Yönetmen: Matthias Glasner
Oyuncular: Lars Eidinger, Corinna Harfouch, Lilith Stangenberg, Robert Gwisdek, Ronald Zehrfeld, Anna Bederke Hans-Uwe Bauer, Saskia Rosendahl
Senaryo: Matthias Glasner
Müzik: Lorenz Dangel
Dört kişilik Lunies ailesi üzerinden çok katmanlı dramlar inşa edilen Sterben (Dying), özellikle 2006'da çektiği Der frei Wille ile çok ses getiren Matthias Glasner tarafından yazılıp yönetilmiş bir film. İlk olarak demans hastası baba Gerd ve onun türlü sorunlarından bunalmış anne Lissy ile tanışıyoruz. Kocası nihayet bir bakımevine alınınca rahatlamış gibi görünse de, kendisinde kanser ve diyabet ilerlediği için onun da fazla zamanı kalmamıştır. Öte yandan Berlin'de yaşayan kırklı yaşlarının başındaki oğulları Tom bir orkestra şefidir ve halen yakın dostu Bernard'a ait “Ölmek” başlıklı bir beste üzerinde çalışmaktadır. Aynı zamanda yeni doğum yapan eski partneri Liv'e -bebeğin babası olmadığı halde- destek olmaktadır. Tom'un dişçi asistanı olan kız kardeşi Ellen ise asistanlığını yaptığı evli ve çocuklu Sebastian ile ilişkiye başlar. Ayrıca çok ciddi alkol problemi vardır. Gerd'in bakımevine alınması, akabinde de ölmesi sürecinde Lissy çocuklarını bu durumdan haberdar eder ve belki de son defa bir araya gelmelerini ister. Üç saatlik süresini bölümlere ayıran film, bu süre ve bölümler sayesinde ailenin dört ferdine ve onların etkileşimde olduğu diğer karakterlere zaman ayırıyor. Yollarını kesiştirerek güçlü dramatik anlar meydana getiriyor. Müziğin eşlik ettiği bölümler biraz uzun tutulmuş olsa da, sorunlu iletişimden kaynaklı depresif atmosfere es vermek filme nefes aldırıyor.
İşlevsiz aile dramları sinema için bereketli bir malzeme. Dying de temel olarak bu dramların üst düzey olanlarından pek farklı sayılmaz. Herkesin işine gücüne baktığı dağılmış aile fertlerinin hastalık, düğün, cenaze, noel gibi nedenlerden dolayı bir araya gelmeleri, hazır bir araya gelmişken geçmişin bu fertler üzerinde bıraktığı hasarlar sonucu eski defterlerin açılması, sırların ifşası, yüzleşmeler, kavgalar, barışmalar, senaryo boyutlandırmak için çok uygun zeminler. Dying bütün bunları sınırlı bir zaman ve mekan kullanmadan, kendini genişleterek, ana karakterlere etki eden yan karakterlere de yer açarak yapıyor. Bu haliyle 1999 yapımı Paul Thomas Anderson filmi Magnolia ile benzerliklerinden de söz edildi. Elinde 3 saat süre olunca zaman zaman dağınık bir görüntü verse, ana karakterlerin kendi akslarını çeşitlendirmek için bildik yollar izlese de, Lunies ailesinin birileri ölmeden önce de nasıl parça parça olduğuna dair dramatik köşeleri iyi işliyor. Mesela Tom ve Lissy'nin yemek masasındaki uzun konuşma sahnesi, ana-oğul arasındaki geçmişe dair çok çarpıcı bir perspektif sunuyor. Bu sahne, Lissy'nin soğukkanlılığı ve Tom'un giderek dehşete düşüşüyle, flashback vermeden geçmişe götürme gücüne, kendi içinde yavaş yavaş tansiyonu yükseltme becerisine sahip çok iyi yazılmış bir sahne. Konserdeki öksürük nöbeti bölümü bile bu ailenin birbirlerine istemeden de olsa ne kadar zarar verdiğini gösteren nitelikte.
Matthias Glasner, kartonlaştırmaktan kurtardığı belli hacimlerdeki karakterlerine farklı psikolojik kimlikler yüklüyor. Ağırlık Tom ve Ellen'da olduğu için ikisinin duygu durumları ve etraflarını çevreleyen insanların bu durumlar içinde konumlandırılışları bazen sağlam, bazen kaygan bir zeminde seyrediyor. Sorumluluk sahibi (hatta Liv söz konusu olduğunda biraz fazla sorumluluk sahibi) olan Tom ve tam tersi, hayatını dolu dizgin, kederli ve adeta kendine eziyet edercesine yaşamaya alışmış Ellen gibi zıt kutuplardaki kardeşlerin, babalarının durumu nedeniyle temasa geçmek durumunda kalmaları filmin besin kaynaklarından biri. Bu gönülsüzlük Lunies ailesinin kendi iç dinamiklerindeki arızalarının kaçınılmaz biçimde su yüzüne çıkmasına neden oluyor. Çocukluğumuzdan yetişkinliğimize taşıdığımız travmaların aşılma kapasiteleri her birimizde farklılık gösterebileceğinden, kendi yöntemlerimizi geliştirebiliyoruz. Tom ve Ellen gerçek birer psikolojik vakalar. Hatta çok da tutkuyla bağlı olmadığı birinden çocuk sahibi olan Liv, takıntılı besteci Bernard, evliliği istifa edemeyeceği bir göreve dönüşmüş Sebastian da öyle. İşlevsiz aileler, işlevsiz ebeveynler ve çocuklardan kurulu olduğundan, bireyin işlevsizliği veya işlevini ifa etme acemilikleri arızalarla dolu toplumsal bir yığın haline geliyor. Dying, bu yığının sadece bir bölümünü yansıtarak, çocukluktan yetişkinliğe uzanan zincirleme varoluş mücadelelerine, bu mücadelenin psikolojik kalıntılarına öznel numuneler sağlıyor.
Glasner, zaman zaman kurguda ufak oynamalar yaparak, ayırdığı bölümler arasında bağ kurmaya çalışıyor. Bunun film için gerekli olduğu tartışılır. Bu haliyle çok satan bir roman uyarlamasının bölümlere ayrılış şeklini anımsatıyor. Bir bakıma bu da Glasner'in kendi romanı. Otobiyografik özellikler taşıyıp taşımadığını bilemiyoruz. Ama özellikle Tom tarafından bakıldığında taşıyor olması hiç şaşırtmaz. Çünkü gerçek yaşamda Lunies ailesinden daha ağır şeyler yaşamış milyonlarca aile bulunabilir. Burada mesele, bu ailenin hem gerçekçi, hem de roman kurgusuna uygun özellikler taşıyor ve Glasner'in bu özellikleri otobiyografiye müsait bir derli topluluğa, aynı zamanda dağınıklığa uyarlıyor olması. Bu tarzıyla 2024 Berlin Film Festivali’nden biri En İyi Senaryo olmak üzere üç ödül kazanan Dying, diğer adayları bilmemekle beraber bu ödülü hak etmiş denebilir. Üç saat uzunluğunda olmasına rağmen büyük bir film olduğu da söylenemez. Belki bir Magnolia büyüklüğünde olmayabilir ama küçük hikayelerden oluşan bağımsız karakteri daha fazla hissedilen bir yapıda. Özellikle Lars Eidinger (Tom) ve Lilith Stangenberg (Ellen) performansları göz doldururken, anne Lissy rolünde izlediğimiz Corinna Harfouch'un rolüne de uygun soğukkanlı oyunculuğu mesafeli bir anne profili çiziyor. Dying'e kadar Der freie Wille dışında kayde değer filmi olmayan, vasat TV işleriyle kendini meşgul eden Matthias Glasner'ın asıl yerinin kendi yazıp yönettiği uzun metrajlar olduğu da şimdilik ortada bir gerçek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder