30 Ağustos 2018 Perşembe
The Equalizer 2 (2018)
Yönetmen: Antoine Fuqua
Oyuncular: Denzel Washington, Pedro Pascal, Ashton Sanders, Melissa Leo, Bill Pullman, Orson Bean, Jonathan Scarfe, Kazy Tauginas, Garrett Golden
Senaryo: Richard Wenk, Michael Sloan, Richard Lindheim
Müzik: Harry Gregson-Williams
1985-89 yılları arasında yayınlanan, Michael Sloan ve Richard Lindheim'ın yarattığı, Robert McCall rolünde başrolde Edward Woodward'ın yer aldığı aynı adlı TV dizisinden yıllar sonra Richard Wenk'in 2014'te beyaz perdeye uyarladığı The Equalizer, klişe özelliklerine rağmen stilize aksiyonu, sürükleyici suç örgüsü, hiç eskimeyen "bileği bükülmez tek kişilik intikamcı" kahramanı ve tabii ki usta aktör Denzel Washington faktörüyle devam film(ler)ine hazır görünüyordu. Nitekim ilk filmi de yöneten Antoine Fuqua, yine Wenk senaryosuyla dört yıl aradan sonra ikinci The Equalizer'a el attı. Bu film hem Fuqua, hem de Washington'ın kariyerlerindeki ilk devam filmi. İkilinin beraber çalıştıkları 4. film aynı zamanda. İlk filmde Rus mafyasını tek başına alt eden eski CIA ajanı, yeni Home Mart çalışanı McCall, yine kendini izole etmiş bir şekilde bu defa Boston, Massachusetts'te Lyft (Uber benzeri bir taşıma organizasyonu) şoförü olarak karşımıza çıkıyor. Ondan öncesinde açılış sekansında Türkiye'ye giden bir trende kılık değiştirmiş olarak Amerikalı bir kadının ayrıldığı Türk kocasının kaçırdığı küçük bir kızı kurtarma işi üzerinde olduğunu anlıyoruz. Beladan uzak durmaya çalışsa da, yeni işinde türlü müşterilerle muhatap olan McCall için bu pek kolay olmuyor. Onun en belirgin özelliği, hayalet gibi sade bir yaşam sürerken karşısına çıkan başka insanların sorunlarını da kendi yöntemleriyle çözmeye çalışmak.
Tam bir iyilik ve adalet meleği olan McCall'ın, müdavimi olduğu kitapçının sahibi olduğunu öğrendiğimiz kızı kaçırılan kadına ondan habersiz yardımcı olmak için dünyanın bir ucuna gitmesi (ki bunu hem kadına iyilik olsun, hem de sık sık ziyaret ettiği kitapçı kapanmasın diye yapıyor), birkaç genç "yuppie"nin bir eskort kızı istismar etmelerini cezalandırması, hikayesi filme ince ince iliştirilen yaşlı yahudi Sam ile ilgilenmesi, en önemlisi de yaşadığı muhitte yakınlık kurduğu genç Miles'ı torbacıların ve "gangsta"ların eline düşmemesi için çaba göstermesi, misyonu ve sorunları çözme tarzı olarak ilk filmi uzun uzun anımsatıyor. Tabii bu kadar iyilik yaparken zaman zaman fazla didaktik olmaktan kurtulamıyor. Ölen karısı Vivienne'i hatırlatan yüzüğü ile oynaması, sade rutinleri, kitap sevdası aynen sürüyor. İlk filmde göze batırılan, filme ufak referans katkıları da olan The Old Man and The Sea, Don Quixote, The Invisible Man gibi kitapların yerini burada Hermann Hesse'in Siddhartha, Richard Wright'ın Native Son, Marcel Proust'un In Search Of Lost Time adlı kitaplar alıyor. Bu seçimler orijinal dizide de var mıydı, yoksa Wenk veya Fuqua tercihleri mi bilinmez. Ama yine felsefi göndermelerle filmi olmadığı bir derinliğe itme işlevi üstlensin isteniyor büyük ihtimalle. Bu kitapları okumuş olanlar mutlaka filmin bir yerlerinden istenen göndermeleri çıkaracaklardır. Okumayanları da bu kitapları edinmeye teşvik ederse süper bir iş yapmış olacaktır.
Film McCall'ın kötüleri pataklayıp yüreğimizi soğutan, muhtaçlara yardım edip kalbimizi fetheden iyilik meleği konumunu sürdürürken daha büyük bir meseleye sahip olması gerektiğinin bilinciyle, ilk filmden hatırladığımız teşkilattan arkadaşı Susan'ı devreye sokuyor. Teşkilatın Belçika ayağında çalışan bir görevli karısıyla beraber öldürülüp intihar süsü verilince olayı inceleyen Susan da gizli güçler tarafından harcanıyor. Massachusetts'te kendi halinde Miles'a apartman duvarını boyatıp hayat dersleri veren McCall, her durumda yardımına koşan, belki de hayattaki tek dostu olan Susan'ın öldürülmesi ile ortalığı kasıp kavuracak kıvama, bu da bizim işimize geliyor. Zira Fuqua'nın aksiyon vizyonu bu serinin en dikkate değer özelliklerinden biri. Tecrübeli, soğukkanlı, sert ve acımasız McCall'un bu güven veren profili, aksiyon sevenler için de kıymetli. Değer verdiği biri rehin alınınca yelkenleri suya indirecek bir adam değil McCall. Her durumda B ve C planları hep cebinde. CIA içinde artık kaç tane derin teşkilat kurulduysa, aksiyon filmlerinin ihtiyacı olan çeteleşme ihtiyacı çoğunlukla buradan karşılanıyor. Öldü sanılan McCall'ın da açığa çıkmasıyla tüm "açık uç"ların yok edilmesi gerekliliği, filmin büyük oynama gerekliliğini sağlıyor.
64 yaşındaki Denzel Washington, asıl üstün olduğu karakter oyunculuğu yanında, tıpkı Tom Cruise, Liam Neeson gibi sert aksiyonlarla "ben daha ölmedim" mesajı veren meslektaşları gibi The Book Of Eli, Safe House, 2 Guns, The Magnificent Seven filmlerinde boy göstermeye devam ediyor. Robert McCall karakteri ona iyi gelmiş olacak ki, ilk kez bir devam filminde gördük onu. The Equalizer 3 diye bir film yapılıp yapılmaması onun paşa gönlüne bağlı. Her biri 22 bölümden oluşan 4 sezon, toplamda 88 bölümlük The Equalizer serisinde malzeme bol ne de olsa. Formunun zirvesindeki Ethan Hunt (Mission: Impossible), devam filmleriyle kendini bitiren Bryan Mills (Taken), her an geri dönebileceği duyurulan John McClane (Die Hard) gibi süper kahraman görünümlü veteran kahramanların arasında McCall da kendine özel bir yer edindi denebilir. Atom parçalamasını beklemediğimiz, az da olsa belli bir tarz yaratmasına ve aksiyon beklentilerini kalite ölçülerinde karşılamasına fit olacağımız bir "vigilante" durumundaki McCall, üçleme olsun diye son bir halkayı daha hak ediyor. Zira iki film de öyle ya da böyle akıyor. Gerçek hayatta bir türlü cezasını bulmayan kötülerin kıçlarını, en azından filmlerde McCall gibi gizemli, karizmatik, adil ve sert kahramanlar tekmelesin istiyoruz içten içe.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder