7 Eylül 2018 Cuma

Blue (2017)


Yönetmen: Mehmet Sertan Ünver
Senaryo: Mehmet Sertan Ünver, Suzan Güverte

Mehmet Sertan Ünver ve Suzan Güverte öncülüğünde hazırlanan Blue, 1990’lar Türkiyesi’nin rock müzik sahnesinin efsanevi gruplarından Blue Blues Band gitaristi Yavuz Çetin ile davulcusu Kerim Çaplı’nın hikayelerini anlatan, izlerken türlü duyguları birarada yaşatan bir belgesel. Her ikisi de bugün hayatta olmayan, herkesin dahi müzisyenler olduklarına dair fikir birliği yaptığı bu iki güçlü müzisyenin yaşadığı parlak dönemleri, zorlukları ve trajik sonları akıcı bir kurgu bünyesinde aktaran Blue, çok yönlü, çok boyutlu yapısıyla 2017'nin en önemli yerli yapımlarından biri. Hem bu iki müzisyenin hayatlarını mercek altına alan, hem de özellikle İstanbul'un 90'lı yıllardaki rock müzik ortamının röntgenini çeken Ünver - Güverte ikilisi, yabancı akranlarından geri kalmayan bir yakın dönem müzik belgeseline imza atıyorlar. Doğru yerde doğru zamanda devreye giren arşiv görüntüleri ve başta Blue Blues Band'in hayattaki üyeleri olan Batu Mutlugil ve Sunay Özgür olmak üzere yakın dostları, aile fertleri ve yolu bir şekilde Çetin ve Çaplı ile kesişmiş onlarca ünlü müzisyenin filmi yükselten yorumları, anıları, hisleri Blue'ya tarihi bir değer katıyorlar.

1970 Samsun doğumlu Yavuz Çetin, lise arkadaşı Ercan Saatçi ile yaptıkları I Will Cry adlı şarkı ile Hey dergisinin yarışmasını kazandıktan sonra Marmara Üniversitesi Müzik Bölümü'nde okurken dahil olduğu Labirent grubu ile katıldığı Yıldız Üniversitesi müzik yarışmasından da ödül aldı. Ama filmin asıl hikayesinin başlangıcı 1990'da Batu Mutlugil, Sunay Özgür ve Kerim Çaplı ile birlikte kurduğu Blue Blues Band dönemi oldu. Ağırlıklı olarak 70'li yılların rock ve blues parçalarını çaldıkları bir cover grup olan Blue Blues Band ismi, dönemin yeraltı rock kültürünün simge isimlerinden biriydi. Yavuz Çetin'in gitar virtüozlüğü ve klasik vokali daha sonra müzisyen olarak boy gösterecek pek çok kişiye ilham kaynağı oldu. Didem Çetin ile evlendi. Yavuzcan isminde bir oğlu oldu. Daha sonra Fuat Güner ile tanışıp stüdyo müzisyenliği yapmaya başlayan Çetin, başta MFÖ olmak üzere Kıraç, Turgut Berkes, Erkan Oğur, Göksel gibi çeşitli türlerde müzik yapan isimlere gitarıyla eşlik etti. 1997'de Ercan Saatçi'nin yapımcılığını yaptığı ilk solo albümü İlk'i çıkardı. Çok fazla ses getirmeyen bu albümün ardından Yavuz Çetin Group adlı grubuyla bar performansları yaparken bir yandan da ikinci albümü Satılık üzerinde çalışmalar yapmaktaydı. Ama 1999'da çıkarmayı planladığı albüm çeşitli prodüksyon sorunları nedeniyle bir türlü çıkamadı.

Belgesel, Yavuz Çetin'in müzikal kariyerini bu kadar düz bir şekilde ele almıyor elbette. Bu yolculuğu izlerken Çetin'in iç dünyasında yaşadığı sıkıntıları, tatminsizliğini, tamamen kendine yönelttiği psikolojik sorunlarını da yavaş yavaş öğreniyoruz. Teşhis koymak yerine verileri sunarak o teşhisi seyircilere bırakmayı seçen film, onu tanıyan yakınları ve dostları sayesinde bu "sorunlu dahi" profilini tüm gerçekliğiyle çıkarıyor. Yoğun depresyon teşhisiyle sık sık hastaneye yatan Yavuz Çetin'in yıllarca müzikal kimliğini ve karakterini cover şarkılarla oluşturması, kendi besteleriyle bu hazzı tam manasıyla yakalayamayıp farklı projelerle oyalanması, ilk solo albümünün patlama yapamaması, ne yazık ki trajik ölümünden kısa bir süre sonra çıkacak ikinci solosu Satılık'ın piyasaya sürülme aşamasındaki aksaklıklar gibi nedenlere dayandırılabilecek psikolojik süreci atlatamaması, müzik belgeseli kuramının tüm gerekleri yerine getirilerek aktarılıyor. Teoman'ın da dile getirdiği gibi, Yavuz Çetin'in sorunu "patlamak" değil. Şan, şöhret, para da kazansa bu sorun bir şekilde hep onun peşinden gelecekti. Müzisyen kimliği kadar, arkadaş, eş, baba olarak da herkes tarafından sevilen güzel bir adam olması, iç dünyasında yaşadığı fırtınalar düşünüldüğünde bu sonu hiç adil kılmıyor ne yazık ki. Erkan Oğur'un yaptığı gibi sadece gözyaşları saklamak kalıyor geriye.

 
1949 İzmir doğumlu Kerim Çaplı ise ayrı bir hikaye. 6 yaşında ailesiyle Amerika'ya taşınan Çaplı, müzisyen babası Erdoğan Çaplı'nın konserlerinde ısındığı müziğe, Groop Ltd., The Heard, The Sundowners gibi gruplarda devam etti. "Kim Capli" adını kullanmaya başlayan Çaplı, The Sundowners ile birlikte 60'ların meşhur gruplarından The Monkees'in 1967 yılındaki turlarına katıldılar ki, bu turda Jimi Hendrix ile tanışıp çalma fırsatı elde etti. The Monkees'in Pisces, Aquarius, Capricorn & Jones Ltd. (1967) albümündeki Hard To Believe şarkısının yazımına katkıda bulunup davul çaldı. Türkiye'ye dönüp askerliğini yaptıktan sonra müziğe geri döndü. O da uzun süre MFÖ için davul çaldı. 1985'te evlenip 4 çocuk sahibi oldu. 1994'te boşandı. Belgesel, Blue Blues Band etrafında şekillendiği için Yavuz Çetin ile ilgili anılarını, gözlemlerini kronolojik olarak paylaşan isimler, Çaplı için de aynısını yapıyorlar. O da dahi seviyesinde yetenekli bir müzisyen ve onun da Yavuz Çetin gibi kendi arızaları mevcut. Hendrix'e bu denli yakın olabilecek düzeyde Amerika'da kurmaya başladığı kariyerini bırakıp Türkiye'ye dönmesi, parasız pulsuz, yalnız, sefil bir hayat yaşamayı seçmesi, boşandıktan sonra eşini ve çocuklarını aramaması, hayata karşı muğlak bir küskünlük geliştirmesi ve yaşamını sonlandıracak olan zihinsel sağlık sorunu ile mücadelesi, tıpkı Çetin gibi Çaplı'yı da adeta trajik bir film karakteri haline getiriyor.

Aynı grup bünyesinde birçok bar konseri veren Çetin ve Çaplı'nın aynı grupta çalan iki üstün yetenek olmaları yanında tek ortak yanları da ruhsal açıdan yaşadıkları bu gelgitlerden ötürü kestirilemez oluşları. Şayet Çetin'in Satılık albümü biraz daha erken çıkabilse veya Çaplı Türkiye'ye dönmeyip kariyerini Amerika'da sürdürse son durumları ne olurdu gibi pekçok soru da kafalarda dönüp duruyor. Ama herkes onları bu halleriyle seviyor, sayıyor. Kerim Çaplı'nın ölümünden sonra ortaya çıkan Inside Outside ve Mainline adlı iki solo kaydını dinlediğimiz, Yavuz Çetin'in ölümünden sonra insanların dolan gözlerine tanık olduğumuz, iki müzisyenin oğullarının duygularını dile getirdikleri anlar o kadar sahici ve dokunaklı ki, tanımayanlar bile bu film sayesinde onlarla yıllarca tanışık gibi hissedebilir. Çaplı'ya göre daha naif bir kişilik olan Yavuz Çetin'in, Çetin'e göre daha tuhaf olan Kerim Çaplı'nın müzik ve özel hayatlarındaki bu malzeme bolluğunu Kaybedenler Kulübü gibi bir kurmaca yerine gerçek kişi ve görüntülerden derlenmiş bir belgesel olarak izlettikleri için Mehmet Sertan Ünver ve Suzan Güverte'ye teşekkür borçluyuz. Çünkü ancak bu şekilde onların gerçek dünyalarına sızabildiğimiz kadar sızıyor, bize tuttukları ayna sayesinde hem o yıllarımızı paylaştığımız rock günlerine geri dönüyor, hem de bir şekilde bu iki değerli müzisyenin hatıralarına kendi çapımızda hak ettikleri değeri vermeye çalışıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder