9 Kasım 2013 Cumartesi

Red 2 (2013)


Yönetmen: Dean Parisot
Oyuncular: Bruce Willis, John Malkovich, Helen Mirren, Brian Cox, Mary-Louise Parker, Anthony Hopkins, Byung-hun Lee, Catherine Zeta-Jones, Neal McDonough, David Thewlis, Tim Pigott-Smith
Senaryo: Jon Hoeber, Erich Hoeber
Müzik: Alan Silvestri

Robert Schwentke’nin yönettiği 2010 tarihli grafik roman uyarlaması Red’in ikinci filmi Red 2, ilk filmden aşağı kalmamaya çalışan, yine şamatanın ve mühimmatın bol olduğu bir aksiyon komedi. Morgan Freeman ve Karl Urban haricindeki ilk filmin kadrosuna Anthony Hopkins, Catherine Zeta-Jones ve Byung-hun Lee takviyesi yapan film, yine Jon ve Erich Hoeber’in senaryosunu hayata geçiriyor. Bu kez yönetmen olarak 1988 tarihli The Appointments Of Dennis Jennings adlı kısa filmiyle Oscar kazanmış, Curb Your Enthusiasm, Monk, Modern Family, The Good Wife, Justified gibi sevilen dizilerin birer ikişer bölümünü yönetmiş olan Dean Parisot seçilmiş. Elindeki gişe garantili, acayip zengin kadrolu malzemeyi de ilk filmin izinden gitmek suretiyle çarçur etmemiş. Tabii beklentiler sadece ekran karşısında kafa boşaltmak yönündeyse bu böyle.

İkinci film, artık emekli olan ve biricik aşkı Sarah ile birlikte gününü gün eden Frank Moses’ın, komplo teorileriyle bozmuş Marvin tarafından RED ekibinin ortadan kaldırılacağına yönelik uyarısıyla başlıyor. Her zaman olduğu gibi Marvin haklı çıkıyor ve kendine zekice sahte bir ölüm tezgahlayıp peşindeki FBI ajanlarının dikkatini dağıtıyor. Bu ajanların derdiyse 25 yıl önce kullanılan ve o andan itibaren ortadan kaybolan bir nükleer silahla ilgili bilgi toplamaya çalışmak. “Nightshade” isimli bu görevi araştırmaya karar veren sevimli ekibimiz, silahın mucidi Bailey’i (Anthony Hopkins) kapatıldığı akıl hastanesinden çıkarmak, Frank ile geçmişi olan Rus ajanı Katja’yı (Catherine Zeta-Jones) ekibe dahil etmek ve peşlerindeki dünyanın en iyi kiralık katillerinden biri olan Han’ı (Byung-hun Lee) atlatmak zorunda kalıyorlar. Espriler ve mermiler havada uçuşuyor. Bence ilk film kadar iyi olmasa da, vaat edilmiş eğlence biraz da turistik Londra, Paris, Moskova gezileriyle amacına ulaşıyor.


Kendini fazla ciddiye alamayan, fizik, kimya, biyoloji kurallarını hiçe sayan Red serisinin bu ikinci filmi yine birçok kuralsızlığı beraberinde getiriyor. MI6’in Alfa derecesinde güvenlikli bir Askeri İstihbarat Servisi tesisinde 32 sene boyunca hapsettiği sevimli olduğu kadar tehlikeli bir deliyi oradan kaçırıp, onun Kremlin Sarayı’nda sakladığı nükleer silahı almak üzere gizlice saraya girmeleri, biraz olaylı da olsa silahı oradan alıp çıkmaları bile filmi hangi ölçülerde değerlendirmemiz gerektiğini özetliyor zaten. Kalabalık kadrosu, mantık takmayan aksiyonu, Londra, Paris, Moskova unsurlarıyla iyice dağılan Red 2, ilk filmin yanında biraz sönük kalıyor. Yine de çizgi roman kıvamında aksiyonları sevenler için her zaman gideri olacak bir seri. Üçüncü filmin de anons edildiğini hatırlatalım.

Anthony Hopkins, John Malkovich, Helen Mirren, David Thewlis gibi, bir edebiyat uyarlaması dönem dramında bile yan yana göremediğimiz güçlü oyuncuları buluşturan film, aksiyon sevmeyen bünyeleri bile merak ettirip ucundan izletebilir. Özellikle Bailey karakteri, Hopkins’in ışıl ışıl parlattığı bir sevimlilik abidesi olmuş. Hollywood ve Güney Kore arasında mekik dokumaya başlayan Byung-hun Lee ise, yine Bruce Willis ile birlikte rol aldığı G.I. Joe: Retaliation’daki Storm Shadow gibi saf değiştiren kötü adamı oynamayı sürdürüyor. O kadar kalantor oyuncunun arasında gerek aksiyon becerisi, gerekse karakterini dramatize eden yetenekleriyle ezilmiyor. Şimdi bu filmde neyi nasıl dramatize edebilirsin diye düşünmek mümkün. Ama Han’ın Frank’i öldüremediği sahnedeki kısa Lee performansı bile, onun özel bir oyuncu olduğunu gösterir nitelikte.


Egolarından arınmış, eski dostlarıyla hoşça vakit geçirmek, üzerine de para kazanmak üzere bir araya gelmiş A sınıfı oyuncuların bulunduğu filmler furyasında Red kendine öyle ya da böyle izleyici bulacaktır. Bunları görünce bir zamanlar bizim sinemamızda da Cüneyt Arkın, Fikret Hakan, Ekrem Bora, İzzet Günay, Selma Güneri, Eşref Kolçak, Orhan Günşiray kadrosuna sahip Unutulmayanlar (1981) aklıma gelir hep. Karakter oyunculuklarıyla isim yapmış, ödüller almış ağır aktörlerin absürt komedi ve aksiyonlarda boy gösterişleri, milleti ne olursa olsun başka duygularla izleniyor. O ağırlığın içindeki hafifliği sezmek farklı bir deneyim. Dev oyunculardan fazla bir şey beklemeyeceğiniz fikrinin sevimli ironisi bile yetiyor. Zira dediğimiz gibi onların amacı da ödülleri silip süpürmek, eleştiri çevrelerince yere göğe sığdırılmamak değil, sadece beyazperdede hiç yapamadıkları şeyleri yapabilecekleri bir ortamın keyfini çıkarmak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder