26 Kasım 2008 Çarşamba

Burn After Reading (2008)



Yönetmen: Ethan Coen, Joel Coen
Oyuncular: Frances McDormand, George Clooney, John Malkovich, Brad Pitt, Tilda Swinton, Richard Jenkins, Elizabeth Marvel, J.K. Simmons, David Rasche
Senaryo: Ethan Coen, Joel Coen
Müzik: Carter Burwell

Alkolik olduğu gerekçesiyle CIA’deki işinden kovulan emekli ajan Ozzie Cox (John Malkovich), intikam almak için bildiği gizli bilgileri bir CD'ye kaydeder. Cox’un boşanmanın eşiğinde olduğu eşi Katie (Tilda Swinton) CD'yi çalar ve gittiği spor salonunda unutur. Salonda çalıştırıcı olan Chad (Brad Pitt) ve aynı yerde yönetici olarak çalışan Linda (Frances McDormand), Chad’in tesadüfen bulduğu CD ile Cox’a şantaj yapmaya başlarlar.



Coen biraderlerin kara mizah haritasını artık çoğumuz biliyoruz. Yani biliyoruz da bilmiyoruz. Belki de sadece kara mizah olduğunu biliyoruz ama o mizahı nasıl hikayeleştirip, işleyeceklerini, sonucunu nereye bağlayacaklarını asla kestiremiyoruz. Kim, ne zaman, nasıl ölür veya ölür mü, ölmez ise ne olur, kazanır mı, kazanamaz mı anlamak mümkün değil. Blood Simple, Miller's Crossing, Fargo, The Man Who Wasn't There, No Country For Old Men gibi kara mizahı koyultulmuş suç epiklerinin aralarına serpiştirdikleri, sanki biraz da eğlenmek için çektikleri daha hafif yapımlara benziyor Burn After Reading. O klasmanda da gayet oturaklı komedileri var ve Burn After Reading’in oradaki yeri de üst sıralar olmalı. Film, pekala yukarıda adı geçen Coen harikaları gibi kara büyüye dönüştürülebilecek türden karmaşık entrika trafiğine sahip bir yapıda. Gerçi öyle bir bakışla The Big Lebowski de onlar gibi kapkara bir film olarak çekilebilirdi. Yaptıkları tercihlerde en ufak bir piyasa kaygısı taşımadıkları yönünde belirtilerden biri sayılabilecek bu durum, yazım, yönetim, üslup seçimlerindeki özgürlüklerinin sağladığı çok boyutluluğa işaret etmekte. Mesela şu filmin, süresi biraz uzatılıp daha durağan ve ciddi oyunculuklar ile fevkalade bir politik gerilim olabilecek kapasitesi var iken, çılgın ama mütevazi bir bağımsız kıvamında bırakılması, Coen biraderlerin önceliği her zaman özgürlükten yana kullanan güçlü duruşlarının bir yansımasıdır. Tıpkı bir şarkının önce hareketli ve mutlu versiyonunu, sonra da aynı şarkının daha ağır, hüzünlü ve gizemli halini kaydedip, içlerinden en beğendiklerini yayınlamaya karar veren müzisyenlere benziyorlar.

Diğer filmlerine nazaran insanda acı tebessümler yaratan cümleleri fazla olmasa da, karakterleri içine sürüklediği girdabın yarattığı baş dönmesini usta bir entrika ağıyla süsleyen Burn After Reading, asla yan yana gelmeyecek tipte ve konumda insanları mantıklı bir trafik sıkışıklığına hapsederek “kesişen hayatlar” dersi veriyor adeta. Neden “ders” diyoruz? Çünkü aynı filmde durakta otobüs bekleyen biriyle tek ortak yanı sadece arabayla onun önünden geçmek olan insanlardan yaratılan bu sözde senaryolara nazaran çok daha gerçek, ama haber bültenlerinde, gazetelerin üçüncü sayfasında gördüğümüz kadar da fantastik tesadüflere açık derecede gerçek bir kesiştirme söz konusu. Kaç hikayede bir CIA ajanıyla spor salonu çalışanları karşı karşıya gelir ki? Hayat bir kara komedi zaten! Yönetmenlere ve filmde rol alan isimlere aldanmamak gerek. Burn After Reading aslında küçük bir suç filmi. İçinde Coenler’in yıllar geçtikçe demlenen unutulmaz sekanslarının yer aldığı başyapıtlarındaki gibi iz bırakmaya namzet anlar bulunmasa da, ileride ne olacağını kimse bilemez. Onların cıva misali yerinde duramayan senaryo anlayışlarının izlerini görmek, yönetim anlamında da “her Coen filmi Fargo olmak zorunda değildir” diye bir duruşu benimsediklerinin çıkarımını yapmak mümkün. Evet, Brad Pitt’in dolaba saklandığı sahnenin sağladığı gerilimi farklı duygularla, başka Coen filmlerinde tattık. İşte buradaki yorum farklılığı, yorumlayan kadar, yorumlanan şeye de önem katıyor. O sahnenin nasıl sonuçlanacağını bilememek gibi bir duygu çeşitliliği hakim Coen filmlerinde. Dolap açılabilir de açılamaz da! Peki ya açılırsa?



Coen filmlerinin oyuncu profilleri de ilginçlik arzediyor. Eş (Frances McDormand) dost (Buscemi, Goodman, Turturro, Shalhoub) tayfasından faydalandıkları kemikleşmiş oyuncular yanında, yapımcıların veya cast ekibinin seçmiş olduğu kalburüstü oyuncularla çalıştıkları oldu. Zaten aklıbaşında her oyuncu kariyerinde mutlaka bir Coen filminde gözükmek ister. O kemikleşmiş tayfadan aldıkları verim dahilinde bu oyuncuların geniş yelpazelerinin etkili olması bir yana, bazı rollerin özellikle o oyuncular düşünülerek yazıldığını kendileri de itiraf etmişlerdi. Yalnız bu seferki tayfa öyle böyle değil. İkon, Oscar, popülarite, tecrübe, entelijansiya, biri, öbürü, neredeyse bu kelimelerin taşıdığı anlamları aktüel bazda temsil eden unsurların elit bir seçkisi olarak çok görkemli. Ama Frances McDormand dışında şu isimlerin hiçbiri temsil ettikleri bu değerlerin hakkını vermek veya o değerlerin üzerine bir şeyler eklemek gibi “gereksiz” bir çaba içinde değiller sanki. Çünkü Coenler bunu istiyorlar. Bu açıdan en iyilerden bazılarını seçmişler.

Bu kadroyu bir Coen filminde görüp de gişe için hamle yapıldığını düşünmek çok kolay düşülecek bir tuzak. Çünkü tepeden tırnağa karikatürden ibaret bir Brad Pitt, kokoş ve silik bir Tilda Swinton, yapmacık ama ona rağmen komik bir George Clooney, durmadan küfreden bir John Malkovich, daha seksi görünmek isteyen bir Frances McDormand var bu filmde. Hangi kariyer sahibi oyuncu bu tiplemeler için kendini riske atar? Coenler için bu riski göze almanız kaçınılmaz. Size son derece itici bir saç modeliyle bile Oscar kazandırabilecek türden sihirleri mevcuttur. Hoş, bu filmde öyle bir sihiri aramak yanlış. Böylesi isim sahibi oyuncuların filme sağladığı çok daha mühim katkılar bulunmakta. Mesela bunu en iyi, amirine rapor veren ajanın bu karakterlerin akibetleri hakkında anlattığı pasajları görmüyor olmamıza rağmen, o olayları ve onları yaşayanları (belki de mimiklerine kadar) gözümüzde canlandırma başarısı gösteriyor olmamızdan çıkarabiliriz. Çünkü filmde biri bize “Harry çıldırdı” deyince aklımıza hem Harry’nin filmde üstlendiği karakterin işlevleri, hem de Harry’yi oynayan oyuncunun aktör duruşu geliyor. Böylece hem karakter, hem de onu canlandıran oyuncu hakkında sağlama yapabiliyoruz. Kaldı ki o sağlamayı yapamasak bile, Coen grameri nerdeyse zorla bunu yaptırıyor.



Chad’in telefonda Osbourne Cox’tan azar işitmesi de buna bir örnek olabilir. Birbirini görmeyen iki oyuncu için sadece karşıdan gelen sesi duymak, ya da kurgu estetiği gereği duyuyormuş gibi yapmak, hattın her iki ucundaki kişinin de izleyene sunduğu ile ilişkilidir. Bunu iki ortalama oyuncunun sunmasıyla, Pitt-Malkovich ikilisinin sunması çok başka bir şey. Madem söz onlardan açıldı, arabada buluştukları sahneye gelelim. Bir kere o kadar gerzek bir sahne ki, bana göre Coen miti yine tam olarak öyle olmasını istiyordu. Çünkü o gerizekalılıktan çıkacak olan zekaya filmin bir şekilde ihtiyacı var. Bir yanda ilerleyen yaşına ve kariyerine rağmen hala bir genç kız ikonu olan Brad Pitt ile bir oyuncu olarak farklı sanat dallarında entelektüel birikiminden haberdar olduğumuz John Malkovich’in ilginç buluşmasının Coen yansıması. Kastettiğim “hangi erkek Brad Pitt’e veya filmdeki Chad’e yumruk atmak istemez ki” yavanlığı değil. Böylesi aptal bir plana atılmış doğaçlama bir yumruk bile olabilir. Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz: En basit sahnelerde bile Coenler’in ne yapacağını bilemezsiniz. Rusları bile işin içine sokarlar ama onlardan daha tehlikeli olan normal insanlardır. Karşınızdaki bir Coen filmiyse öyle olması gerek.

Oyunculuk olarak Tilda Swinton hariç diğer tüm oyuncuları beğendim. Onu da rolünün etkisizliğine bağlamak gerek. Yoksa bu filmi izlemek için en büyük etkenlerden biri de kendisiydi. Clooney bile karikatürize paranoyasıyla filme uyum sağladı. Filmin merkezi ve yıldızı Frances McDormand olsa gerek. Coen dokunuşlarıyla kendini bulan bir doğallık ve komiklik, Coen disiplininin özünü kavramış olmaktan ileri geliyordur muhakkak. Kısaca, sadece göz kamaştırıcı oyuncu kadrosuyla ve bir sene önceki Oscar fatihi Coen hakimiyetiyle çekilmiş bir film olarak daha izlemeden iyi bir film diye damgalanmaması gereken, ancak izledikten sonra gerçekten iyi olduğu anlaşılacak bir film Burn After Reading



Esasen film hakkında ilk bilgiler yavaş yavaş günyüzüne çıkmaya başladığı andan itibaren kendi adıma temkinliydim. Bu kadar çok ünlü ismin bir Coen yapımında boy gösteriyor olması, sadece Coen kanatları altında değil, kimin kanatları altında olsa yine aynı biçimde yaklaşmamı sağlardı. Ama birkaç film dışında tarafsız yaklaşmakta güçlük çektiğim Coen tarihinin bu kadroyu da kendi oklavasıyla dümdüz ettikten sonra şekillendireceğine olan inancım da vardı. Belki Coen hayranlığım gözlerimi kör ettikten sonra yeniden açıyordu. Sevabıyla günahıyla bir Coen filmi için “başyapıt” veya o başyapıtın içindeki bazı bölümler için “gerizekalı” ifadelerini aynı paragrafta kullanabiliyor olmaktan, Burn After Reading için de bunu yapabiliyor olmaktan çok mutluyum. “Ünlüler Geçidi”nin aslında film içinde o kadar da ünlü görünmemesinden de. Bunun film açısından bir handikap olarak algılanması filmi izleyene beğendirmeyecektir. Chad gibi bir Brad Pitt, Harry gibi bir Clooney veya Katie Cox gibi, her filmiyle kendisine daha çok bağlandığım bir Tilda Swinton görmek memnuniyetsizlik yaratabilir. Frances McDormand'ın Linda'sının makul kalmadığına, hatta bir komedi filmine göre Fargo’nun hamile şerifi Marge kadar bile komik görünmediğine inanıyorum. Ama sanki hepsinin kasıtlı olarak öyle görünmesi yönünde uğraşılmış bir akış hissediyorum. Ve evet! Bir Coen filminin yıldıza ihtiyacı yoktur!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder