3 Ocak 2015 Cumartesi

The Equalizer (2014)


Yönetmen: Antoine Fuqua
Oyuncular: Denzel Washington, Marton Csokas, Chloë Grace Moretz, David Harbour, Johnny Skourtis, David Meunier, Melissa Leo, Bill Pullman, Haley Bennett
Senaryo: Richard Wenk, Michael Sloan, Richard Lindheim
Müzik: Harry Gregson-Williams

The Equalizer için kısa yoldan Bourne, Taken, Transporter gibi tek tabanca aksiyonları seven kitle için gayet kaliteli bir örnek teşkil ettiğini söylersek abartmış olmayız. (Gerçi Bourne serisini Transporter serisiyle yanyana anmak pek hoş olmadı ama anlayan anlar.) Temelleri Clint Eastwood'a, Charles Bronson'a dayanan, bizde de Cüneyt Arkın ile sayısız örneği bulunan "tek başına bir ordu kötü adamı alt ederek adaleti sağlama" temalı filmlerin modası hiç geçmedi. Hatta Cüneyt Arkın filmleri bu benzerliği ve bazı abartıları vurgulamak için alay konusu, hakaret unsuru olarak referans niyetine kullanıldı, kullanılıyor. Elbette bu türdeki filmleri izlemeden evvel kişinin saatini ona göre ayarlaması lazım. Konu yönünden intikam, kendini temize çıkarma ya da genel anlamda kötülüğe, adaletsizliğe karşı vigilante duruşundan başka pek malzemesi olmayan bu filmler Eastwood, Bronson ve Arkın'dan bugüne epey ilerleme kaydetti. Artık Jason Statham gibi taze bir kan, Liam Neeson gibi usta bir veteran sağlı sollu bu tarz filmlerin seri üretimine geçtiler.

Artık proje ayırt etmeyen Bruce Willis ve özellikle rahmetli Tony Scott ile çektiği aksiyonlarla fark yaratmaya çalışan Danzel Washington da ara sıra bu yarı tanrı figürlere hayat vermeyi ihmal etmiyorlar. Yeni, daha doğrusu 2014 yılı için yenilenmiş The Equalizer, 1985 yılında yayınlanan aynı adlı TV dizisinden uyarlanmış bir film. Günümüze revize eden ise The Mechanic, The Expendables 2 filmlerine senaryo yazmış Richard Wenk olunca ortaya ne çıkacağına dair az çok bir fikir edinebiliyoruz. Orijinal materyalden hangi yönlerden ayrılıyor bilemiyorum. Ancak Wenk, gizemli Robert McCall karakterini sırf aksiyon dalgası yaratsın diye değil, entellektüel, uzlaşılabilir, yardımsever, naif bir kişilik olarak yansıtmaya çalışmış. Başrolde Danzel Washington olunca bu çalışmalar çoğunlukla olumlu sonuç vermiş.

Film, küçük apartman dairesinde yalnız yaşayan, kendine has sakin bir rutini olan, Home Mart'ta çalışan, çevresini önemsediği için çevresi tarafından önemsenen, The Old Man and The Sea, Don Quixote, The Invisible Man gibi kitaplar okuyan (filmde her üç kitaptan çok bariz referanslar olduğunu söylemeye gerek yok) Robert McCall'un akşamları uğradığı kafeden tanıdığı genç fahişe Teri'de normal hayata dönme potansiyeli görmesi, ne var ki Teri'nin, hesabına çalıştığı Rus fuhuş mafyası tarafından hastanelik edilmesiyle içindeki donanımlı ajanı ortaya çıkarması üzerinden şekilleniyor. Fakat bu bir fark olarak kabul edilirse McCall'un farkı, kötü adamlarla önce bir uzlaşma zemini araması ve onlara kavgasız gürültüsüz makul bir teklif sunması. Tabii bunu kabul eden çıkmayacağı için kendi kendiyle yarışırcasına saniyeler içinde tek çare olarak stilize bir şiddetle bitirici planlarını uygulamak zorunda kalıyor. McCall'un bir adalet meleği, bir vigilante olarak öfkesinden sadece Rus mafyası değil, market hırsızlarından yozlaşmış polislere kadar yoluna çıkan tüm kötüler nasibini alıyor.


McCall'un gizemli geçmişine dair sunulan ayrıntıların net olmayışı, her ne kadar kendi işini kendi görse de arkasının sağlam olması yüzünden nasıl bir projenin adamı olduğunun tam anlaşılamaması gibi sebepler, filmin aksiyon sevdası yüzünden ya da kasten cevaplanmıyor. Filmde McCall'un hasımlarından defalarca duyduğu "who are you" sorusunu hep cebimizde tutmamız istenmesine rağmen, onun bir kadın bürokratla olan dirsek temasını da göstermesiyle zaten bu konuda tahmin yürütmek zor olmuyor. Adalet mesajları içeren McCall icraatları, "yağmur için dua ediyorsan çamura katlanacaksın" şeklinde yer yer derinlik arayışına girmeye çalışsa da, arkasına patlamayı fon almış soğukkanlı kahraman klişesinden çıkılamayacağı anlaşılınca biz de sadece vaat edilen aksiyona fit oluyoruz. Bu sayede elimize McCall'un Slavi ve adamlarını 19 saniyede hacamat ettiği şahane sahne ile, Harry Gregson-Williams'ın tema müziğinden güç alan görkemli bir finale sahip uzun Home Mart bölümü geçiyor.

The Equalizer, daha önce Danzel Washington'a Training Day ile Oscar  kazandırmış yönetmen Antoine Fuqua'nın yönettiği bir film. Bu yüzden Training Day gazıyla çalıştığı düşünülebilir, zira tanıtımlar o yönde. Lakin arada fark var. Bana göre Fuqua'nın şimdiye kadar ki tek eli yüzü düzgün filmi de oydu zaten. Bu filmde düşene bir tekme de kendisi vurmayı çok seven Hollywood, Rusya'yı ekonomik krize sürüklemekten geri durmayan Amerika'nın tekrar yükselişe geçen Rus fobisine çanak tutmayı sürdürüyor. McCall'ın "yılanın başı" diye tanımladığı mafya babasının adı soyadı Vladimir Pushkin, artık gerisini siz düşünün. Dünyanın büyük bir bölümüne bir salgın gibi yayılmış Rus mafyasının varlığından, devasa para balyalarının seyahat edebilmesi için emniyet güçlerinin, hükümetlerin bile kolayca satın alınabileceği gerçeğinden az çok haberimiz var. Ama Hollywood'un yozlaşma gösterip kahramanlık vurma geleneği, bu yeni soğuk savaş döneminde Rusların konumunu Rocky IV günlerine geri götürüyor.

Tony Scott'lı Crimson Tide, Man On Fire, Deja Vu, Unstoppable yıllarının hatırına diken üstünde maceralarla usta oyuncu Danzel Washington'ı izlemek çok keyifliydi. The Equalizer'da da keyifli. Ancak artık subliminal olmaktan çıkan mesajlardaki o Hollywood sevimsizliği çok göze battığında, Washington'ın Washington destekli sempatikleştirme politikasının öznelerinden biri olmaya başladığı duygusuna kapılıyoruz. Zaten birgün perdede biri Obama'yı canlandıracaksa bu işi en iyi Pushkin'i deviren "Washington" yapar herhalde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder