6 Kasım 2010 Cumartesi

Robin Hood (2010)


Yönetmen: Ridley Scott
Oyuncular: Russell Crowe, Cate Blanchett, Max von Sydow, William Hurt, Mark Strong, Oscar Isaac, Danny Huston, Mark Addy, Kevin Durand, Scott Grimes, Eileen Atkins, Matthew Macfadyen, Douglas Hodge, Léa Seydoux
Senaryo: Brian Helgeland, Ethan Reiff, Cyrus Voris
Müzik: Marc Streitenfeld

13. yüzyıl İngiltere’sinde Robin Hood ve arkadaşları, yaşadıkları köydeki yozlaşmanın karşısına dikilmiş, krala karşı isyana kalkışarak güçler dengesini sonsuza kadar değiştirmişlerdi. Kimilerince hırsız, kimilerince kahraman olarak nitelenen bu mütevazi adam, kendi halkının özgürlük sembolü oldu.

Kral Richard’ın ordusunda Fransızlara karşı hizmet verirken sadece kendi çıkarlarını düşünen Robin Longstride, Nottingham’a gittiğinde despot ruhlu şerifin baskısı ve ağır vergilerle inim inim inleyen bir kasabayla karşılaşır. Orada Lady Marion adlı dul bir kadına aşık olur. Ancak Lady Marion’ın, ormanlardan gelen bu adamın hareketleri ve kimliğiyle ilgili bazı kuşkuları vardır. Sevdiği kadının kalbini kazanmak ve kasabayı kurtarmak isteyen Robin, kendi yaşam tarzına uygun insanlardan bir çete kurar. Şerifin adaletsizliğini yok etmek için üst sınıftan işbirlikçileri teker teker avlamaya başlarlar. Robin ve adamları, hayatlarının en büyük macerasına yelken açarlar. Bu sıradışı kahramanlar ve müttefikleri, ülkeyi kanlı bir iç savaşın içine düşmekten kurtarıp İngiltere’ye bir kez daha zaferle döneceklerdir.


Usta yönetmen Ridley Scott’ın tarihi filmler için bir şablon çıkartmış olduğu Robin Hood ile iyice kendini belli ediyor. 2000’lerin sinemada moda haline getirdiği Amerikan klişelerinden biri olarak bir efsanenin efsane olmadan evvelki hazırlık evresine dönen yapımlar kervanına at sırtında Robin Hood da katılıyor. Errol Flynn’den bugüne kadar TV dizileri, slapstick Mel Brooks komedisi, pornosu, çizgi filmi ve 90’lar nesline 80’li yıllar saç modeliyle cilâ çekilerek sunulan Kevin Costner’lısı bile yapılan Robin Hood’un hazırlık sınıfındaki maceralarına dönmek için geç bile kalınmış olabilir. Belki de bu film sayesinde insanlar, zaten tanıdıkları bir kahramanın nasıl kahraman olduğunu izlerken, onun hakkında daha önce bilmedikleri bazı gerçekleri öğrenip şaşıracaklar, filmdeki bazı tuhaflıkların da gerçek olup olmadıklarını öğrenmek için (ümit ederiz) araştırıp okuyacaklar. Zira Robin Hood öyle anonim bir figür ki, onu filme alan her senarist ve yönetmen kendinden bir şeyler katmadan duramıyor.

Ridley Scott ve Brian Helgeland’ın (L.A. Confidential, Conspiracy Theory, Mystic River, Man On Fire) eline düşmüş 2010 model Robin Hood’un da farklı bir yorumdan nasibini almaması düşünülemezdi. Robin Hood’un tarihsel gerçekliği hakkında çoğumuzun bilgisi film ve dizilerle şekillenmiş olabilir. Kendi adıma Robin Hood’un araştırıp incelenecek bir kahraman olduğunu hissetmemiş olmayı, biraz da bu yapımların sebep olduğu tembelliğime vermişimdir. Oysa Robin Hood 2010, aslında altyapısı sağlam bir yükseliş öyküsü olarak tarihi, politik, dramatik ve tabiî aksiyonel arka plânlarla zenginleştirilen gişe hedefli bir başlangıcı olmuş. Fakat filmde yer alan ya da almayan birtakım unsurların eksikliği veya fazlalığı da göze batmıyor değil.

Bir kere Scott’ın Gladiator ve Kingdom Of Heaven rotasından şaşmadığı, Robin Hood’u da o şablona uydurmak için kastığı, bu yüzden tipik bir Hollywood seyirliği seviyesine indiği anlar oldukça sırıtıyor. Robin Longstride’ın Robin Hood olduktan sonraki popüler kültür beslenmelerimiz ile, Longstride hakkında burada sunulanlar arasındaki kısmen olgun sayılabilecek üslüp farkına rağmen, Scott’ın benzer bir popülizme çanak tuttuğu söylenebilir. Bu durumun Gladiator ve Robin Hood’da işe yaramaması mümkün değil. Ama benim için Scott’ın bu üç tarihi yapımı arasında Kingdom Of Heaven’ın sivriliyor olmasının en önemli nedeni, hem politik entrikaların, hem etkileyici bir savaş dramının, hem de işi romantizme, komikliğe, absürdlüğe vurmayan olgunluğunun daha belirgin olmasıdır.


Bir Robin Hood filminde günümüz global siyasetinin entrikalarına, masonik motiflere, derebeylik sisteminin ve haçlı zihniyetinin güncel yansımalarına, Britanya ordusunun Irak’ta yediği haltlara göndermeler yapılacağını pek kimse ummuyordu. İçinde bulunduğumuz yılda bir Robin Hood filmi çekiliyorsa bunların bir şekilde filme yedirilmesi de ihtiyaçtandır. Yedirilmeye çok uygun bir zemine sahip olduğu kesin. Bazı yorum farklılıklarına karşın eski Robinler gibi avcı palavralarını aratmayan fantastik ok atışları yapan, yoldaşlarıyla şakalaşan, Marion ile alttan alttan cilveleşen, Nottingham şerifine ayar veren bir Robin yine var. Öte yandan filmin çok ciddiye bindirdiği, bindirmekle iyi de ettiği tarihi fonda gelişen hadiselere bakışındaki çeşitli farklılıklar kafa karıştırıyor. Mesela Marion hiç de öyle çıtkırıldım bir kokona leydi değil, içine ninja kaçmış toprak sahibi, aynı zamanda emekçi bir kuğuymuş. Keza Longstride da tam bir anglo sakson Rambo’ymuş. Çıkarma botları nasıl oluyorsa ilk defa 13. yüzyılda kullanılmış. Scott ve yazar ekibi sıkı bir Fransız düşmanıymış. (Robin Hood’un Cannes Festivali’nin açılış filmi olarak belirlenmesi çok acayip bir durum. Antalya Film Festivali’ni Midnight Express ile açmak gibi bir nevi.) Yine de filmin hedefi, 10 yıl önce Gladiator ile başarılan epik gişe operasyonunu Robin Hood’a uyarlamak olunca bu ayrıntıların doğruluğu veya uydurukluğu üzerine konuşmak fazla bir anlam ifade etmiyor.

Ridley Scott’ın altına imza attığı, üzerine de dört başı mâmur film çektiği senaryolarda çağının çok sonrasına yapılan nokta atışlı siyasi eleştiriler kadar dinî “yeniden yapılandırmalar” da dikkat çekiyor. Hıristiyanlığın toplumsal, politik, maddi, manevi suistimallerini enine boyuna ele alan tutuma alışığız. Ama müslüman sempatizanlığı özellikle bu tarihi filmlerinde daha belirginleşiyor. Bunda samimi olup olmadığını anlamak için karşısına nasıl bir zıt fikir sunulabilir bilmiyorum. Günah çıkarmanın ötesinde, hıristiyanlığı ve daha derinde Tanrı inancını sorgulamak için başka bir dinin araç edinilmesi de bu fikirlerden biri olabilir. Benzer bir durum, dolaylı yollardan kardeşi Tony Scott’ın son filmlerinde de görülüyor. Çok uygun ortamlar yaratılmasına rağmen kritik terör saldırılarını müslüman kökenlere yıkma paranoyası şöyle dursun, neredeyse adını bile anmıyor, bu saldırıları askeri veya bireysel hırs tabanlı kendi iç meseleleri olarak görüyor.

İki kardeş arasındaki benzerlikler sadece Crowe-Washington fetişinden ibaret değil elbette. İkisi de ne oyuncu, ne de konu olarak birbirinin benzeri filmlerin dışına çıkmıyorlar son zamanlarda. Neredeyse Danzel Washington’sız film çekmeyen Tony Scott, neredeyse Russell Crowe’suz film çekmeyen Ridley Scott’a karşı daha zayıf yapımlar ortaya koyuyor o ayrı. Burada her ikisi için de kariyeri durduk yere riske sokacak hareketlerden kaçınıldığı düşüncesi akıllara gelmeden olmaz. Özellikle her tarihi figürü işlerken Gladiator modelinden kopamayan Ridley Scott için nedeni anlaşılmaz bir tekrar söz konusu. Şahsi fikrim, dizisi hiç çekilmeyip bu kadar sükse yapmamış olsaydı, Ridley Scott mutlaka Spartacus’ü de elden geçirmek isterdi bir şekilde.


Ridley Scott’ın tarihi yapımlarındaki ince işçilik ve teknik üzerine söylenecek şeyler haklı olarak her zaman olumludur. Oyuncu kadrosunun yaydığı göz kamaştırıcı ışık da güven verici. Daha iyi bir cast düşünülemezdi sanırım. Hele de Max von Sydow gibi bir ustanın hâlâ böyle popüler filmler için tercih edilmesi, oynadığı sahnelerdeki genç rol arkadaşlarını bile gölgede bırakması harika. Kötü adam olarak görmek içimi biraz yaksa da, Mark Strong’un performansı onu günden güne bu kontenjanın vazgeçilmezleri arasına koyuyor. Ama bunlar bile filmi beğenmem için yeterli olmadı. Şayet çekilecekse ben bu Robin Hood’un devamını izlemek istemem. Alt sınıftan gelip, kralların adaletsiz uygulamalarına karşı soylu kanının son damlasına kadar mücadele eden, onurlu, devrimci, savaşçı olduğu kadar barışçı, efsaneleşmiş bir kahramana dönüşen halk çocuğunun hikâyesini Scott elinden Maximus aracılığıyla izlemiştik. Bu konsepti ikinci kez benzer bir karakter üzerinden izlemek kadar sıkıcı bir şey olamaz.

Film tam da Longstride’ın zenginden alıp fakire veren Hırsızlar Prensi Robin Hood olduğu yerde bitiyor. Tüm sevaplarına ve günahlarına rağmen şu filmin bitiş şekli çok yerinde. Bundan sonrasını değişik şekillerde de olsa çoğumuz biliyor veya hatırlıyoruz. Bu filmin gösterdiği şekliyle dozajları tam olarak ayarlanamamış politik, romantik, komik, aksiyon unsurlarıyla Robin Hood 2 izlemek isteyenler, genelde bu ilk filmi çok beğenenler ya da aynı hikâyeyi Ridley Scott tarzıyla tekrar yaşamak isteyenler olur muhakkak. Ama taytlı, komik şapkalı, aşk çocuğu bir Russell Crowe izlemeyi, bunlar olmasa bile yeni bir Robin Hood izlemeyi kaldıramam doğrusu.


Zenginden alıp fakire verme gibi ulvî bir amacın sembolü haline gelmiş Robin Hood’u materyalist bir dünyada her zaman romantik bir sembol olarak kalmaya mahkum ediyoruz farkında olmadan. Bu amacın temelini biraz daha belirginleştirmek amacıyla böyle bir “Robin Hood Begins” düşüncesine gerek olup olmadığı tartışma konusu. Görünen o ki, bu filmin sundukları üzerine olumlu veya olumsuz kafa yoruluyor olması da bu amacın samimiyetini masaya yatırmakta. Kabul etmeli ki, ezilenin yanında yer alan, bununla kalmayıp onlar için türlü kahramanlık maceralarıyla davası uğruna hayatını ortaya koyan bir figür, sadece naif bir figür olarak kalıyor günümüzde. Metrelerce uzaktan tam hedefini bulan okuna, bu amacında samimi olup olmadığından daha önce ikna oluyoruz. Böyle filmler için para ödeyip sinemaya gidiyoruz. Beğenmezsek beğenmediğimizle ve para vermişliğimizle kalıyoruz. Fakirleşmiyoruz belki ama böyle olacağını önceden tahmin etsek o parayı vermeyeceğimizi biliyoruz. Zenginleşenler ise dünyaca ünlü yönetmenler, senaristler ve oyuncular oluyor. Bizim elimizde ise sadece kuru bir kıssadan hisse kalıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder