6 Şubat 2015 Cuma

Fasandræberne (2014)


Yönetmen: Mikkel Nørgaard
Oyuncular: Nikolaj Lie Kaas, Fares Fares, Pilou Asbæk, Danica Curcic, David Dencik, Sarah-Sofie Boussnina, Johanne Louise Schmidt, Marco Ilsø, Søren Pilmark, Beate Bille, Adam Ild Rohweder
Senaryo: Nikolaj Arcel, Rasmus Heisterberg, Jussi Adler-Olsen
Müzik: Patrik Andrén, Uno Helmersson, Johan Söderqvist

90'lı yıllarda Thomas ve Marie Jørgensen adlı ikizleri vahşice öldürülmüş, Bjarne Thøgersen adlı uyuşturucu bağımlısı sefil bir genç olayı üstlenerek teslim olmuştur. Bjarne, iki cinayet ve tecavüzden beş yıla mahkum olmuş ama üç yıl sonra serbest bırakılmıştır. Bunun sebebi de sadece milyonerleri savunmasıyla ünlü avukatı Bent Krum'un nasıl olduysa Bjarne'ın davasını üstlenmesidir. İkizlerin eski bir polis müfettişi olan babası Henning Jørgensen, olayın perde arkasında başka şeylerin olduğundan şüphelenmiş, yıllarca uğraşmasına rağmen olayı aydınlatamamıştır. Son çare olarak, kapanmış eski dava dosyalarının tutulduğu Department Q'nun sorumlusu Carl Mørck'u ikna etmeye çalışsa da, Carl onu ciddiye almaz. Aynı gece Henning intihar eder. Bunun üzerine vicdan azabı duyan Carl, ortağı Assad ile birlikte Jørgensen kardeşlerin kapanmış davasını araştırmaya karar verir. Olay derinleştikçe 20 yıla yayılan birbiriyle bağlantılı suçlar ve dramlarla örülü bir komplo ağıyla karşılaşırlar.

Jussi Adler-Olsen’in romanından uyarlanmış 2013 tarihli Kvinden i buret (The Keeper Of Lost Causes), Nikolaj Arcel tarafından senaryolaştırılmış, Mikkel Nørgaard tarafından da yönetilmiş başarılı bir polisiye gerilim filmiydi. Bu roman serisinin film olarak devam edeceği de belliydi. İşte Fasandræberne (The Absent One), senaryoya Rasmus Heisterberg'in de katkısıyla aynı ekibin ikinci filmi. Farklı bir dava ve karakterlerle ilk filmin başarılı çizgisini sürdüren Fasandræberne, aralarında tuhaf bir kimya bulunan dedektifler Carl ve Assad'ı tekrar zorlu bir macerada izlediğimiz bir film. Senaryosu ve kurgusuyla polisiye roman kıvamını tıpkı ilk filmde olduğu gibi hissettiren film, bu iki karakterinin üzerine yeni birşeyler koymuyor. Ama zaten amacı da bu değil. Bu iki filmin ortak özelliği, tozlu raflardan alınıp tekrar masaya konulan, zamanında yalan yanlış üstü örtülerek kapatılmış, ardında bir sürü mağdur bırakmış bu davaların karakterlerin önünde geçmemesine dikkat edilmesi.


Tadını kaçırmamak adına Jørgensen kardeşler davasının detaylarını filme saklamak en iyisi. Ama bu serinin ölçülü tarafı, uzun soluklu bir "katil kim" gizemi yaratmaktansa, o kapanmış davanın gerçek suçlularının ve kurbanlarının aradan geçen zamanda geçirdikleri motivasyon, pişmanlık, vicdan değişimlerini, ayrıca hiçbir şekilde zaman aşımına uğramayan yaraların bıraktığı etkileri irdelemesi. Zaten seyirciyle kedi-fare oyunu oynamak gibi bir niyet olmadığından, bu vahşi cinayetlerin faillerini saklama gereği duyulmuyor. Mühim olan, bu cinayetlere giden yolun nasıl bir süreçten geçtiği. Tabii polisiye ürünlerde olması gereken sürükleyici kurgu ilk filmdeki gibi işliyor. Özellikle iyi kotarılmış flashbacklerin filme serpilişi hikayeye bağlılığı güçlendiriyor. Ancak filmin kilit ismi olan Kimmie'nin 90'larda sahip olduğu suçlu profilinden vicdani olgunluğa geçiş sürecinin başarısına rağmen, 20 yıl sonraki halinde yaşananlar senaryoyu sarkıtıyor. Ana akım yapısını reddetmeyen film, bu sarkmayla filmin heyecan kotasını bir miktar yükseltse de, filmin olgun tavrının yanında bu yükselişin yapaylığı göze batıyor.

Kvinden i buret'deki teknik kadronun korunduğu Fasandræberne, bu ilk film izlenmemiş olsa bile seyirciye pek yabancılık hissettirmeyecek bir film. Daha önce de belirttiğimiz gibi hikayenin kendisi karakterlerin önünde. Bu yüzden boşanmış Carl'ın oğluyla olan iletişimsizliği ya da geçmişine dair hakkında pek birşey bilmediğimiz Assad'ın tamamlayıcılığı üzerine yeni unsurlar eklenmiyor. Nikolaj Lie Kaas ve Fares Fares'in uyumlarında da değişme yok. Yeni olarak sadece Rose adında zeki ve sevimli bir sekreterleri var. Her bölümde farklı bir macera içeren polisiye bir dizinin aynı başarıyı sürdüren ikinci bölümü niteliğindeki film, sağladığı bu istikrarla ve filmde Assad'ın da belirttiği üzere kendilerini bekleyen 50 sözde "çözülmüş" davanın varlığıyla yeni heyecanlara gebe bir polisiye kanal açıyor. Türe çok büyük yenilikler vaat etmese de iki başarılı filmden sonra kendisine alıştırıyor. Senarist Nikolaj Arcel'in bu kez yönetmen koltuğuna da oturacağı üçüncü film Flaskepost fra P'nin yolda olması da sevindirici.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder