2 Ağustos 2014 Cumartesi

Calvary (2014)


Yönetmen: John Michael McDonagh
Oyuncular: Brendan Gleeson, Kelly Reilly, Chris O'Dowd, Dylan Moran, Orla O'Rourke, M. Emmet Walsh, Aidan Gillen, Isaach De Bankolé, Marie-Josée Croze, David Wilmot, Gary Lydon, Killian Scott, Owen Sharpe, Domhnall Gleeson, Pat Shortt, Michael Og Lane
Senaryo: John Michael McDonagh
Müzik: Patrick Cassidy

İrlanda'da küçük bir kasabada rahiplik yapan James Lavelle, birgün günah çıkarma seansı sırasında birinden ölüm tehditi alır. Tehdit eden kişi, 7 yaşında bir rahip tarafından tecavüze uğradığını, o rahibin yıllar önce öldüğünü, kendisinin ise kötü bir rahip yerine iyi bir rahibi öldürerek ses getirmek istediğini, buna göre James'i bir hafta sonra Pazar günü sahilde öldüreceğini söyler. Kim olduğunu anlayamadığı adamın söylediklerinden etkilenen, bir yandan orta yolu bulabileceğine inanan, bir yandan da ölüme kendini hazırlayan James, bu bir hafta içinde kasabanın ahlaki açıdan ipini koparmış sakinlerinin hezeyanlarına hedef tahtası olur. Kısa süre önce intihara kalkışmış olan kızı Fiona da bir haftalığına onu ziyarete gelmiştir.

2011'de yazıp yönettiği ilk uzun metraj filmi The Guard ile kardeşi Martin McDonagh'nın izinden gideceğinin sinyallerini veren John Michael McDonagh, ikinci filmi Calvary ile tarzını biraz koyultup felsefi derinliğe sahip bir drama imza atıyor. Günah çıkarma sahnesiyle başlayan film, buradaki gizemli konu üzerinden ilerleyecekmiş gibi görünse de, Rahip James'in görev yaptığı kasabanın sakinleriyle olan garip ilişkisini geniş bir karakter yelpazesiyle analiz etmeye çalışan bir film. Yelpaze geniş olunca, din, inanç, maddiyat, maneviyat, bağışlama, merhamet, vicdan, intihar, ölüm, cinsellik gibi pekçok kavram James ve kasaba bireylerinin ikili diyalogları üzerinden sorgulanıyor. McDonagh, The Guard'da ışıltılarını mizahla süslediği senaryo stilini daha derin diyaloglarla güçlendirip "kara" bir tablo çiziyor. Ancak bu kez işin mizah boyutunun karalığı, filmin ciddiyetinin önüne geçmeden ve bu ciddiyete aykırı düşmeden belirginleşiyor. Bunda başkarakterinin iyi kalpli bir rahip, etrafındakilerin ise yozlaşmış ve ahlaki değerleri boşlamış tiplemeler olmasının verdiği bunalımlı, hatta yer yer nihilist atmosferin etkisi büyük.


John Michael McDonagh, giriş ile beraber senaryosuna polisiye kılıf biçiyor görünmesine rağmen, kısa sürede kasaba ve sakinlerinin sorunlarına ve rutinlerine dahil olmaya / edilmeye başlayan Rahip James'in peşinden inanç odaklı serbest patikalara giriyor. Aynı kasabada yaşayan bu farklı karakterlerin ortak yanı, din ve inanç olgusuna alaycı yaklaşımları. Haliyle bu olgunun tek temsilcisi olan James, insan olarak sevilmesine karşın, bulunduğu konum yönünden alay edilen, hatta bazen sevilmeyen bir kişi olma ironisiyle başa çıkmaya çalışıyor. Sırf bu yüzden kasabada tanıdığımız dengesiz karakterlerin çoğunun James'i ölümle tehdit etme motivasyonları mevcut. Ama McDonagh, "acaba James'i tehdit eden kim" sorusunu gizemli bir polisiyeye çevirmek yerine, farklı sorunlara sahip karakterleri aracılığıyla sözünü ettiğimiz kavramlarla ilgili eteğindeki taşları dökmeyi tercih ediyor. Bunu yaparken, kimi zaman basit yöntemler, çoğu zaman ise görünenin arkasında yatanlarla alakadar olan daha dolambaçlı beyin fırtınaları deniyor.

James'i öldürmek isteyen kişinin neden kötü bir rahibi değil de, James gibi iyi bir insanı -sırf iyi kalpli bir rahip olduğu için- öldürmek istemesinin gerekçesi bu dolambaçlı tavıra en belirgin örnek. Kendini beğenmiş zengin işadamı Michael Fitzgerald'ın, ailesi dahil çevresindeki herkes tarafından terk edilmiş olmasını ve hakkında açılmış yolsuzluk davalarını umursamaz görüntüsünün altında yatan suçluluk duygusu da bir başka örnek. Kefaret takıntılı Fitzgerald da bu duyguyu "sanki suçlu hissetmeye yükümlüymüşüm gibi hissediyorum" şeklinde ifade ediyor. Genç Milo'nun kız arkadaş edinip sevişememekten dolayı kadınlara karşı duyduğu öfkeyi orduya katılarak bir ayrıcalıkmış gibi gösterme düşüncesi de farklı bir kafa karışıklığının ürünü. Genç kızları öldürdüğü için hapiste yatan seri katil Freddie'nin James'e (Brendan Gleeson'ın oğlu Domhnall Gleeson ile karşılıklı oynadığı sahnede) "beni Tanrı yarattı, o halde beni anlaması lazım" mantığına büründürdüğü arınma çabasıyla, ateist doktor Frank'in James'e her fırsatta alaycı yaklaşması gibi farklı reflekslerin hedefi olarak kimi zaman bir ağlama duvarı kimi zaman da bir tükürük hokkası olan James her durumda soğukkanlılığını korumayı biliyor. Ama cinsel taciz davaları yüzünden kötü şöhrete sahip rahiplik müessesesinin bir temsilcisi olmasının psikolojik baskıları, bu soğukkanlılığı bir patlama noktasına taşıyor.


İnanç denilen şeyin çoğu kişi için ölüm korkusuna denk geldiği tespiti, türlü intihar eşikleri, küçük bir çevrede bile çarpık ilişkilerin normal karşılanmaya başlandığı yozlaşma, inanacak değerlerin azalarak yok olmaya başlaması gibi daha da uzatabileceğimiz pekçok tartışma konusu filmin içinden akıp gidiyor. Bu akışı çok iyi kontrol eden John Michael McDonagh, The Guard'da da başrol verdiği usta aktör Brendan Gleeson'ın kendi sınırlarını çok iyi kontrol eden oyunuyla filmini daha da yükseltiyor. Mercek altına alınan kasaba karakterlerinin de rollerini iyi taşımaları sonucu, her an bozulmaya müsait bir huzur atmosferi sağlanıyor. Sözünün bittiği yerde de hiçbir şey söylemeden çok şey anlatabilen final sayesinde zihinlerde trajik hesaplaşmalar yaratıyor. Tüm önyargılara ve yanlış anlamalara rağmen Calvary'yi toplumsal çürümüşlükleri resmederek ahlaki dersler veren bir film olmak yerine bireysel ikilemlerle meşgul bir dram olarak tanımlamak gerek. Hem de son zamanlarda rastladığımız en kalitelilerden biri olarak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder