14 Şubat 2015 Cumartesi

Nightcrawler (2014)


Yönetmen: Dan Gilroy
Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Rene Russo, Riz Ahmed, Bill Paxton, Ann Cusack, Kevin Rahm
Senaryo: Dan Gilroy
Müzik: James Newton Howard

The Fall, The Bourne Legacy, Real Steel gibi farklı senaryolara adını yazdırmış Dan Gilroy'un yazdığı Nightcrawler, aynı zamanda kendisinin ilk yönetmenlik deneyimi. Özellikle Bourne serisinin senaristi olarak bilinen Tony Gilroy'un kardeşi olan Dan Gilroy, yönetmen olarak bu filmle Hollywood'a fırtına gibi girdi denebilir. Bütünüyle kendisine ait ilk film olarak Nightcrawler, yönetmenlik açısından ilk film olduğunu sezdirmese de, bana göre senaryo açısından bazı yetersizliklerini örtbas etme konusunda başarılı bir yapım. Medyanın çıkarları doğrultusunda her türlü haberi ve bunları sunuş biçimini mübah sayması gerçeğini, kazara suç muhabiri olan Louis Bloom özelinden yeniden inşa eden Gilroy, kişisel bir yükseliş hikayesini suç odaklı medya eleştirisiyle paralel götürüyor. Louis Bloom karakteri de filmin dile getirmek istediği herşeyi üzerinde iyi taşıyor.

Saha haberciliğinin zorlukları üzerine kahraman muhabirler övgüsü yapmaya soyunmayan Gilroy, tam tersi, Bloom gibi hırslı, girişken ve bu konuda eğitimsiz olmasına rağmen sadece kişisel gelişim anlamında kendini yetiştirmiş birinin bile bu işi yapabileceğine dair ilk önemli atışını başarıyla yapıyor. Bunun dışında sahip olmanız gerekenler polis telsizi, bir kamera ve her türlü ayak işlerinizi yapacak bir stajyer diyerek kendine arka çıkıyor. Bu muhabirlik sırasında elde edilen görüntülerin haber değeri taşıması için mümkün olduğunca şiddet içerikli ve duygu sömürüsüne müsait olması, en önemlisi de sonraki haber bültenlerine malzeme çıkaracak devamlılığının olması gerekiyor. Bunları yaşayarak öğrenen Bloom, yakaladığı kanlı bir kazazede görüntüsünü bir televizyon kanalına satarak yükselişe geçiyor. Tüm bunları yaparken vicdani ve etik değerlere kafa yormamasının da bu yükselişte payı olduğunu biliyor.

Dan Gilroy, Louis Bloom'u kelimelerle arası iyi, girişken ve kendini pazarlamasını bilen bir adam olarak tasarlarken onun aynı zamanda ne iş olsa yapmaya hazır bir işsiz, hatta soğukkanlı bir hırsız olarak tanımlamasıyla aslında medya sektörüne en büyük darbelerden birini vuruyor. Böyle kalifiye görünümlü bir adamın bunca zamandır işsiz olmasını, eline geçen her fırsatta birilerinden iş istemesini ve reddedilmesini gösterdikten sonra önüne sunduğu fırsatlarla Bloom'a itinayla kariyer haritası çizen Gilroy için filmi yola koymak kolaylaşıyor. Gilroy, gerekli eğitimi almamış, internetten öğrendiği kişisel gelişim kriterlerine adapte olmuş, minareyi çalıp kılıfını hazırlamayı iyi beceren birinin bile bu sektörde kolayca iş bulabileceğini, yükselebileceğini iddia ediyor ki bunu, hatta bundan daha kötülerini zaten yıllardır kendi medyamızdaki sığ figürler sayesinde biliyoruz.


Ancak Gilroy bu mühim (!) tespitleri yaparken Bloom'un manipülatif zekasına dayalı bazı etkili yöntemler kullansa da, onu mesleki anlamda yükseltmeye çalıştığı süreci işlerken fazla tutarlı davranabiliyor. Şöyle ki, doğru zamanda doğru yerde olabilen, hatta kırk yıllık polis muhabiri gibi görüntü alıp bunları pazarlayabilen Bloom'un "acemi şansı" fazla mizansen kokuyor. Özellikle üçlü cinayet davasında polisten dakikalar önce olay yerine varması, katilleri kaçarken görüntülemesi, bununla kalmayıp eve girerek uzun süre detaylı çekimler yapması, Gilroy'un hiç de adil dövüşmediğini düşündürüyor. Bu süreç boyunca sanki bir yakalanma tehditi varmış gibi aceleden devşirme bir gerilim yaratılması bana göre fazla planlı bir kandırmacadan ileri gitmiyor. Sanki tüm bu çevre düzeni Bloom mesleğinde büyük bir sıçrama gerçekleştirsin diye bilerek hazırlanmış gibi duruyor. Böylece bunun bir "senaryo" olduğu daha fazla hissediliyor.

Aynı şekilde, Bloom'un yanında çalışması için ikna ettiği Rick ve haber kanalı sorumlusu Nina ile çıkar ilişkileri başlarda iyi kurgulanmasına ve sürdürülmesine rağmen, finale doğru yine senaryonun bu "korumacı" Hollywood üslubu devreye giriyor. Bu boşluklar görmezden gelindiği vakit (ki bu görmezden gelme işi kimine kolay, kimine zor gelecektir) derdini anlatmış bir medya eleştirisine ev sahipliği yapmasına rağmen Nightcrawler, Jake Gyllenhaal'un başarılı oyunu haricinde çok büyütülecek bir film değil. Gyllenhaal, Louis Bloom performansında o kadar iyi ki, filmin kusurlarının üstünü örtmeye yönelik bir ilüzyon dalgası yayabiliyor. Bu heyecan dalgasına kapılan bazı sinemaseverlerin filmi tanımlarken Taxi Driver, Network veya Breaking Bad benzetmeleri yapmalarına ne demeli bilmiyorum. Eleştirel açıdan yeni birşey sunmadığı gibi Amerika'yı yeniden keşfetmeye çalışan bir film Nightcrawler. "Bu olmadı, filmin gönlünü al" denirse de (Jake Gyllenhaal performansını ve James Newton Howard müziklerini bir kenara koyarsak), lekeli veya ne idüğü belirsiz geçmişlere sahip popüler ve zengin medya figürlerine yaptığı atıflarla bir başka cesaret örneği diyelim olsun bitsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder