17 Kasım 2013 Pazar

Trance (2013)


Yönetmen: Danny Boyle
Oyuncular: James McAvoy, Rosario Dawson, Vincent Cassel, Danny Sapani, Matt Cross, Wahab Sheikh, Tuppence Middleton
Senaryo: Joe Ahearne, John Hodge
Müzik: Rick Smith

Sanat eserleri konusunda uzman olan müzayede çalışanı Simon, Franck adındaki bir gangster ile birlikte milyon dolarlar değerindeki bir tablonun çalınma eylemine katılır. Olay esnasında oluşan kargaşada başına darbe alır ve uyandığında tabloyu nereye sakladığını hatırlamamaktadır. Franck ve adamlarının tehditleri, işkenceleri fayda etmez. Bunun üzerine Franck, Elizabeth isimli bir hipnoz uzmanı tutarak Simon'un beyninin derinliklerindeki bilgiye ulaşmayı planlamaktadır. Seans ilerledikçe geçmişine dönen Simon’ın sırları tehlikeli boyutlara varmaya başlar.

Joe Ahearne’nin 2001’de yazıp yönettiği aynı adlı televizyon dizisinden uyarlanan Trance, Ahearne ile birlikte John Hodge’un revize ettiği senaryosuyla 2013’te beyaz perdeye tekrar dönüyor. Aynı zamanda yönetmen Danny Boyle’un kadrolu senaristi olan Hodge’un 2013 uyarlamasında ne gibi değişiklikler yaptığını tam bilemiyoruz. Ama Trance, şu yeni haliyle Boyle’un Oscar şampiyonu Slumdog Millionaire ve 127 Hours ile yakaladığı yükselişin yanında sönük kalan bir yapım. Tür sıçramalarını seven Boyle, büyük ölçüde senaryonun handikapları sonucu Inception ya da Memento gibi suç klasiklerinin dahil olduğu kulübün kapısından haklı olarak geri çevriliyor. Zira Trance, kendini karmaşıklaştırmaya, zihnin derinlerine yolculuk ederek karakter analizleri çıkarmaya, bunu da suç öyküsüne monte etmeye çalışan bir film.


Bunları gerçekleştirmeye çalışırken hep eksik bir şeylerin olduğu hissi film boyunca bazı yakaları bırakmayabilir. Kendi açımdan bu his Danny Boyle filmleri arasında A Life Less Ordinary (1997), The Beach (2000) ve Sunshine’da (2007) da başıma gelmiştir. Bu filmlerde duyulan eksikliklerin farklılıkları yanında, çok çabalamalarına rağmen gerilim, romantizm, aksiyon gibi değişik yönlerden bir türlü yükselemeyişleri, ilerlermiş görünürken aslında yerinde saymaları birbirine benzer. Inception ve Memento yanında The Machinist, hatta 12 Monkeys gibi olağanüstü örneklerle birlikte anılmak istemesine rağmen, hikayesinin organize bir soygundan arızalı bir aşk üçgenine dönüşümü esnasında benimsediği kurgu, seyirciye bilerek ve isteyerek kafa yorduracak kıvamda değil. Üstelik Simon’ın zihnindeki kayıp parçalar bulundukça filmin tansiyonu artacağına, mantıksızlıkların ya da boşlukların sebep olduğu homurtular artıyor sanki. Elimizdekinin normal bir film olmasını istemiyoruz belki de.

Bu tarz filmlerin vazgeçilmezi olan sürpriz son Trance’ın elinde kalan en büyük kozlarından biri. Fakat orada ortaya sürülen çözümler de hipnoz olgusuna olan inancın veya bu olgunun suç merkezli bir aşk bilinmezine uyarlanışının tahmin edilebilirliğine kurban gidiyor. Şok etmeye oynayan bir film, finalini şekillendiren twist’i ile uzun süre seyirciyi yerinden kaldırmıyorsa, günler boyunca unutturmuyorsa, en önemlisi de filmin tamamına geri dönme isteği uyandırıyorsa amacına ulaşmıştır. Trance bende en ufak bir geri dönme arzusu yaratamadı. Çünkü geride kendini gizemli kılacak izler, bulmacasını cazip kılacak kırıntılar bırakmamıştı. James McAvoy, Rosario Dawson, Vincent Cassel üçlüsünün gayretleri, yine Boyle’un kadrolu görüntü yönetmeni olan Oscarlı Anthony Dod Mantle’ın sadece birkaç sekansta fark yaratan çekimleri fazla yeterli gelmiyor. Bazı sahnelerde abartılan müzik kullanımı da, filmin kendine olan güvensizliğinin bir ifadesi olarak yorumlanabilir. Trance, bence ne yazık ki Danny Boyle filmografisinin zayıf halkalarından.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder