15 Ekim 2021 Cuma

The Many Saints Of Newark (2021)

 
Yönetmen: Alan Taylor
Oyuncular: Alessandro Nivola, Michael Gandolfini, Ray Liotta, Leslie Odom Jr., Vera Farmiga, Michela De Rossi, Jon Bernthal, Corey Stoll, Billy Magnussen, John Magaro, Gabriella Piazza
Senaryo: Lawrence Konner, David Chase

Dizi tarihinin en iyi yapımlarından biri olan The Sopranos'un yaratıcısı David Chase'in, dizinin iki bölümünü kaleme almış Lawrence Konner ile senaryosunu yazdığı, dizinin 9 bölümünü çekmiş Alan Taylor'ın yönettiği The Many Saints Of Newark, efsanenin öncesine dönüp 1960'larda ergenlik çağında olan Anthony Soprano'nun nasıl Tony Soprano olduğunu anlatmaya soyunan bir film. Hapse giren babası yerine örnek aldığı amcası Dickie Moltisanti ile ilişkisini, Dickie'nin o dönem yaşadıkları ve suç dünyasındaki konumu ekseninde ele alan film, ağırlık noktası itibariyle beklentileri karşılayamayan bir yapıda. Zira The Sopranos çıtası, bundan çok daha güçlü bir filmi hak ediyor. O dönem Afrika ve İtalyan kökenli Amerikalılar arasındaki gerginliğin fonunda çok da etkileyici olmayan bir Dickie Moltisanti biyografisi çekmek ve bunu "Tony Soprano'yu kim yarattı" diye afişe büyük puntolarla basmak, The Sopranos'un ağırlığını kaldırmak anlamına gelmiyor. "Efsane dizinin öncesi" diyorsanız, ille de Dickie merkezli bir hikaye ile yürümek istiyorsanız, genç Tony'yi biraz daha oyuna dahil etmeniz, onun Dickie'den etkilenişini daha detaylı ve vurucu olay örgüleriyle işlemeniz gerekir.

David Chase'in geçmişe dönüp The Sopranos'da sık sık yad edilen o geçmişe dair bir film çekecek olması, hele de Tony Soprano rolüyle efsane olmuş, 2013'te hayatını kaybeden James Gandolfini'nin oğlu Michael Gandolfini'nin Tony'nin gençliğini canlandıracak olması büyük beklentilere yol açmıştı. Dizide bahsi geçen bazı olaylar bu filmde kendini bir şekilde gösterse de, Dickie'nin çok fazla ve sıklıkla Tony'ye etki etmeyecek şekillerde yer kaplaması onu The Sopranos evreninden bağımsız bir figür olarak konumlandırmamıza yol açabiliyor. Bu konumlandırma da sıradan bir mafya figürünün sıradan suç kariyerine fit olmamızı talep ediyor. Bir kere filme bir anlatıcı tayin edilmiş olması anlaşılabilir. Anlatıcısız da olabilirdi. Ama bu anlatıcının Dickie'nin oğlu Christopher Moltisanti olması, üstüne henüz filmin başında diziyle ilgili çok büyük bir spoiler vermesi anlaşılır gibi değil. Diziyi izlememiş, izlemeyi planlayan jenerasyonlar hiçe sayılarak, sırf senaryoya afili bir cümle eklemek için herkesi izlemiş kabul edip böyle bir hamle yapmak Chase'e hiç yakışmamış. Oysa bebek Christopher'ın Tony'nin kucağına gitmemek için ağlaması gibi imalı bir sahne gayet iyi düşünülmüş. Genel anlamda senaryonun o zamanın ruhunu yakalaması da pek beklenen bir şey değildi aslında.


60'lar Newark/New Jersey ortamının ırkçılığa ve suça meyilli atmosferinde babası 'Hollywood Dick' Moltisanti'nin himayesinde önemli bir konuma gelen Dickie ve aralarında Tony'nin babası Johnny Soprano'nun da bulunduğu (ki orada Silvio Dante, Paulie Walnuts, Junior Soprano da var) aile fertleri ve dostlarından oluşan gangster ahalisinin yıllar önceki ilişkilerini görmek, diziye gönülden bağlı seyirci için nostaljik tatlar taşıyor. Ama asıl sorun, Dickie odaklı tasarlanan senaryonun suç örgüsü kanadının sıradanlığında ve belki de en önemlisi Dickie'nin Tony ile olan ilişkisine hak ettiği değerin tam manasıyla verilmemesinde yatıyor. Dickie'nin pis işlerini yapan tetikçisi Harold ile ters düşmesi, filmin sarıldığı belki de tek suç mevzusu. Bu mevzuyu babasının yeni genç eşi Giuseppina vasıtasıyla ihanet ve cinayet boyutlarıyla çeşitlendirmek istese de elindeki kartların yapabilecekleri sınırlı. Belki Dickie'yi birkaç farklı koldan sıkıştıran olay çeşitliliğine, onu bir gangster ikonu olarak tanımlayan karar mekanizmasına, liderliğine yönelik senaryo çabaları olsaydı başka şeyler konuşuyor olabilirdik. Öfke nöbetlerinden başka Tony'ye senaryo mirası bırakmamış, ona örnek teşkil edecek fazla bir özelliği olmayan veya olan özellikleri filme iyi yansıtılamamış bir adam Dickie Moltisanti...

İşin genç Tony Soprano kısmına gelirsek, The Sopranos'tan bildiğimiz Tony'nin arızalarının, karizmasının, liderlik vasıflarının rol modeli olabilmesi için gerekli ışığı göremediğimiz Dickie'nin "who made Tony Soprano" cümlesinin hakkını vermediğini yinelemek gerek. Dickie ve Tony'nin iyi anlaşmaları, hatta Tony'ye babasından daha yakın olması çok yüzeysel kalmış. İkilinin beraber yaşadıkları bir tecrübe, uzun süre unutulmayacak bir anı göremiyoruz. Dolayısıyla Dickie'nin Tony'nin kişiliği üzerinde nasıl bir etki bıraktığı havada kalıyor. Michael Gandolfini'nin bu filmde iyi kullanılması çok önemliydi. Ona baktıkça 8 yıllık dolu dolu bir yolculuğun baş kahramanının genlerini taşıdığını hissetmemek çok zor. Tony Soprano'nun ergenliği için 20'li yaşlarının başındaki bir Gandolfini mükemmel seçim olmuş. Michael için bu belki de hayatının rolüydü. Ama o genler böyle bir filmle sanki boşa harcanmış. Dizide izleyip benimsediğimiz karakterlerin daha genç hallerini görmek, ancak diziyi özletmeye yarıyor. Kostümü, makyajı, sanat yönetimiyle iyi çekilmiş, oyuncu kadrosu da fena durmayan film, Dickie Moltisanti'nin sıkıcı iş ve özel hayatına o kadar düşmüş ki, Elinde Tony Soprano'nun gençliği ve bu gençliği her şeyiyle çok iyi dolduran James Gandolfini'nin oğlu varken bu fırsatı geri çevirmiş gibi adeta.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder