29 Kasım 2013 Cuma

Frances Ha (2012)


Yönetmen: Noah Baumbach
Oyuncular: Greta Gerwig, Mickey Sumner, Michael Zegen, Adam Driver, Grace Gummer, Patrick Heusinger, Christine Gerwig, Gordon Gerwig, Charlotte d'Amboise, Serena Longley
Senaryo: Noah Baumbach, Greta Gerwig

Amerikan bağımsız sinemasının önemli isimlerinden Noah Baumbach’ın başroldeki Greta Gerwig ile senaryosunu yazıp kendisinin yönettiği Frances Ha, New York’ta bir modern dansçı olarak ideallerini kovalayan, bunu yaparken de zor hayat şartlarında tutunmaya çalışan 27 yaşındaki Frances Halladay’in hayatından kesitler sunuyor. Kulağa ilk başta Flashdance gibi gelse de filmin sıkıcı ana akım dramlarla hiç ilgisi yok. Öte yandan film için yapılan benzetmelerde Woody Allen adının geçiyor olmasının da pek ilgisi olmadığı söylenebilir. New York fonunda hızlı bir kurguyla siyah-beyaz lezzetinden faydalanarak Frances gibi renkli bir karakterin dünyasına giriliyor olması bu benzetmeleri davet ediyor görünse de, Baumbach senaryosu zeka dolu esprilerle gerçekçi olay ve karakter analizleri yapıyor sayılmaz.

Frances ve ev arkadaşı Sophie arasındaki şirin dostluğun yansımaları olan günlük rutinleri hızlı geçişlerle betimleyen Baumbach, daha en başta filmin genel karakterini ortaya koyuyor. Böyle bir filmden ağır bir dram, yersiz duygu sömürüleri, yapmacık bir komedi beklememenin rahatlığı içinde kendimizi doğal akışa bırakmamızı istiyor yönetmen. Bunu yapabildiğimiz ölçülerde filmden keyif alıyoruz. Çünkü Frances’in hayatında bir külkedisi hikayesi veya ibretlik çıkarımlar yok. Sophie’ye verdiği söz yüzünden kendisiyle aynı eve çıkmak isteyen erkek arkadaşından ayrılan Frances ile, erkek arkadaşıyla birlikte yaşamak için Frances’i yüzüstü bırakan Sophie arasındaki bu anlaşmazlığı bile sömürmeden, sadece olumsuzluklara rağmen hayattan keyif alan Frances’in oradan oraya savruluşunu naif bir sinema diliyle anlatan Noah Baumbach, onun dans tutkusunu ekonomik özgürlüğe dönüştürme gayretlerini suistimal etmiyor. Bu bağlamda Frances için Amerika’nın kültür ve sanat başkenti New York’ta farklı ve pozitif ölçütlerde bir hayatta kalma mücadelesinin öznesi diyebiliriz.


27 yaşına ve yaşını biraz fazla gösteren fiziğine rağmen çocuksu neşesi perdeye yansıyan Frances’e yapılan “undateable” vurgusu, olası bir romantizmin önüne geçerek filmi şişirmeden daha gerilimsiz, risksiz ve samimi bir tavır sağlıyor. Gerçi filmin başlarında Frances’in okuduğu bir makalede geçen “bir edebiyat çalışmasını övmek için ona samimi demek, bu çalışmaların estetik veya entelektüel açıdan takdir edilmediğini söylemenin başka bir yoludur” cümlesiyle de “samimi” olarak tanımlanmanın önüne geçilmeye çalışılıyor. Bir edebiyat çalışması olmasa da, filmi ve Frances’i tanımlamak için en çok ihtiyaç duyulan kelimelerden biri “samimi”. Tabii bu samimiyet, New York metropolünde hayatını idame edebilecek kadar bir kazanca, kendisine kucak açan zengin arkadaşlara sahip, kalacak bir ev bulduktan sonra kredi kartıyla da olsa iki günlüğüne Paris’e kaçabilen bir hayat standardını kabullendikçe daha fazla hissedilebilir. Ama Frances’i kabullenmiş seyirci için bana göre filmin aceleye gelmiş ve daha farklı beklentilere cevap verememiş sonu bile, başarıyla ete kemiğe dönüştürülmüş bu karakteri yıpratamıyor.

Filmin neredeyse her karesinde gördüğümüz Greta Gerwig, Baumbach ile birlikte hayat verdiği senaryoda Frances’i oynadığını değil, onu abartısız biçimde bir zamanlar gerçekten yaşadığını kanıtlayan son derece doğal bir performans sunuyor. Onun da bir oyuncu olmadan evvel benzer yollardan geçmediğini kim söyleyebilir? Frances’in aslında çok da iyi bir dansçı olmadığını, içince çenesinin fazla düştüğünü, insanlarla samimi olmak için ergen refleksler sergilediğini, erkek arkadaşından ayrılırken yaşadığı saflığı, filmde kısa bir süreliğine ziyaret ettiği memleketinde yaşadığı biraz da hüzünlü ruh halini (ki orada da Gerwig’in gerçek ebeveynlerini görüyoruz), Paris’teyken onu telefonla arayan Sophie’ye Paris’te olduğunu söyleyerek hava atmayacak kadar olgun davranabildiğini, “çıkılamaz” olmanın onun bilinçli bir tercihi değil, sadece hayatın normal akışında üzerine yapışan bir sıfat olduğunu seyirciye aktarabiliyor. Bunu kimi zaman doğrudan, kimi zaman detaylarla yapıyor. Frances’in hayatı da tıpkı filmin isminin geldiği esprili sahnede olduğu gibi biryerlere sığabilmek için değişecek veya değiştirilecek türden seyretmiyor. En azından finale kadar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder