiçbirine düşmeyen Marder, filmini seyirciye bu tavrıyla kabul ettiriyor. Ama kabul ettirmek istediği çok önemli bir şey daha var. O da Ruben'in bu durumu kabul etmemesi. Menajerinin girişimleriyle bu yeni durumuna uyum sağlamak için ormanlık bölgede bulunan, işitme kaybı yaşayan insanların ve öğrencilerin bulunduğu bir topluluğa gönderilen Ruben, Lou'nun hatırına orada kalmayı kabul ediyor.
Başlangıçta tekrar sevgilisine kavuşmak için bu ortama adapte olmaya çalışsa da, zamanla kendi gibi insanların arasında kendini var etme kapasitesini göstermeye başlıyor. Belki de biz öyle olduğunu sanıyoruz. Çünkü işitme duyusunu kaybetmiş bir müzisyen olarak, belki de inatçı bir kişilik olarak Ruben'in bu yeni normaline alışamadığı hep anlaşılıyor. Topluluğun başındaki Joe, bünyesindeki insanlara günlük görevler verirken Ruben'e ilk olarak sağır olmayı öğrenmesi görevini veriyor. Sağırlığın bir engel, düzeltilecek bir şey olmadığına inandığı gibi, evindeki tüm yetişkinlerin ve çocukların da buna inanmasını istiyor. Bunun anlaşılabilirliği ile Ruben'in sağırlığı kabullenemeyişi arasında o kadar narin bir çatışma inşa ediliyor ki, film bizi Ruben konusunda rüzgar nereye eserse oraya gitmemiz konusunda özgürleştiriyor. Onunla ilgili "keşke şunu yapsaydı, bunu yapmasaydı" diye düşünmeden kendimizi onun kararlarına bırakıyoruz. Joe'nun bir gün Ruben'e bir odada sadece oturmasını, oturmadığı zamanlarda ise bir kağıda aklına ne geliyorsa yazmasını, bütün gününü böyle geçirmesini söyledikten sonra Ruben'in o odada geçirdiği ilk gün verdiği tepki, bu kabullenmeyişin stabilliğini, bu kabullenemeyişin kestirilemezliği ile çok güzel harmanlıyor.
Sound Of Metal, rahatlıkla bir bağımlılık hikayesi olarak tasarlanabilirdi. Zaten öğrendiğimiz kadarıyla Ruben'in bir uyuşturucu geçmişi de var. Ama 4 yıldır temiz olduğu için film onu bu noktadan da sömürmeye çalışmıyor. Fakat işitme kaybından sonra ondaki bu bağımlılık potansiyelini şaşırtıcı biçimde bir kişilik özelliği ile örtüştürüyor. Elinden alınanlara tekrar sahip olma inatçılığı! Bu inatçılığın bir bağımlılık haline dönüşmesinde, ona bir engel olarak görülmemesi gereken sağırlığı öğrenmesini dayatacak, bununla yetinmeyip onu bir odaya koyup bütün gün oturmasını ve yazı yazmasını görev olarak sunacak bir sistem ile tanışması etkili oluyor. Zaten bir davulcu olarak sağır olması yetmiyormuş gibi, hiç de alışık olmadığı biçimde disipline edilmeye çalışılması, Ruben'in sıradanlığının arka planındaki özel kişiliğinin öne çıkmasını sağlıyor. Bir karakteri itinayla basmakalıp olmaktan çıkaran çok güçlü bir düzenek bu. Sound Of Metal bu açıdan da özel bir film. Evet, film bir bağımlılık hikayesi olarak tasarlanabilirdi. Ne var ki Ruben bu şekilde o özelliği yakalayamaz, defalarca örneğini gördüğümüz üzere basmakalıp olmaktan kurtulamazdı. Üstelik bu işitme kaybının güdülediği sessiz isyanın aslında çok ses çıkaran başka bir özelliği de kendini gösteremezdi.
Sound Of Metal'da çok güçlü bir ses işçiliği var. Ruben'in arkasına yerleşerek seyircinin gözü haline gelen kamera, bazı sahnelerde onun hangi sesleri nasıl duyduğunu veya ne ölçüde duyamadığını betimleyen ses tasarımıyla bir olup bu defa seyircinin kulağı olmaya başlıyor. Boğuk, bulanık, bazen dijitalleşen sesler, hatta sessizlik bile filmin gizli oyuncusu haline geliyor. Ruben'in evdeki ilk günlerinde geçen olağanüstü yemek sahnesi buna bir örnek. Herkesin birbiriyle işaret diliyle konuşup güldüğü kalabalık sofrada Ruben'in yaşadığı ötekilik duygusuna tercüman olan bu işçilik, önce Ruben'in işitememe seviyesinden, sonra da birden gürültü haline dönüşerek seyircinin işitme seviyesinden oluşan aradaki farkı ustaca yansıtıyor. Ruben'in, kabullenmek istemediği durumu ile ilgili aldığı kararların sonuçlarıyla, en önemlisi de kayıp zamanın kendisinden neleri götürdüğüyle yüzleşeceği son yarım saatteki huzur/hüzün hali Sound Of Metal'ı sanki aynı ruh halinde ve yoğunlukta başka bir filme dönüştürüyor. Her ne kadar kabullenmeme üzerine çok şey söylese de, artık kabullenilmesi gereken şeylerin açtığı yaraların iyileşmeyeceği gerçeği filme tam da olması gereken finali yaptırıyor. Bir ailesi, hatta Lou'dan başka kimsesi olmadığını düşünen Ruben'in aslında kaybettiği çok daha önemli bir şey olduğunu anlamaya başlamasının, bu sessizlik sayesinde artık kendini dinleyecek olmasının melankolik yükü bizlerin de omuzlarına biniyor.
Filmde Ruben'in hayatının aşkı Lou (ki onun elit babası Richard'ı canlandıran Fransız sinemasının güçlü isimlerinden Mathieu Amalric'in ağzından duyduğumuz üzere asıl adı Louise), görünen ve görünmeyen anlarıyla iyi bir hikayeye sahip sağlam bir yan karakter. Başlarda ve sözünü ettiğimiz son yarım saatte Ruben'in seçimlerini ve dönüşümünü gözümüzde en saf haliyle şekillendirecek olan bir karakter. Onu filmin girişindeki sahnede son derece karizmatik bir punk şarkıcısı, son yarım saat içinde bir yerde ise babasının piyanoyla çaldığı şansona ses veren farklı bir genç kadın olarak görmek, Lou'nun filmdeki karakter gelişiminin de özeti aynı zamanda. Amerikan bağımsızlarının önemli kadın oyuncularından Olivia Cooke'un filmde göründüğü her an hissedilen güçlü performansı bu anlamda çok yerinde bir destekleyici konumda. Ruben rolünde izlediğimiz Pakistan asıllı İngiliz oyuncu Riz Ahmed ise belki de kariyerinin en önemli işlerinden birini çıkarıyor. Riz Ahmed, gücünü abartısızlığından, sessizliği iyi etüd etmiş olmasından alan bu performansa, bu rol için aldığı Amerikan işaret dili ve davul eğitimlerini de eklemiş. Riz MC mahlasıyla iki adet solo hip-hop/rap albümü, yine aynı türde iki kişlik Swet Shop Boys isimli grubuyla da bir albümü bulunan Ahmed, aktörlüğünün üzerine sürekli yenilikler koyarak ilerleyen bir oyuncu. 2006 tarihli Loot belgeselinden sonra ilk kurmaca uzun metrajıyla çok iyi bir giriş yapan Darius Marder ise, çok kötü bir yıl olan 2020'ye ait iyi şeylerden birine imzasını atıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder