5 Şubat 2011 Cumartesi

Addicted (Jungdok) (2002)


Yönetmen: Young-hoon Park
Oyuncular: Byung-hun Lee, Seon-yeong Park, Mi-yeon Lee, Eol Lee
Senaryo: Won-mi Byun
Müzik: Jae-hyeong Jeong

İki kardeş, Ho-jin ve Dae-jin, aile olarak sahip oldukları yegane şey kendileridir. Ağabey olan Ho-jin, Eun-soo ile evlenerek aileyi 3 kişiye yükseltir ve hep birlikte mutlu ve huzurlu şekilde yaşarlar. Ancak bir gün Ho-jin'in itirazlarına rağmen Dae-jin bir otomobil yarışı finallerine katılır. Tam aynı anda ama farklı yerlerde, her iki kardeş te trajik birer trafik kazası geçirirler ve her ikisi de bilinçlerini yitirirler. Bir yıl sonra, bir mucize olur ve Dae-jin komadan çıkar. Ama çıktığında, Ho-jin olduğunu iddia eder. Dae-jin'in hastanedeki bakımından sonra, Eun-soo ve Dae-jin eve döner ve yaşamlarına birlikte başlarlar.


Birbirine deliler gibi aşık, iflah olmaz romantik Ho-jin ile, başarılı bir iş kadını olan pürüzsüz güzel eşi Eun-soo ve onlarla birlikte yaşayan, bu her anı mutlu çifte karşı en ufak bir kıskançlık beslemeyen Ho-jin’in yarışçı kardeşi Dae-jin. Aynı anda farklı yerlerde gerçekleşen iki ayrı trajik kaza.. Bir yıl sonra komadan ilk çıkan Dea-jin’in, ağabeyi Ho-jin olarak uyanması ve ayrıntılarıyla onun gibi davranmaya başlaması. Bedeni Dae-jin, ruhu Ho-jin olan yeni bir insanla karşılaşan Eun-soo. Mükemmel bir üçgen, benzersiz bir kombinasyon. Her oyuncunun ağzının suyunu akıtacak karakterler. Ama bir o kadar da yalın, içten ve terbiye edilmiş bir duygusal gerilim. Birbirinden dokunaklı, birbirinden anlamlı iki final.

Sevdiğimiz insanın bir gün aynı ruh fakat farklı bir bedenle çıkagelmesi bize ne hissettirir? Çok kazık bir soru. Ama Jungdok’un acıması yok. Ya o çıkıp gelen, kardeş gibi gördüğümüz birinin bedeninde ise? diyerek soruyu daha da zorlaştırıyor. Peki ya Jungdok, erkek ve kadın vicdanına da çok kazık sorular soruyor desem! İkisi arasında bir çizgi var çünkü. Hani bir film biter de, geride bıraktığımız sahneleri gözümüzün önüne getirmeye çalışırız ya, Jungdok benim için o filmlerden biri.. Böylesine hacimli ve çetin bir romantizmin bu denli sade işlenmesi Güney Kore sinemasının bizlere bir lütfu. Fakat bu hediyenin kıymetini bilemeyip tatsız tuzsuz versiyonlarla bizi oyalayan da yine Güney Kore sineması olabiliyor. Şahsen samimiyetine hiç inanmadığım Hollywood melodramı Ghost’u hepimiz biliriz. Oradaki bozuk paranın işlevini (ya da işlevsizliğini) Jungdok’daki bozuklukla karşılaştırdığımızda, basit bir objenin bile nasıl manidar kılınabileceği dersi veriyor Jungdok.


Güney Kore romantizmi aşk üçgenlerini pek bir sever. Ama o üçgenleri deforme etmeyi daha da çok sever. Hoş, “aşk üçgeni” dediğimiz şey zaten hisleri deformasyona uğratan bir çıkmaz değil midir? Normal kabul ettiğimiz, sağlıklı bulduğumuz ilişkilerin iki kişilik yaygın versiyonlarına bir üçüncü şahsın dahil olması mutlaka arızalar çıkaracaktır. Bu halkada kimler yoktur ki: Sıradan insanlar, sapıklar, katiller, polisler, her şeye sahip olanlar, hiçbir şeyi olmayanlar, erkekler, kadınlar. Her üç köşeye de bakıldığında, üçünden de farklı çıkarımlarda bulunmak, hepsinden ayrı filmler çıkarmak mümkün. Aşk üçgenlerini klişeler yumağı sanan küflenmiş zihniyetler bize hep birbirinin fotokopisi filmler dayattılar. Gönül kapısından içeri sızamadılar, üçgenin üç köşesine birden bakamadılar, hep taraf tuttular, kaçak güreştiler. Jungdok gibi filmler ise bu üçgenin ebatlarının, çapının, yarıçapının hesaplarını nakış gibi işlediler. Biz masum seyircileri alıp, alev alev yanan o üçgenin göbeğine bıraktılar. Bermuda şeytan üçgeninden kurtulmanın bile daha kolay olabileceğini düşündürdüler neredeyse.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder