4 Nisan 2020 Cumartesi

1917 (2019)


Yönetmen: Sam Mendes
Oyuncular: Dean-Charles Chapman, George MacKay, Colin Firth, Andrew Scott, Mark Strong, Benedict Cumberbatch, Richard Madden, Adrian Scarborough, Claire Duburcq
Senaryo: Sam Mendes, Krysty Wilson-Cairns
Müzik: Thomas Newman

6 Nisan 1917 günü, 1. Dünya Savaşı'nın hararetli döneminde İngiliz ordusunda görevli Kıdemsiz Onbaşılar Schofield ve Blake’e apar topar çok zor bir görev verilir. Bu görev gereği düşman bölgesini geçip, aralarında Blake’in ağabeyi Teğmen Joseph Blake'in de bulunduğu 1600 askeri kurtarabilecek bir mesaj ulaştırmalıdırlar. Alman ordusunun bu birliği pusuya düşürmek üzere olduğu istihbaratının alınması ve hiçbir şekilde onlara ulaşılamaması yüzünden Schofield ve Blake’in bu hayati görevi yerine getirmeleri için önlerinde uzun ve tehlikeli bir yol vardır. İlk Oscar ödülünü 1999 tarihli American Beauty ile kazanan İngiliz yönetmen Sam Mendes'in, 1. Dünya Savaşı'nda görev yapmış dedesi Alfred Mendes ve bazı tanıkların yaşadıklarından ilham alıp kurgulayarak Krysty Wilson-Cairns ile birlikte senaryosunu yazdığı 1917, artık beyaz perdede fazlasıyla kanıksanmış konusundan ziyade, biçim olarak kendini öne çıkarmak isteyen bir savaş dramı. American Beauty yanında Road To Perdition ve Revolutionary Road gibi güçlü dönem dramları çeken Mendes, zaten son olarak yönettiği iki James Bond filminin bazı anlarında bile görülebileceği gibi yönetmenlik sanatına dair imza işler peşinde olan bir yönetmen olduğu bilinen bir isim. 1917 ile bu tecrübelerini bir adım daha ileri taşımak için cesurca riskler almaktan kaçınmıyor.

İki dünya savaşı ve bu savaşlarda yaşanan kahramanlıklarla alakalı yüzlerce film çekildi ve hala çekilmeye devam ediyor. Özgün ya da uyarlama senaryolar bu savaşların binbir türlü yüzünü sürekli gösterdikçe seyircide bıkkınlık yaratacak bir birikim oluşmaya başladı. Birçok kurmacadan daha ilginç olan gerçek kahramanlık destanları bile bir süre sonra deja vu etkisi yaratmaya başladı. Senaristlerin içine girdikleri bu kısır döngünün aşılması için biçimsel yeniliklere ihtiyaç duyulması kaçınılmaz hale geldi. İşte 1917, aksiyonla bezeli normal bir savaş dramı olarak çekilse belki bu kadar farklı, incelikli ve sinematik manada etkili olmayacaktı. Oysa Mendes, filmi tek seferde çekilmiş duygusu yaratacak bir dizi teknikle hayata geçirerek önemli bir fark yaratıyor. Bu sayede hem ana akım destansı savaş seansları klişesinden uzaklaşıyor, hem de küçük ölçekte ve sınırlayıcı tek çekim disiplini içinde kendi destansı sekanslarını yaratma fırsatı yakalıyor. Bu disiplin içinde bir nevi kendine meydan okuma gerçekleştiren Mendes, yılların verdiği güçlü dramatik kurgu anlayışının üstüne, bu defa teknik becerilerle dolu gerçek zamanlı, üstelik zamana karşı zorlu bir macera tasarlıyor.

Sam Mendes, filmin hiçbir anında baş karakteri Schofield'den kopmadan seyirciyi onun bu yolculuğuna ortak ederken, bir savaş filmi olmaktan çok bir yol filmi tavrı sergiliyor. Blake ve Schofield, uzun siperlerde, Alman askerlerinin terk ettiği bölgedeki yıkıntılar arasında, karanlık sığınağın dar koridorlarında, bir zamanlar hayat dolu kırlarda yürürken hem meditatif, hem de nereden, nasıl geleceği belli olmayan tehlikelerden dolayı gerilimli bir yolculuğa çıkıyorlar. Bu sayede sözde tek planlı bu yolculuk, kapsamını daha da genişleterek savaşın yıkıp geçtiği bu terk edilmiş alanları daha da anlamlandırıyor. Günden geceye dönüldüğü ve yeni bir tek planın başladığı bayılma sonrası süreçte de devam eden bu tehlikeli yolculuk hali, içerdiği olay ve karakterlerle Schofield'in içsel yolculuğuna, hayatta kalma mücadelesine ve görev sorumluluğunun ağırlığına dönüştükçe katmanlaşıyor. 1917 bu bağlamda 2015'in iki dev filmi olan The Revenant ve Saul fia'nın klasik hikaye yapılanmasını biçimsel farklılıklarla bambaşka bir şeye dönüştüren tavrına yakın duruyor. Alman pususuna karşı birliğe haber ulaştırmakla görevli Schofield ise, Hugh Glass'ın intikam, Saul Ausländer'ın defin motivasyonlarına ve bu motivasyonların önündeki olağanüstü zor şartlarda hayatta kalmaya çalışan profiline yabancı değil.


Aslında kimsenin büyük ümitler bağlamadığı sıradan iki askerin üzerine yıkılan bir intihar görevi gibi tek cümlelik bir konudan büyük sözler, tumturaklı mesajlar, pahalı aksiyon sekansları beklentisi olanları pek memnun etmesi beklenmeyen 1917, tek plan yapılanması dahilinde daha çok yolculuğun kendisini yücelten bir film. Sinema sanatının inceliklerinin, ışığın, karanlığın, kamera hareketlerinin bir filmi ne kadar yükselttiğini, onu aktörlerden bağımsız olarak nasıl canlı kılabildiğini gösteren kanıtlardan biri. Schofield'in Alman askerlerinden ve patlamalardan kaçtığı gece sekansı gibi aynı anda hem gerilim dolu, hem de şiirsel anlar yaratmış olsa da, kimi sahneleriyle konsol oyunlarına benzetilmekten de kurtulamayacaktır. Ama o oyunu yöneten biz olmadığımız için bu sahnelerdeki gerçeklik ve devamlılık duygusu çok daha hissedilir nitelikte. Durakları, durakta karşılaşılan insanları, hayatta kalmak için yapılanları ile acı dolu bir yolculuk bu. Kısa rolleriyle filmin içinden geçen Colin Firth, Mark Strong, Andrew Scott, Benedict Cumberbatch, Richard Madden gibi aktörlerin konuk olduğu 1917'nin performans yönünden en ağır yükü genç İngiliz oyuncu George MacKay'in omuzlarında. Her ne kadar Mendes, tıpkı senaryo iddiasızlığı gibi performanslara dayalı bir film iddiasında da bulunmamış olsa bile, MacKay'den sarf ettiği efor içine aktörlüğünü de kattığı, Schofield gibi gerçek hayata çok yakın sıradan bir tiplemeyi benimsetebildiği güçlü bir oyun izliyoruz.

1917 her anlamda bir yönetmen filmi. Klişe bir kahramanlık hikayesini klişelerden arındırmanın en iyi yollarından birinin teknik ve biçimsel farklılıklar olduğunun bilincinde olmak önemli. Steven Spielberg, Schindler's List'i siyah beyaz ve sert bir üslupta çekmeseydi şimdiki etkisine sahip olur muydu göreceli. Ama fark yarattığı kesin. Savaş filmleriyle ilgili yapılacak her şey neredeyse yapıldı. Yenilik arayışları, riskler çok değerli artık. Riskli işlere pek girmeyen Sam Mendes, seyirciye haklı olarak sıradan gelen bu hikayeyi tek plan görünümlü çekmek isteyerek aslında onlarca klişeyi de bertaraf ediyor, zararlı otları ayıklıyor, dağılmıyor, mesaj kaygıları taşımıyor. Bizi iki onbaşının peşine takarak gerçek zamanlı zorlu bir göreve tabi tutuyor. Topu topu 3 Alman askeri göstererek koca bir ordunun terörünü hissettiriyor. Küçülerek büyümeye çalışıyor. Üstelik bunu yaparken yanında olağanüstü bir adam var. Jarhead (2005), Revolutionary Road (2008) ve Skyfall (2012) filmlerinde de beraber çalıştığı, elini attığı her işe tutkuyla sanatını aktaran usta görüntü yönetmeni Roger Deakins. Yönettiği Away We Go hariç yine tüm filmlerinde beraber çalıştığı Thomas Newman'ın müzikleriyle de gücüne güç katan Sam Mendes, bir ağacın dibinde başlayıp, başka bir ağacın dibinde biten 1917 ile kariyerine risk alan etkileyici bir halka daha ekliyor. Sırtımızı ağaçlara, doğaya yasladığımızda içimizden uçup giden acı ve nefreti hissedebildiğimiz bir halka.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder